'Memleket böyle bölündü' dedi bir ihtiyar adam TRT Belgesel`in 'Daha Güzel Bir Hayat' adlı programında.

Yanan ateşe odun attı ve yer sofrasına bir tabak un çorbası ve yarım ekmek koydu yaşlı elleriyle. Kış aylarında eşi şehre gidermiş çocuklarının yanına. E tabi odundu, hayvandı kim uğraşacak, evin adamı da kıyamıyor eşine ve gönlü istemese de yolluyor şehre yani çocukların yanına.

'İyi ki televizyon var yoksa napardım' diyor böldüğü ekmeği çorbasına banarken. Yüzü buruş buruş, bakışlarında hafif bir hüzün var sanki TV ekranına değil de geçmişte kalmış bir yerlere, bir şeylere bakıyor. TV bahane, aslolan bir ses, bir yoldaş hayatta.

Memleket olgusu hepimizin içinde bir yerlerde vardır. 'Nerelisin' sorusunun temelinde büyük bir özlem yatar aslında. Hani hemşeri çıkarsan iki lafın belini kırarız, içimiz şenlenir aynı köyün yolundan, köprüsünden filan bahsederiz. Yakınlaşırız ve bir enerji çıkar açığa, şu keşmekeşin içinde moral olur belki.

'Nerelisin' sorusuna beklenmeyen bir cevap gelince de, 'Türkiye`nin her yeri' güzel diyerek kapanır cümle. Paçavraya dönmüş bir İstanbul`da herkes teselli peşinde.

Genlerinde yaylaların temiz havası, sahillerin sıcaklığı, kuşların sesi, bahçelerin yeşili sinmiş insanların birbirine geçmiş apartmanların içinde verdiği mücadele tıpkı karıncaların kendilerine açtığı o daracık tünellerde geçirdikleri mücadeleye benziyor. Birbirine yapışmış çirkin apartmanlar, her köşeden seni ezmek istercesine fırlayan araçlar, Dolunayı görmek için neredeyse camdan düşecek hale gelen çocuklar; Göremezler; Bu vıcık vıcık, yapış yapış şehirde ne yıldızları ne de ayı göremezler.

İstanbul`a göçetmiş başka bir yaşlı amca ise şöyle diyor 'Şehirde bir hafta ömrüm oluyorsa köyde bir ay. Doğalgaz, elektrik, su, telefon geriye 200 lira kalıyo, 200 liraya ay gelir mi ya' diyor umutsuzca ve devam ediyor 'Adam şehirden köye geliyo bizi beğenmiyo ama cebinde beş kuruşu yok';

`height=

Herkes düşünsün: siz bu çelişkinin neresindesiniz?

Ben de baba toprağından dönerken uçağın camından Çukurova`ya bakarken içimden bir parçayı orada bırakmışım gibi gelir ve giderken de izlerim oraları. Torosları; Uçak fobim olmasına rağmen tek bakabildiğim yer o topraklar. Hepimizin ruhunda vardır bu; Oralardan bir şeyler vardır. Göçvermemeliydi hiçbir şehir, İstanbul`un değil bu ülkenin her yerinin taşının toprağının altın olduğu anlatılmalıydı bu insanlara. 'İki hane kaldık' diyor yaşlı bir amca bu köyde; Olağan üstü güzelliklerle dolu bir köyde sadece iki hane;

Ve İstanbul salt tüketime odaklı bir hayatın içine hapsolmuş, kutu gibi evlerde yaşam mücadelesi veren insanlar; Tüketerek teselli olmaya çalışan ama öte yandan acı çeken ruhunun sesini bastıramayan insan ordusu.

Ve yine İstanbul, artık taşından toprağından nefret edilecek hale gelmiş, içinde barındırdığı değerlerin fark edilmediği, sadece iş merkezi olarak algılanan beton yığını, tanıdık tanımadık binlerce yüzün dolaştığı, nefes alınamayacak hale gelen, neden geldin dendiğinde 'ekmek parası ' denen ama ekmeğin en güzelinin hala köylerde yendiği ülkenin bir yanına fırlatılmış kepazelik.

İstanbul boğazına bakan her yüz yorgun, her yüz özlem dolu. Sanmıyorum ki birileri geçen vapurları fark ediyor olsun. Eskiden dedemin evinden vapur düdüklerinin sesi duyulurdu şimdiyse araba gürültüsüne karışan insan sesleri Bülbüldere Mezarlığında yatanları rahatsız ediyor çünkü yaşayanlar bu sesi duymuyor bile. Beyni törpülenmiş, algıları yok olmuş, bakışları puslu, zombiyi andıran insanların istilası artık bu şehrin selâsını okutuyor.

Tersine göçolur mu bilmem. Köyler tek tek terk ediliyorken İstanbul bu çileye daha ne kadar katlanır bilinmez. Ü şenmeyin ve bir gün adalar vapuruna binin. Giderken İstanbul`u izleyin ne göreceksiniz. Gökdelen demeyin, gökdelen bir şehrin süsü gibidir. Modern bir mimaridir ve bu beni rahatsız etmez varsın göğe doğru uzansın şık şıkıdım gökdelenler. Siz apartmanları sorgulayın. Domino taşları gibi sorgusuz sualsiz serpiştirilmiş hele de ayrık nizam yapısına sahip olan ama şu an değil bitişik, içiçe geçmiş nizam yüzünden hayatının en iğrençzamanlarını yaşayan Anadolu yakası çiğnenip atılmış bir sakız gibi. İğrençve niteliksiz yapıların Adatepe taraflarından Tuzla`ya kadar size nasıl bir manzara sunduğunu acıyla izleyin.

Bu millet bir şekilde Anadolu`ya dağılmalı, Anadolu`sunu sevmeli. On yılda bir gidip yufka ekmeğe taze soğan sarıp ısırmak olmamalı aklının kenarına koyduğu koyacağı köy anısı. Karar vermeli ve gitmeli. Ve tabi teşvik edilmeli. Bunu da ben yapacak değilim. Onlarca niteliksiz okul açılacağına sağda solda Anadolu`ya, toprağa, insana kalıcı yatırımlar yapılmalı. Toprağı sevdirebilirsen bu insana İstanbul`da kurtulur, Anadolu`da. Bahsettiğim belgeseli izlemelisiniz.

Bir köpeğin köyde nasıl koşup sevinçle oynadığını öte yandan İstanbul`un bir karış yeşilliği kalmamış, sokak demeye şahit isteyecek yerlerinde ızdırap çeken hayvanları da bir düşünün.

Ve yaşlı amca sözünü şöyle bitiriyor 'Bi süt bi yumurta, son çırpınışları bu milletin. Bizi arayan, bugün bulur yarın bulamaz.'