TARİHİN ÖTEKİ YÜZÜ

Doğumunun 117. yılında yine gündeme düşen Sabahattin Âli 1931 yılı sonlarından öldürüldüğü 1948 Nisan’ına kadar defalarca yargılanmış, hapse girmiş, kitapları ve dergileri defalarca toplatılıp müsadere edilmiş, başı dertten kurtulmamıştır. Sebebi ise kalıplara sığmayan, rejime körü körüne itaat etmemekte ısrar eden bir yazar olmasıdır.

Tek tip kültür ve muhalefetsiz, “kız gibi” bir ülke oluşturma çabaları hakiki sanatkâr kumaşından nasiplenmiş olan Sabahattin Âli’nin tepki duymasına, haksızlıkları ve CHP’nin baskı düzenini eleştirmesine yol açıyordu. Toplumu acımasız denilecek derecede gerçekçi gözlerle ele alması, tabiatıyla güllük gülistanlık bir halk imajı çizme gayretkeşliğindeki yöneticilere batıyor, sivri dili onları elbisenin içine giren bir diken gibi sürekli rahatsız ediyordu.

Nitekim 1945 yılında Sırça Köşk adlı kitabı yayımlanır yayımlanmaz Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılır. Kitap aslında bir masal havası içinde Tek Parti rejiminin eleştirisidir (tarihî ve siyasî içeriğinin farkına varılmadan masal havasında okunduğundan eminim).

CHP faşizminin sık sık ismini değiştirmek zorunda kaldıkları gazetelerini kapatarak, kitaplarını toplatarak, yazılarına dava açtırarak, mahkemelerde süründürerek, ensesine adamlar dikip takip ettirerek susturmaya çalıştıkları her defasında Sabahattin Âli’nin içindeki isyankâr taraf coşuyordu. Bu yüzden susturulması tercih edildi. Lakin ömrünün, Ömer Muhtar’ın idamından önce İtalyanlara dediği gibi, cellatlarınınkinden daha uzun ve daha şerefli olacağını tahmin edemediler.      

Hasan İzzettin Dinamo, Prof. Çetin Yetkin’e gönderdiği yazıda Sabahattin Ali’nin, Nazilerin "İm fliegen erschossen", yani kaçarken vurulmuş süsü verme taktiğiyle sınıra götürülüp orada devlet tarafından öldürüldüğünü yazmıştır. Yalçın Küçük’ün tezi ise daha karmaşık ve hakkını yemeyelim, daha ilginçtir. Şöyle yazar:

“Sabahattin Ali, Bulgaristan’a adam kaçıran bir şebekeyi yakalatma karşılığında Bulgaristan’a geçmek üzere zamanın Milli İstihbarat Teşkilatı olan Milli Emniyet ile yaptığı pazarlık sonucunda ve sınırı geçtiği bir sırada arkadan vurularak öldürülüyor. Sabahattin’in ölümü, öldürülmesinden altı ay kadar sonra, Türkiye’de sol tehlikeyi abartmak ve solcuları terörize etmek için büyük bir kampanya içinde kullanılıyor.” (Aydın Üzerine Tezler 5, Tekin: 1997, s. 478-9.)

Öte yandan sosyalist yazar Rasih Nuri İleri jandarmanın yakalayıp karakola götürdüğü Sabahattin Âli’nin bir erin işkencenin dozunu fazla kaçırması üzerine öldüğünü, yakaladıkları yere bıraktıkları cesedin Şükrü adında bir çoban tarafından “aylar sonra” çürümüş bir halde bulunduğunu, çobanın cenaze namazını kılıp gömdükten sonra(!) jandarmaya ihbar ettiğini, onların da sanki haberleri yokmuş gibi mezarı açtıklarını masal havasında anlatır ki, avantür film senaristleri yazmış zannedersiniz. Aydınlatmaktan çok karartır gerçeği.

Aslında bu, Sabahattin Âli cinayetinin basına intikal ettirilmesindeki ‘caydırıcı’ gerekçeyi açıklar. Solcular fena halde ürkütülmüştür Sabahattin Ali’nin feci bir şekilde öldürülmesinden. Derin devlet bir taşla iki kuş vurmuştur: Hem iflah olmaz bir muhalifinden kurtulmuş, hem de onun gibi muhalif olmaya kalkışacak hadsizlere anlayacakları dilden gözdağı verilmiştir.

2019 yılında Türk Tarih Kurumu Arşivinden Sabahattin Ali’nin sürekli takip edildiğine dair belgeler çıktı. Gazetelerde de yayınlanan iki belge Sabahattin Âli cinayetine yeni ipuçları düşürdü. Mesela M. imzalı muhbirin bilgileri aldığı kişi olarak Neriman Hikmet’in adını vermesi önemli. Zira sol literatürde Suat Derviş’in ev arkadaşı olan Neriman Hikmet’ten hiç şüphelenilmemiş, ondan daima masum ve ürkek bir tip olarak söz edilmiştir. Hatta 12 Mart 1971 muhtırasından sonra evini basan polislere “arkadaşlar” demesi dahi şaşkınlığına yorulmuştu. Lakin TTK Arşivi’nden çıkan belgelerden anlaşılıyor ki, sosyalistlerin toz kondurmadıkları Neriman Hikmet’in polislere “arkadaşlar” demesi pek de garipsenecek bir şey değilmiş, zira Emniyetin içeriden bilgi aldığı “beşinci kol” imiş.

Belgeler 1940’lardaki CHP yönetiminin yalnız Sabahattin Âli’yi değil, Sabiha Sertel’i, çevresini ve diğer isimleri fazla bilinmeyen solcuları da nasıl nefes alış verişlerine varıncaya kadar takip ettirdiğini de teyid ediyor.

Buradan çıkan sonuç, takip altında tutulan sadece Sabahattin Âli değildir. Cinayet de sürpriz olmaktan çıkar bu durumda. Son günlerinde CHP idaresine karşı yazdığı zehir zemberek yazılarını okursanız ne demek istediğimi anlarsınız.