Dünyadaki ülkelerinin yönetimlerinde, köklü bir eksen kayması yaşanırken, demokratik ülkelerle otokratik ülkeler arasında, ayrışma  ve çatışma büyüyor.

Kare dünyanın bütün ülkeleri gibi, Türk ve İslam dünyasındaki ülkeler de, üretimde ve yönetimde, iyileşmenin ve gelişmenin yollarını arıyorlar. Darbelerle dolu demokrasisinde, Türkiye’nin yönetim kültürünü, zenginleştirmesi hayati önem taşıyor. Yeni gelişmelerle demokratik kültürlerini, geliştirmeyen ülkeler küme düşerler.

Dünyanın bütün ülkelerinde, demokratik kültürü zenginleştirmenin yolu, dolaylı  temsili demokrasiden daha çok doğrudan katılımcı demokrasiye önem vermekten geçer. Demokratik ülkelerde katılımcı yönetim olmadan, paylaşımcı üretim olmaz. Telefon ekranı kadar küçülen dünyada,  paylaşım ve katılım, dönüştürücü bir işlev yüklenir.

Gizliliğin olmadığı kare dünyada, açıklık içinde sürekli yenilenmeye dayanan, paylaşımcı üretimin, katılımcı yönetimin gücü katlanarak artıyor. Artık üretimin ve yönetimin sorunlarının, daha çok paylaşımla, daha çok katılımla çözülmesinin öneminden kimse kuşku duymuyor. Her ülkede daha çok paylaşım, daha çok katılım deniliyor.

Ülkelerin demokratik ve otokratik ülkeler olmak üzere, ikiye bölündüğü kare dünyada, iki kesim arasında çatışma hem cephelerde, hem pazarlarda devam ediyor. Bunun için demokratik yönetimlerin geliştirilmesi ve zenginleştirilmesi, bütün ülkelerin gündeminde önemli yer tutuyor. Demokratik ülkelerin gücü, her alanda açıkça görülür.

İster Doğu’da, ister Batı’da dünyanın neresinde olursa olsun, bütün ülkelerde demokratik yönetimin temelini, çoğunluğun görüşü oluştur. Aynı annenin, aynı babanın çocukları olan insanların çoğunluğu, doğruyu yanlıştan ayırmasını bilir, hiçbir zaman yanlışta birleşmez. Yönetimde, çoğunluğa uyanlar zarar görmezler. 

Hayatın bütün alanlarında, çoğunluğun ortak aklını oluşturan sağduyu yolunda, doğru değişmez. Bu yüzden çoğunluk, doğruyu yanlıştan ayırmada zorlanmaz. Anadolu’da azınlığa değil, çoğunluğa uymaya önem verilir. İnsanlığın ortak aklından yararlanarak, ortak akla katkıda bulunanlar, hem üretimi, hem yönetimi zenginleştirirler.

Dünyada seçmenler arasında ayrım gözeten, “Atina Demokrasisi”nden daha çok ayrım gözetmeyen, “Medine Demokrasi”si önem kazanıyor. Yönetilenlerle yönetenler arasındaki ilişkiler söz konusu olduğunda, akıllara Rousseau’nun “Toplumsal Sözleşme”sinden önce, Son Peygamber’in öncülüğünde yapılan “Medine Sözleşmesi” gelir.

Dünyanın her ülkesinde, demokratik yönetimlerin temelini, “Herkesin dini kendinedir, kimse kimsenin dinini değiştirmeye zorlayamaz” ilkesi oluşturur.