TARİHİN ÖTEKİ YÜZÜ

1932 yılında düzenlenen Birinci Türk Tarih Kongresi bir tarih skandalına sahne olacak ve en 20. yüzyılda yetişen büyük tarihçimiz Prof. Dr. Zeki Velidi Togan profesör olarak girdiği Halkevi Salonu’nu mimli bir sanık olarak terk edecektir.

Togan 111

‘Cumhuriyet aydınlanmadır, akıldır, Türkiye’de bilim cumhuriyetle başlamıştır’ gibi zırvalarla idare edenlerin has bir bilim adamına, sırf resmi ideolojiye karşı çıktı diye üniversiteden atılma cezasını layık görenler hakkında ne diyeceklerini sormak hakkımızdır.

Togan 222

Zeki Velidi Togan Kongrede kürsüye çıkarak liseler için yazdırılan dört ciltlik Tarih ders kitabını eleştirmiş ve kitapta söylenildiği gibi Türkistan’da devamlı ve ilerleyen bir kuraklığın olmadığını, bunun, Biruni’nin de söylediği belki 35 yıllık geçici bir kuraklık dönemi olduğunu, sonradan iklimin tekrar eski şartlara döndüğünü söylemiş ve rüşeym halindeki resmi tarihe erkenden itiraz etmiştir. Togan hoca tezini ispatlamak için de Çin kaynaklarının yanı sıra Türk, İran ve Arap kaynaklarını da kullanmış, yani bilimsel bir itirazı dillendirmişti.

Vay, sen misin bunu diyen?

Tıp doktoru Reşit Galip atılır ortaya. Söyledikleri içinde bilimsel mahiyette iler tutar bir şey olmadığını sanki bu alanın bir uzmanıymış gibi iddia eder.

Buna mukabil Togan yine kürsüye çıkar, cevap hakkını kullanır, savunur fikrini, zanneder ki burası ilmî bir platformdur. Halbuki tuzak kurulmuştur kendisine.

Togan hoca gayet ilmî bir üslupla eleştirisine devam eder:

Söz konusu kitapta yer isimleri dahi yanlış yazılmıştır. Mesela kum altında kaldığı ileri sürülen şehirlerden birisinin adı “Atlak” değil, aslı “Atlık”tır. Dahası sözü edilen şehirlerden hiçbirisi de kum altında kalmış değildir. Mesela Otrar’ı bizzat ziyaret etmiştir, kum altında değildir, verimlidir ama terk edilmiştir.  

Yine kürsüye fırlayan tıp doktoru Reşit Galip tribünlere oynamaya devam edecektir:

“Geçen defa uzun münakaşalarımızdan ve beyanatımızdan sonra umumi heyetiniz tarafından Ortaasyada tarihten ev(v)el ve tarihten so(n)raki devirlerde kuraklık olduğu celsemizin nihayetinde umumî tezahüratla ve alkışlarla tespit edilmiş olmasına rağmen yeniden bu mevzua dönmüş olmak teşebbüsü benim değildir.”

Ardından şunları ekler sözlerine:

Arkadaşlar; esefle ifade edeyim ki Zeki Velidi Beyin Darülfünundaki kürsüsü önünde talebe olarak bulunmadığıma çok şükrediyorum. (…) Türkiye Cumhuriyetinin Darülfünununun kürsüsü bu kadar hafif mevki değildir. (Şiddetli ve sürekli alkışlar).” (Birinci Türk Tarih Kongresi: Konferanslar, Müzakere Zabıtları, İstanbul 1932, Maarif Vekaleti, s. 609.)

Zeki Velidi Togan Arkadaslari

Soldan sağa oturanlar: Mamur Niyazi, Zeki Velid-i Togan, Semerkand basmacı reislerinden Hemrahkul Bek, Buhara Cumhuriyeti Başkanı Osman Kocaoğlu.

İlim susmuş, şov başlamıştır. Nitekim şovmenlerin arkası gelir çok geçmeden.

Bu defa ileride Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün son başbakanı olarak görev yapacak olan Şemseddin (Günaltay) çıkar kürsüye ve şu “kalleşçe” sözleri has bir bilim adamına karşı kullanır, yani belden aşağı vurmakta tereddüt etmez:

“[1917 yılında] Zeki Velidi Bey, Ufa Kongresinde Türk namı altında Türk birliğinin teşekkülüne birinci derecede muarız olmuş Başkırtları Türk camiasından ayırmıştı. (Yazıklar olsun sesleri.) (…) Acaba Zeki Velidi Bey ayni rolü bu kongrede de mi oynamak istiyorlar? Fakat emin olsunlar ki bu kongrenin etrafında toplananların dimağlarında milliyet ateşi fışkırıyor. Bu ateşin karşısında her gayret, her teşebbüs erimeğe mahkûmdur. (Sürekli ve şiddetli alkışlar.)”

Oturum başkanı şu sözlerle oturumu kapatacaktır:

“Kuraklık meselesi nihayet bulmuştur. Esasen bu mesele reddedilmez bir hakikattir. Delillerle dünyanın her yerinde kitaplara geçmiştir.”

Emir demiri kesmiştir bir kere daha.

Zeki Velidi Togan’a yol görünmüştür. İstenmeyen adamdır artık. Resmi tarihe itiraz etmenin bedeli ödettirilir. O da istifa edip Viyana’ya gider ve orada kurduğu Türkoloji bölümünde öğrenci yetiştirir. 1939’a kadar yurt dışında kalacaktır. Kaybeden elbette Türkiye olmuştur.

Yurda döndükten sonra u defa 1944 yılında Türkçülük davasında tutuklanacak olan, 20. yüzyıl Türk tarihçiliğinin yüz akı Prof. Togan tabutluklarda işkenceye tabi tutulacaktır. Bir buçuk yıl hapiste yatacak, mahkemeden on yıl hapis, dört yıl da sürgün cezası çıkacak, ancak Askeri Temyiz Mahkemesi kararı bozunca kurtulacaktır. (Mahkeme safahatını Yavuz Bülent Bâkiler’den okumalısınız: Kılıçlar ve Kalemler, Yakın Plan: 2019, s. 111-120.

İşte Türkiye’deki “tarih bunalımı”nın kökleri bu zorba zihniyete dayanıyor. Bugün bu zihniyetin ektiği tohumları temizlemeye çalışıyoruz. Bunun için de işimiz zor ve uzun zaman alacak gibi görünüyor.