31 Aralık 1988 bundan 35 yıl evvel noel çığlıklarının atıldığı o gün Seyyid Ahmed Arvasi Türk gençliği'nin kötü gidişinin verdiği üzüntü ile kaldırır mübarek parmaklarını ve daha tuşlara dokunamadan yorgun vücudu düşer daktilosunun başına ve Hak'ka kavuşmak arzusuyla ayrılır aramızdan.

Yılbaşı nidalarının altında kalbi Türk gençliği için çarpan Seyyid Ahmed Arvasi aramızdan ayrılalı 35 sene oldu. Büyük bir mütefekkir, ilim adamı ve sosyolog olan Arvasi Hoca ömrü boyunca Türk-İslam gençliğine hizmet ederek hayatını idame ettirdi. Gözü kara bir İslam neferi olan Arvasi Hoca çileler ve engellere rağmen yılmadı, yıllarca Türklüğü ve İslam'a hizmet etti ve yüzbinlerce talebe yetiştirdi. İşte o 31 Aralık 1988'de noel sarhoşluğu yaşanan günde Türk gençliğinin kötü gidişinin verdiği üzüntüyle parmaklarını kaldırdı hiddetle tuşlara basmak istedi ama yıllarca çektiği çileler yorgun düşürmüştü asrın Yesevisi'ni.. Derken o çok muhabbet duyduğu Peygaber Efendimize kavuşma zamanı gelmiş ve zindanlarda yorgun düşen bedeni artık dayanamaz o anda ruhunu teslim eder ve nurlu bedeni düşer daktilosunun yanıbaşına. Ertesi gün yüzbinlerce seveni Fatih Camii'nin avlusunu doldurur kalabalığı caddeler almaz ve dualar ve gözyaşları arasında aramızdan ayrılır..

Saa2

KENDİNİ ARAYAN İNSAN

Büyük mütefekkir Seyyid Ahmed Arvasi emekli bir gümrük memuru olan Abdülhakim Arvasi Bey'in oğlu olarak hayata gözlerini açar. Kuyumcu çıraklığı yaptığı günlerden birinde dükkana gelen bir Allah dostu "senin işin gönül sarraflığı olmalı" deyince hayatına yeni bir yön verir. Her içi yanan genç gibi şiirden başlar ve uykusuz gecelerin ardından "Sır" adlı manzum kitabını yazar. Bu kitapta tesirli aksiyon şiirlerinin yanı sıra Anadolu kokan mısralar vardır. Arvasi Hoca Gazi Üniversitesi'nde okuduğu yıllarda dinine, diline, örfüne savaş açan bir güruh ile karşı karşıya gelir. Tertemiz gençlerin malum zihniyetin mengenesine sıkıştığını görünce kahrolur. Necip Fazıl'ın deyimiyle beyninden kalemine kan çeker ve yazar. Sayfalar, dosyalar dolusu yazar. Aklının kopma noktasına geldiği anlarda İmam-ı Rabbani Hazretlerine sığınır ve kalemini ona bırakır. Nitekim bu çile "Kendini Arayan İnsan" isimli eserle neşet eder.

“RESULULLAH AŞKINA” DENİNCE..

Arvasi Hoca'da tasvir edilemeyecek bir Peygamber sevgisi vardı. Söz Efendimizden (Sallallahü aleyhi ve sellem) açıldığında dizlerinde derman gözlerinde fer kalmazdı. Arvasi Hocanın yakınlarından dinlediğimiz şu hadise ile onun Peygamber Efendimize ne kadar aşık olduğu daha çok anlaşılıyor. Mahallenin dilencileri onun bu sevgisini herkesten iyi bilir ve "Resullullah aşkına" deyip elinden bütün parasını alırlardı. Merhumun vefatına yakın çok zorlanarak ayağa kalkıyor v yakınlarına "her gün ölüme yaklaştığımı hissediyorum" diyordu. Yakınları "Biraz dinlenseniz" dediklerinde "hayır beş dakika bile dinlenecek vaktim yok. Kenara çekilemem. Son nefesime kadar mücadele etmeliyim" der ve sonra üstüne basa basa ekleyerek: "Ben hazırım, ölümden korkmuyorum. Zira Alemlerin Efendisini, sahabe-i kiramı, Allah'ın veli kullarını çok seviyorum. Onların himmetlerine inanıyorum. Bana mutlaka sahip çıkacaklar, yalnız bırakmayacaklar!" derdi.

Saa4

ÇİLELİ CEZA EVİ GÜNLERİ

12 Eylülden sonra Arvasi hoca bir müddet Mamak Cezaevi'nde kaldı. Düşenlerin anlattığına göre orası sıradan bir cezaevi değildi. Bilhassa Arvasi hoca ve arkadaşlarına reva görülen şartlar çok ağırdı. Hoca ile aynı hücreyi paylaşan gazeteci Ahmet Karaca'nın saçları sabaha kadar bembeyaz kesilmiş, adamcağız kendini tanıyamamıştı. Bu ayağa kalkılmayan ve ayak uzatılmayan delikte sırt sırta sabahlamışlardı. Kıyamda durulamayan secdeye varılamayan soğuk, pis ve ıslak izbeye niçin düştüğü ve ne kadar kalacağı muammaydı. Arvasi Hoca sıkıntılardan tad almasını bilir, derdini severdi. Ancak bir gece alnını secdeye koyamadığı için taa yüreğinden yanmış, gözlerini yumup Bağlum'da yatmakta olan büyük İslam alimi Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerine sığınmıştı. "Yanıbaşınızdayım efendim" demişti, "yanıbaşınızdayım ama rahat değilim namazımı eda edemiyorum." Ertesi sabah bir tabib yedeksubay geliyor, onu o dar yerden çıkarıyor. Nabzını sayıyor, tansiyonunu ölçüyor, kalbini dinliyor. Arvasi Hoca'ya "siz burada kalamazsınız" diyor ve Mevki Hastahanesine sevk ediyor. Rahmetli Arvasi hocanın arzusu daha fazla sabretmek, daha ziyade boyun bükmekti. Durur, durur "acaba Efendi Hazretleri'nden imdat istemekle yanlış mı yaptım" derdi.

Saa3

EŞİNE RASTLANMADIK KALABALIK

Arvasi hoca, 57 yıllık ömrünün bir bölümünde hep konuştu, anlattı ve hitabet sanatını en güzel şekilde icra etti. İkinci ve son bölümde ise kalemi ile başbaşa kaldı. Türkiye Gazetesi'nde de "Hasbihal" başlığı ile makaleler yazdı, tecrübelerini gençlerle paylaştı. Yorucu öğretmenlik hizmetleri yanında gençliğin kendi kültür ve medeniyetine sahip çıkması için eserler ortaya koydu. Konferanslar verdi, gazete ve dergilerde makaleler yazdı. Belki de Seyyid Ahmed Arvasi hocanın eserleri Avrupa'da yayınlansaydı çok büyük yankılar uyandırır hatta adına enstitüler bile kurulurdu. 31 Aralık 1988'de Erenköy'deki evinde saat 11’de o çok sevdiği daktilosunun başında günlük makalesini yazarken ruhunu teslim etti. Fatih Camii'nde eşine rastlanmamış bir kalabalık ile kılınan o unutulmaz cenaze namazının ardından Edirnekapı Kabristanına defnedildi.

VATAN SEVGİSİ İMANDANDIR…

15 Şubat 1932 Pazartesi günü Ağrı ilinin Doğubayazıt İlçesinde doğan Seyyid Ahmed Arvasi, ailece Van'ın Müküs (Bahçesaray) ilçesine bağlı, Arvas (Doğanyayla) köyündendir. Babası Gümrük Müdürlüğü'nden emekli Abdulhakim Efendi, annesi Cevahir Hanım'dır. Ailenin altı çocuğundan birincisi olan S.Ahmed Arvasî, ilk öğrenimini Van'da başlayıp Doğubayazıt'ta tamamlamıştır. Orta okulu Erzurum'da bitiren Arvasî, lise öğrenimine Erzurum Erkek Öğretmen okulu'nda başladı, Erciş Öğretmen Okulu'nda bitirdi. 1952 yılında Konya'nın Doğanbeyli Nahiyesi'de ilkokul öğretmeni olarak göreve başladı. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik görevini sürdüren Arvasî, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümünü 1958 yılında tamamlayarak çeşitli eğitim enstitülerinde pedagoji öğretmenliği yaptı. Ülkede siyasi gerginliklerin had safhada olduğu 1978 yılında, İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü'nden 24 arkadaşıyla birlikte siyasi amaçlar için sürgün edilen Arvasi, 1979 yılında emekli olmak zorunda kaldı. Aynı yıl Milliyetçi Hareket Partisi Olağan Kongresi'nde Genel İdare Kurulu Üyesi sıfatıyla aktif siyasete atıldı. Bu tarihten sonra da inandığı ve uğruna baş koyduğu Türk-İslâm dâvasını insanlarımıza anlatmayı sürdüren Seyyid Ahmed Arvasi, 31 Aralık 1988 tarihinde daktilosunun başında yorgun düşerek 57 yaşında Hakk'ın rahmetine kavuştu.

Saa5

Büyük mütefekkir Seyyid Ahmed Arvasi, İslam'a, milliyetçiliğin penceresinden değil, milliyetçiliğe İslam'ın penceresinden bakıyordu. "Ben İslâm İman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm'ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuuruna yer yoktur. İster azınlıklardan gelsin, isterse çoğunluktan gelsin her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında Şanlı Peygamberimizin 'Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır' tarzındaki ortaya koydukları yüce prensiplere de bağlıyım. İnanıyorum ki, hem Türk hem Müslüman olmak hem de muasır dünyaya öncülük etmek mümkündür. Ecdadımız bütün tarihleri boyunca bunu denediler ve başarılı oldular. O halde bizler niye bu tarihi misyonumuzu yerine getirmeyelim?" diyordu.