Her kitap meraklısı gibi ben de daha önceki kitap dostlarını, kitap aşıklarını, dostane, aşıkane duygularla merak ediyorum. Onlarla ilgili her türlü yazının, bilginin, belgenin derhal peşine düşüyorum. Bu keşif harekâtı olanca kesafetiyle (yoğunluğuyla) devam ederken çoğu zaman beni mutlu eden sonuçlara ulaşıyorum, ama bazen de hayal kırıklığı yaşıyorum.

Bu ikincisine müsaadenizle bir örnek vereyim. Defalarca gözden geçirdiğim kitaplardan biri de ünlü kütüphanecilerimizden Muzaffer Gökman’ın hatıralarını konu alan 'Kitaplar Arasında 44 Yıl' isimli eserdir. Bir akşam, bu kitapla yine ülfet ve ünsiyet tazelerken bazı dipnotlar beni Beyazıt Devlet Kütüphanesine yönlendirdi. Muzaffer Gökman’ın eski gazetelerden birinde 'Kitap Kurtları' başlığıyla yayımladığı yazıyı bir an önce görmek ve okumak için, kendisinin de uzun yıllar müdürlüğünü yaptığı kütüphaneye gittim. Müdür Bey tarihini verdiğim cildi derhal getirtti. Tarihi ve sayısı belli olduğu için aradığım yazıyı buldum, lakin sevincim bir anda hüzne dönüştü. Çünkü başlığı 'Kitap Kurtları' olan bu makalede bildiğimiz anlamda kitap kurtları, yani kitap sevgisiyle yanıp tutuşan 'mecanin-i kütüp' değil de kitaplara zarar veren o küçük, minnacık hayvancıklardan söz ediliyordu. O anda yaşadığım hayal kırıklığının etkisiyle, keşke, bu yazının başlığı 'Kitap Kurtları' değil de, 'Kitap Muzırları' olsaydı diye kendi kendime söylendim.

Bu vesileyle belirtmek isterim ki, kitaplarla, kütüphanelerle ilgili hayli eser yayımlayan kütüphanecilerimizden biri de Muzaffer Gökman’dır. Bendenizin de kütüphanesinde merhumun hemen bütün kitapları yer alıyor. İşte bu kitaplardan bazılarını kütüphanecilik hakkında teknik bilgiler veren, onları korumak, yıpranmalarını önlemek için alınması gereken tedbirlerden bahseden eserler teşkil ediyor. Muzaffer Gökman’ın 1946’da Milli Eğitim Bakanlığı Köprülü Kütüphanesi memuru iken 'Kitabın Sağlık Bilgisi' adıyla neşrettiği eser, sahasında kapsamlı bir çalışma olarak karşımıza çıkıyor. Müellifimiz, önce kitap hakkında kısa bilgiler verdikten sonra, onların bakımı ve korunması için alınacak tedbirleri anlatıyor. Derken sıra kitap düşmanlarına geliyor ve adı geçen eserin en can alıcı bölümünü işte bu kitap düşmanları oluşturuyor. Yazarımıza göre çeşit çeşit kitap düşmanı vardır ve ne yazık ki bunların arasında insanlar da bulunmaktadır. Yine teessüfle belirtmek gerekir ki, bunların içinde en tehlikelileri bildiğimiz o küçük haşereler değil, insanlardır. Muzaffer Bey, sözün burasında bir ikazda bulunuyor kütüphanelerimizde memurların, evlerdeki kütüphaneler için de ev sahiplerinin en fazla dikkat etmesi gereken düşmanlar, bu kabil adamlardır diyor.

Muzaffer Gökman, kitaplara zarar veren nesneleri ve haşereleri rutubet, sayfaların yapışması, güneş ışığı, tozların ortaya çıkardığı kurtlar diye sıraladıktan ve bunlar hakkında kısa kısa bilgiler verdikten sonra sözü kitap düşmanı insanlara getiriyor. Ve sizler, bu satırları okuduktan sonra şu mübarek kitapların ne çok hasmı varmış demekten kendinizi alamıyorsunuz.

Herkese açık kütüphanelerin olduğu gibi, şahıslara ait kütüphanelerin de birtakım düşmanlarının olduğu biliniyor. Aldıkları kitapları geri getirmeyenler, getirseler bile perişan bir halde teslim edenler de bir bakıma bahsini ettiğimiz bu gruba giriyor. Bunların içinde ödünçaldığı kitaba sahip olmak düşüncesiyle unutturmaya çalışanlar da bulunuyor. İşte bu ilgisizlik, hatta hırsızlık kitap dostlarını, daha fazla düşman kazanmamak için tedbir almaya sevk ediyor. Hatta bir daha kimseye kitap vermemek için yemin bile ettiriyor. Ödünçaldığı kitapları iade etmemek suretiyle kütüphane kuranlar bile vardır ki, bilindiği gibi bunlara da 'bibliyofil' denilmektedir.

Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin hafız-ı kütübü tam anlamıyla muhafız olduğu için kitap muzırlarının listesini uzattıkça uzatıyor. Gökman’a göre direkt olmasa bile dolaylı yoldan kitap tahripçilerine daha çok umumi kütüphanelerde rastlanıyor. Depodan çıkarılan ve okuyucuya takdim edilen bir kitap bazen kadir kıymet bilmeyen hoyrat bir adamın masasına gidebiliyor. Sadece kendilerini düşünenler ve kendilerine emanet edilen eşyayı hor kullanan bu adamlar, not alırken dirseklerini kitabın sayfalarının üstüne koyuyorlar, hatta aldıkları notları kitabın üstünde yazanlar bile oluyor. Bu da tabii ki kütüphaneye ait kitabı yıpratıyor. Parmaklarını tükürülmeyerek sayfaları çevirenlere, cildi kıvırarak okuyanlara gelince, hiçşüphe yok ki onların bu densizce hareketleri de kitaplara zarar vermiş oluyor. Kitaba zarar verenin de kitap düşmanı kabul edileceğini söylemeye bilmem gerek var mı?

Kitap hırsızlarına gelince Muzaffer Bey bunları da hırsızlık yapmak için çalanlar, kitap meraklısı olup da şahsi kütüphanelerini zenginleştirmek ve koleksiyonlarını tamamlamak için araklayanlar diye ikiye ayırıyor.

Merhum kütüphanecimize göre, bunlar birincilere nazaran çok daha tehlikeli olup ne yazık ki içlerinde makam ve mevki sahibi kimseler de bulunmaktadır.

Bunlardan bazılarının isimlerini benim de duymuşluğum vardır. Adi hırsızların arasında da kitap çalanlara rastlıyoruz. Bu kültürlü (!) hırsızlardan birinin merhum Memduh Cumhur Bey dostumuzun kütüphanesinden bir takım Mesnevi’nin Ankaravi şerhini yürüttüğünü, daha sonra yakalandığını biliyoruz. Bendenizin de evine birkaçdefa hırsız girdiği halde hiçbiri kitaplarıma el uzatma tenezzülünde bulunmadı.

Muzaffer Gökman, kütüphane görevlilerini hırsızlık olaylarına karşı teyakkuza davet ettikten sonra, kimsenin aklına gelmeyecek iki hırsızlık vakasından söz ediyor. Merakınızı gidermek için ben de size nakledeyim.

Kütüphanelerin birinde, matbu ama nadir bir koleksiyonun bir cildi okunmak üzere alınıyor. Okuyucu, bu kitabı sırayla birkaçgün gözden geçiriyor ama bir daha gelmiyor. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra aynı koleksiyonun daha önce okunan cildi, başka bir okuyucu tarafından isteniyor. Birkaçdakika sonra okuyucu 'yanlış verildi, ben bu kitabı istemiyordum' diyerek, kütüphane görevlisine müracaat ediyor. Durum incelendiği zaman, koleksiyonun diğer cilt kapaklarına uygun olan bu cildin içine, önemsiz bir kitabın konulduğu anlaşılıyor.

Muzaffer Bey, bunun nasıl olduğunu anlatırken şunları söylüyor: Daha önce kütüphaneye gelmiş olan okuyucu, defalarca bu kitabı isteyerek cildinin, etiketinin bütün özelliklerini bir güzel tespit ediyor. Aynı şekilde bir cilt yaptırarak kütüphanenin kapanma saatinde işi aceleye getirip bu benzeri kitabı görevli memura iade ediyor. Görevli memur da aldığı kitabın sadece numarasına bakmakla yetinip yerine kaldırıyor. Kitap isteme fişlerinden daha önce bu kitabı okuyan kimse araştırılıyorsa da verdiği adresin ve hüviyetin sahte olduğu anlaşılıyor.

Muzaffer Bey’e göre kütüphane görevlisi iki açıdan hata etmiştir. Birincisi, bu kötü niyetli okuyucunun kimliğini tespit konusunda gerekli titizliği göstermemiştir. İkincisi de kitap iade edildiği sırada içini açarak kontrol etme ihtiyacını duymamıştır.

Gökman, kitap hırsızlığına ikinci bir örnek daha verip şunları söylüyor:

Kütüphanelerin birinden iki yazma eser alınıyor. Giyinişi gayet şık ve konuşması da o nispette düzgün olan ve kütüphaneye ilk defa gelen sözüm ona bu okuyucu, bir alim edasıyla not defterini, büyütecini ve daha başka bir iki araçgerecini masanın üstüne koyuyor ve uzun süre çalışıyor. Bir müddet sonra masadaki kitap ve evrakı olduğu gibi bırakarak, elini yıkamak bahanesiyle salondan dışarıya çıkıyor, lakin bir türlü geri gelmiyor. Durumu fark eden kütüphane görevlisi okuma masasına yaklaşınca kitaplardan birinin eksik ve karşıdan bakıldığı zaman orada bulunan defterlerin ikinci bir kitap varmış görüntüsünü verecek şekilde yerleştirilmiş olduğunu görüyor. Heyhat! Hırsız okuyucu, bir daha dönmemek üzere kütüphaneyi çoktan terk etmiştir.

Bu türlü hırsızlık vakaları ne yazık ki bizi suçlu durumda bırakıyor diyen kıdemli kütüphanecimiz merhum Muzaffer Gökman, bazı tedbirlere baş vurulmasını istiyor. Buna göre, görevlilerin tanımadığı okuyucuya nadir eser verirken muhakkak fotoğraflı kimlik belgesi istemelidirler. Tek nüshalı kitaplar talep edildiği zaman da önce kütüphane müdürünün müsaadesi alınmalı, sonra da bu türlü kıymetli kitaplar salonda görevli şahsın nezareti altında okutulmalıdır.

Kütüphanelerdeki hırsızlık vakaları elbette ki Muzaffer Bey’in anlattığı bu birkaçörnekten ibaret değildir. Konuyla ilgili yapılacak araştırmanın ciltleri dolduracağını tahmin ediyorum. Kütüphanelerimizden çalınan ve yurt dışına kaçırılan kıymetli eserler hakkında makaleler kaleme alan araştırmacılarımızdan en önemlilerden birinin de eski kütüphanecilerimizden Müjgan Cunbur olduğunu bu arada hatırlatmak istiyorum.

Kütüphane muzırlarının arasında bir de jiletçilere rastlıyoruz. Bunlar doğrudan kitaba değil de gazete ve dergi koleksiyonlarına zarar veriyorlar. Zarar veriyorlar ne kelime, adeta cinayet işliyorlar. Adam, önüne konulan gazete cildinin sayfalarını çevirirken aradığı yazıyı veya resmi bulunca onu normal yollardan, yani fotoğrafını çekerek, kopya ederek değil de sayfayı keserek bir nev’i cinayet işliyor. Aynı yöntemi tabii ki dergi ciltleri için de uyguluyorlar. Böyle sayfaları kesilmiş gazete ve dergi ciltlerine bendeniz de defalarca rastlamışımdır.

Jiletçiler doğrudan kitabı değil, gazeteleri ve dergileri hedef alıyorlar dedim ama maalesef bunun da istisnası var. Yani kitaplar için de kesici aletler kullanıldığı biliniyor. Bunların arasında kendi kitaplarını bile kesme işlemine tabi tutanlar var. Nereden biliyorsunuz diye sorarsanız karşılaştım da oradan biliyorum cevabını verebilirim.

Tanıdığım bir sahaf bir gün telefon etti. Hocam, birkaçkoli eski kitap ve evrak satın aldım. Gel, bak. Belki işine yarayan bir şeyler çıkar dedi.

Böyle bir davete icabet edilmez mi?

Derhal arkadaşın dükkanına gittim. Önüme konulan kolilerden saatlerce bir hayli kitap ve dergi seçtim.

O kadar heyecanlandım ki adeta kendimden geçtim. Lakin bu mutluluğum uzun sürmedi. Eve gelip de kitapların ve dergilerin bazı sayfalarının kesilmiş olduğunu görünce şok yaşadım.

Nasıl şaşırmayayım ki bu ünlü yazarımız, hem de kendi kütüphanesine ait kitapların birçoğunu “tabirimi mazur görün” kılıçtan geçirmiş.

Bunların içinde merhum Sadeddin Nüzhet Ergun’un 'Türk Şairleri' isimli antolojisi de vardı. Hem de takım halindeydi. Ne yazık ki, onun da bazı sayfaları kesilmişti. Halbuki uzun zamandan beri bu takımın peşindeydim. Bu vahim durumu arkadaşa bildirdim. Neticede fiyattan indirim yapıldı, ben de bu harp malullerini kütüphanemin raflarına yerleştirdim.

Kitap düşmanları saymakla bitmiyor. Ne yazık ki bunların arasında bazı idareciler bile bulunuyor. Ne demek istediğimi daha iyi anlamak için, harf inkılabından sonra eski yazılı kitaplara uygulanan imha hareketini gözden geçirmek gerekiyor.

Bazı vilayetlerin valileri bu konuda o kadar ileri gidiyorlar ki şehrin sokaklarında tellallar dolaştırarak evlerdeki eski yazılı kitapları toplattırıp yok ettiriyorlar. Kitap imha memuru diyebileceğimiz böyle valilerden birini tanımak ve dehşet verici icraatı hakkında bilgi almak istiyorsanız Yavuz Bülent Bakiler’in 'Gidenlerin Ardından' isimli eserinde 'Hasib Efendi' başlığıyla yer alan yazıyı okumanız icap ediyor.