İsrail’in Filistin’de giriştiği kan dökücü saldırılar serisi, katliamları aşarak soykırım seviyesine vardı. Kısa süren ateşkesten hemen sonra tekrar başlayan saldırılarla asıl maksat ortaya çıkmaya başladı: Yapılmaya çalışılan şey gerçek anlamda bir “Etnik Temizlik”. Çünkü Hamas’ın bulunmadığı West Bank yani Batı Şeria da bu saldırıların sürdüğü bir alan halinde. Sivil, çocuk bütün Filistinlileri sürgüne bile göndermeden yok etmek istiyorlar. “Bütün bunları unutturacak bir barış” ilan edildiğinde de, işgal ettikleri topraklara dünyanın dört bir tarafından Yahudileri getirip yerleştirecekler. Tabii bu onların planı. Bir de kainatın sahibi, Kadir-i Mutlak olan yüce Yaradan’ın planı var. 

Kendi dinî inanışlarına ait kehanetleri gerçekleştirmek istediklerini söyleyen İsrail başbakanı Bünyamin Netanyahu, Yeşaya kehanetleri doğrultusunda hareket ettiklerini beyan etti. Yeşaya Kehanetleri, bizim kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de geçmediği gibi Tevrat’da da geçmiyor. Tanah adlı kitapta geçiyor. Tanah, Yahudilerin yazılı dini kaynaklarının bulunduğu ve Tevrat’ı da kapsayan sekiz yüz bir sayfadan oluşan kitaba verilen isim. 

Bu detayı özellikle aktardım çünkü Filistin’de yaşananlar, İsrail’in  yaptıkları, dünyadaki tüm Yahudiler tarafından desteklenmemesine rağmen, Yahudiliğe ait bu inançlar doğrultusunda ilerliyor. Netanyahu’nun açıklamaları bu yönde.

İsrail yönetiminin kehanetlere dayalı saldırganlığı Amerika’daki Evanjelist inancındaki Protestanlarca destekleniyor derken, birden küreselci Demokrat Parti hükümetinin, başta Katolik başkan Joe Biden olmak üzere, Dışişleri bakanı Antony Blinken ve yönetimdeki diğer unsurlar tarafından da desteklendiğine şahit olduk. Bir gün içerisinde gördük ki, aynı tavır küreselci medya tarafından da benimsenmiş ve Filistin halkının seksen yıldır çektiği çileler, maruz kaldığı saldırılar ve katliamlar yokmuş gibi gösterilerek, olay bir saldırı ve sonrasında gerçekleşen rehine krizi şeklinde lanse edilmekte. Amerikan Kablo Yayın Haber şebekesi CNN International, rehinelerin aile fertlerini ekrana çıkararak müthiş bir duygu sömürüsüne başladı. Ülkesini ve halkını işgalcilere karşı savunmaktan başka amacı olmayan Filistinli mücahitlerin terörist olarak gösterildiği bir yayın süreciydi bu. Bir kaç gün önce de, işgalcilere karşı direnen Filistinlileri “fikren bile olsa” destekleyen herkesin “öldürülmesi” gerektiğini söyleyen İsrail savunma bakanının sözlerini okuduk medyada.  

Bütün bunlar olurken, dünya halkları günümüzün gelişmiş kitle iletişim araçları sayesinde Filistin’de yapılan katliamlara bizzat şahit oldu. İnsanlar hastanelerin bombalandığını, çocukların öldürüldüğünü, on binlerce masum sivilin İsrail ordusu tarafından katledildiğini paylaşılan video ve diğer görsel materyallerde gördü. New York dahil dünyanın pek çok şehrinde Filistin’i destekleyen ve İsrail’i eleştiren gösteriler, milyonlarca insanın katılımıyla devam ediyor. Küreselcilerin amiral gemisi CNN International haricindeki yayın kuruluşlarının tavrı da değişmeye başladı. Filistin halkının haklı davasından söz etmeye başlayanlar var. Hatta bazıları Filistinlilere yapılan mezalimi göstermeye, katliamları ve sivil halka uygulanan acımasız faşist yöntemlerieleştirmeye başladılar. Gazze’deki yıkım görüntüleri, cenazeler, binlerce çocuğun cesetleri zaten herşeyi anlatıyor. Küreselcilerden bazıları, önderlerinin aksine bir avuç siyonistin peşine takılıp gitmeyi reddeder hale geldiler. Her bin yılda bir ortaya çıkıp, güya Tanrı’yı kıyamete zorlamak için, bekledikleri mesihi getireceklerini zanneden, bunun için de masum çoluk çocuğu öldürenleri görüp tiksinenler oldu. Sosyal medyada bu tür tepkileri içeren materyallerin paylaşımları sürüyor.  

Küreselcilerin varlığının bile farkında olmayan bizdeki bazı akademisyenlere, siyasetçilere bu yol ayrımlarının ve kırılmaların önemini anlatmak zor. Küreselciler, renk, dil, din ayrımı olmayan, hatta insanoğlunun kadın-erkek diye ayrışmayacağı bir tek dünya devleti vaad etmişlerdi peşlerinden giden kitlelere. Şimdi faşizme olan destekleri, iddia ettikleri gibi bilimin değil, kehanetlerin peşinden gittikleri, yani gerçek yüzleri ortaya çıkıverdi. Kitlelerin giderek artan tepkilerinin arkasında bu iki yüzlülüğe olan tavır da yatıyor. Kendilerine bağlı her küresel kuruluşun başına, bulunulan ülkedeki çoğunluğun zıddına giderek yerleştirdikleri farklı etnik, dini, mezhepsel kökenden insanlarla kendilerine “hümanist” bir hava vermeye çalışan küreselcilerin, aniden mazlum bir halka uygulanan soykırımın parçası olarak sahneye çıkmalarından bahsediyorum. Takke düştü kel göründü derlerdi eskiler, aynen öyle oldu. Biz küreselcilerin insanseverliklerinden değil, o kişilerin arkalarında halk desteği olmadığı için daha kolay etkileri altında tutulabilir olduğu için göreve getirildiğini daha önce yazmıştık. 

Şimdi Amerikalıların ve dünya halklarının büyük tepkisiyle karşılaşınca iki devletli çözümden bahsetmeye başlamaları da tesadüf değil. Bu hatadan dönmeleri gerektiğini anladılar, çünkü Amerika’da seçimler yaklaşıyor. Küreselciler için merkez üsleri olan Amerika çok önemli. Trump’ın önünü kesmek için iki yüz ayrı mahkeme açmaları yetmedi. İnanç ve ideolojik olarak siyonistlere daha yakın gördüğümüz Trump, şimdi askeri harcamaları kısmak, diğer ülkelere yapılan yardımların azaltılması gibi söylemlerle iktidara yürüyor. Ukrayna savaşını bir günde bitireceğini, Ortadoğu’da ise barışın savaştan daha çok Amerikan çıkarlarına uygun olduğunu söylüyor. Geçmiş başkanlığı döneminde de bu söylediklerini fiilen doğrulayan işler yaptığı için inandırıcılığı da yüksek.

İngiltere ise henüz tutarlı bir tavır sergileyemedi. Belli ki hükümet ile derin İngiliz devleti arasında bir uyumsuzluk söz konusu. Eski İçişleri Bakanı Suella Braverman, ülkesinde Filistin’e destek amaçlı yapılan gösterilerde güvenlik güçlerinin daha sert davranmasını istediği, göstericileri yeterince engellemedikleri için polis müdürleriyle ters düştüğü için görevden alınmıştı. Yerine Dış İşleri Bakanı James Cleverly getirildi. Dış İşleri Bakanlığına ise Kraliçe Elizabeth döneminde başbakan olarak görevlendirilmiş olan David Cameron atandı. 

Bu noktada biraz duralım. 

David Cameron, 27 Temmuz 2010 tarihinde başbakan olarak Türkiye'ye bir resmi ziyaret için gelmiş ve "Gazze açık hava hapishanesi olarak kalamaz" demişti. Birleşik Krallık'ta geniş yankı bulan bu ifadeler için Independent gazetesi, Cameron’un Türkiye ziyaretiyle İsrail’e karşı bir savaş başlattığını açıklarken, Financial Times ise İngiliz Başbakan'ın bu sözleriyle Ankara’da alkışlar aldığını yazmıştı. Şimdi aynı Cameron  Dışişleri bakanı olarak geçtiğimiz hafta şu açıklamayı yaptı: “Filistin halkının uzun vadeli güvenlik, emniyet ve istikrarı olmadıkça, İsrail için de uzun vadeli güvenlik ve istikrar olamayacaktır.” Tavır çok net ama İsrail, hem Amerikan yönetiminin iki devletli çözüm önerisi içeren açıklamalarını, hem de İngilizlerin tavrını önemsemeyerek sivillere yönelik katliamlarına devam ediyor. Hamas’ı yok etme bahanesiyle başladığı bu kan dökücü kehanet savaşına sadece Gazze’de değil Hamas’ın bulunmadığı Filistin Kurtulu Örgütü hakimiyetindeki Batı Şeria’da da devam ediyor. Bu tavrıyla asıl derdinin tüm Filistin topraklarını etnik temizlik yaparak Yahudi işgalcilere açmak olduğu da artık netleşti. Sonrasında da kendi kehanetlerinde sözü edilen Suriye ve Türkiye topraklarına saldıracak. Bazı “makul geçinen” köşe yazarları  ve akademisyenlerin bu tür görüşlere komplo teorisi demesi artık umurumuzda değil, çünkü bu şahıslardan hiç birisinin on binlerce masum sivil ve çocuğun katledildiği bu kan dondurucu sonucu açıklayacak mantıklı tek bir argumanı yok. 

Yakın zamanda İsrail’in, Birleşmiş Milletler tarafından durdurulmasını, Gazze’nin uluslararası barış gücü tarafından koruma altına alınmasını, en azından katliamların duracağını tahmin etmek zor değil. Bir sonraki aşamada bu soykırımın ve etnik temizlik girişimlerinin hesabının sorulması, İsrail’i yönetenlerin ve katliamlara ortak olanların savaş suçları mahkemelerinde yargılanması gündeme gelmeli. Sessiz kalan Hz. Adem’in çocukları, hiç olmazsa bunu başarmalı.