`height=

Sitemiz köşe yazarı Dr. Göktan AY`ın Ankara Ü niversitesi  Ankara Devlet Konservatuvarı Viyolonsel Sanatçısı Doç. Sinan DİZMEN ile yaptığı söyleşiyi yayımlıyoruz;

AY:  Nasılsınız? Sizi, yorumculuk, çalıştaylar,  konserler v.b. dışında Sanattan Yansımalar`da yazdığınız iki makalenizle de tanımış olduk; Kendinizi okurlarımıza kısaca tanıtır mısınız?

DİZMEN: Teşekkür ederim. 1973 Ankara doğumluyum.1984`de Hacettepe Ü niversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Viyolonsel Sanat Dalı`na kabul edildim. 1994`de mezun oldum 1995`de aynı kurumda Araştırma Görevlisi olarak akademik hayatıma ilk adımı attım. 1996`da Alman Hükümetinin Bursunu (DAAD) kazanarak önce dil öğrenimi için Mannheim`e oradan da sınavını kazandığım Lübeck Müzik Yüksekokulu`nda eğitimime başladım. Almanya`da bulunduğum süre içerisinde bir çok farklı şehirde solo ve oda müziği konserleri verdim. Çok önemli viyolonselci ve müzisyenlerle çalışma fırsatım oldu. 2001`de Türkiye`ye döndüm ve 'hayalim olan hocalık mesleğini sürdürebilmek için akademik hayatıma başladığım ve mezunu olduğum Hacettepe Ü niversitesi Ankara Devlet Konservatuarı`na geri döndüm. Almanya`da yaptığım eğitimi tanımayınca Bilkent Ü niversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi`nde tekrar Sanatta Yeterlik eğitimini  tamamladım. Hacettepe Ü niversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı benim hoca olmamı, benim kadar istemediği için 2009`de bu kurumdan istifa ettim. 2009-2011 yılları arasında Ankara Devlet Opera ve Balesi Orkestrası`nda Sözleşmeli viyolonsel sanatçısı olarak görev yaptım.2011`de o zamanın  Ankara Ü niversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemal TALUĞ`un daveti ile kurulduğu günden bu yana atıl durumda bulunan Konservatuvarı, değerli viyola sanatçısı ve akademisyen Prof. Çetin AYDAR`ın müdürlüğünde yeniden yapılanma süreci ile ayağa kaldırdık. Ancak sonradan gelen Rektörün kültür perspektifinin eksikliği sebebi ile sanata ve sanatçıya düşman tavırları, okulun 20`ye yakın sanatçı öğretim elemanı kaybetmesine sebep oldu. Ve bununla birlikte elbette öğrenci kaybı. Şimdi konservatuvar demeye bin şahit bir kurum halinde. Ben de burada elimden geldiğince hocalık yapmaya çalışıyorum.

AY:  İlk müzik derslerini Babanız,  Kompozitör ve Teorisyen Doç. Özkan DİZMEN` den almışsınız. Bu birlikteliği anlatır mısınız?

DİZMEN: Evet bu benim için çok önemli zamanlardı. Annem de bale sanatçısı olduğu için evde sanat hakkında konuşmalar her anın bir parçasıydı. Ailece görüştüğümüz her kes sanat camiasındandı. Çocuk bile olsanız bu atmosferden uzak kalmak pek mümkün olmuyordu. Ben de zaman içerisinde müziğe, daha doğrusu notalara ilgi duymaya başladım. Dinlediğim o görkemli eserlerin ve işittiğim ihtişamlı seslerin bir karış partisyon denen kitapçığa sığdığını öğrendiğim gün merakım başladı. Bana hep sanki o büyük eserler büyük sesler çok büyük kitaplara yazılır gibi geliyordu. Ama öyle olmadığını babamdan öğrendim. İlk sorduğum soru, 'ne zaman çok güçlü çalıp, ne zaman hafif çalınacağını nereden biliyorsunuz?' olmuştu. İşte ondan sonra ilk sohbetler ama şimdi dönüp bakınca dersler olduğunu anladığım öğrenim hayatına atılmıştım. İşin daha çekici yanı, ben bir şey sormadan babamın bir  şeyler anlatmaya hevesli görünmemesiydi. Yani bana müziği öğretmeye kalkışmadı. Ama ben müzik veya notasyon ile ilgili ne sorsam hepsini göstererek anlattı. Sadece sorduğumla ilgili cevaplar verdi. Bu durum bir yandan bende merak uyandırmaya başladı. Çünkü öğrendikçe ve sorularıma cevap aldıkça işin tahminimden daha karışık olduğunu anlamaya başladım. Ve sonunda ünlü besteci ve müzik eğitimcisi Muammer Sun`un ilk başlayanlar için bir kitabıyla işi bir üst basamağa taşıdık. Sonrasında Konservatuvara girdim.

AY: GençTürkiye Cumhuriyeti`nin ilk müzik eğitimi çalışmalarından okurlarımıza kısaca bahseder misiniz?

DİZMEN: Elbette.Ben bunu çok ama çok önemsiyorum. Çok büyük bir atılım ve çabadır bu. Türkiye Cumhuriyeti`nin tapusu olan 1923 Lozan Antlaşması`ndan bir sene sonra ilk kurulan eğitim kurumlarından biridir Musiki Muallim Mektebi. Ankara`nın Cebeci semtinde, dört katlı bir apartman dairesinde 1924 senesinde eğitim hayatına başlayan Mekteb`in ilk yasal düzenlemesi, 1925 yılında 18 maddeden oluşan 'Musiki Muallim Mektebi Talimatnamesi'dir. Bu talimatnamede, Mekteb`in 'lise ve orta mektepler ile muallim mekteplerine müzik öğretmeni yetiştirmek' için kurulduğu açıkça belirtilmiştir.1933-1934 yılları Atatürk, Milli Eğitim Bakanlığı`ndan (Maarif Vekaleti) bir 'Millî Musiki ve Temsil Akademisi Kanunu' hazırlanmasını istemiştir. Hazırlanan ve sunulan kanun meclisten geçmiş, ancak Atatürk tarafından uygulamaya konulmamıştır. O günlere tanıklık eden müzikolog ve sanatçı Cevdet Memduh ALTAR anılarında, 'Atatürk`ün hazırlanan kanunla ilgili en büyük çekincesinin, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde bu alana hakim bir birim olmaması ve bu kanunun sadece birkaçsanatçı ve sanat severin görüşleriyle hazırlanması olduğunu' ifade eder. Atatürk, yeni çıkarılacak kanunun mutlaka bir uzman görüşü ile hazırlanmasını istediğini her fırsatta çevresindekilere söyler. Bu çekinceler gölgesinde 1934 yılında '1. Musiki Kongresi' Ankara`da toplanır. Bu kongrede alınan kararlar doğrultusunda 1936 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı`nın kuruluşuna karar verilir. Kurulan Konservatuvar, Musiki Muallim Mektebinin Ankara/Cebeci semtinde, tasarımı İsviçreli mimar Ernst A. EGLI tarafından yapılan yeni binasında bütün sanat dallarıyla eğitim hayatına başlar. Bu arada Almanya`da yapılan görüşmeler sonucunda, Atatürk`ün istediği uzmanlar da bulunarak Türkiye`ye davet edilir. Bu uzmanlar Müzik Sanat Dalları için dünyaca ünlü Alman müzikolog ve besteci Paul HINDEMITH, Tiyatro Sanat Dalı için, Alman tiyatro yönetmeni ve oyuncusu Carl EBERT`dir. Bu iki sanatçı, günümüz Devlet Konservatuvarlarının eğitim temellerinin atılması ve müfredatlarının oluşturulmasında çok önemli rol almışlardır. Türkiye`ye gelir gelmez çalışmalara başlayarak raporlarını Atatürk`e sunarlar. Hali hazırda kurulmuş olan Konservatuvarın, bu raporlar sonucunda yeniden teşkilatlanması ve yeni müfredatın yürürlüğe girmesi ile paylaşılan binada yer sıkıntısı başlar. Bunun üzerine, Musiki Muallim Mektebi 1938 yılında 'Gazi Orta Muallim ve Terbiye Enstitüsü' binasına taşınarak enstitüye bağlı bir şube statüsü ile eğitim faaliyetlerine burada devam eder.

AY: 40 yıl sonra geriye baktığınızda Konservatuvarların YÖK çatısı altına girmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

DİZMEN: Maalesef tam bir fiyasko ve akademik gerileme. Gerçekte meslek ve sanat okullarının Ü niversite sistemine bağlı olmaları 'Yüksek Okul'  adı altında bile olsa eşyanın tabiatına aykırı bir durum. Bizde üniversite denince akıllara liseden sonra yapılan her alanda 'lisans eğitimi' geliyor. Bu nedenle de lise sonrası lisansa dayalı tüm eğitimi Ü niversite çatısı altında toplamışız. Hâlbuki dünyada öyle değil. Ü niversite denilen kurum bilimsel araştırma yapılan ve bilim üretilen bir eğitim kompleksi. Konservatuvar, Güzel Sanatlar ve benzeri meslek odaklı eğitimler için Akademi, Yüksekokul veya Kolej gibi ifadeler kullanılıyor ve kesinlikle üniversite çatısı altında eğitim vermiyorlar. Bizde Akademi, Kolej ifadeleri de doğru yerlerde kullanılmıyor aslında. Kurulduğu 1936 tarihinden itibaren önce Milli Eğitim Bakanlığına sonra Kültür Bakanlığına bağlanmış yönetsel olarak bakanlıklara ama, akademik olarak kendi Sanatsal Akademik Kriterlerine sahip Konservatuvarları bir  gecede bambaşka bir sistem olan Ü niversitelere entegre etmek çok yanlış olmuştur. Muhtemelen 12 Eylül`ün hoyratlığı ile umursanmadan alel acele yapılan bir iş. Bu geçiş yapılırken ileriye yönelik çıkacak sorunlar hiçhesaplanmamış besbelli. İşte şimdi 40 sene sonra konuştuğumuz Eğitim Bilimleri mezunlarının, Konservatuvarlarda istihdamı  gibi daha nice sorunlarla boğuşuyoruz.

Devam edecek; .