Kaleme aldığı birbirinden değerli eserleri kültür dünyamızı hayli zenginleştiren merhum Ekrem Hakkı Ayverdi insanlar gibi binaların da kendilerine mahsus dilleri olduğunu ve o dille konuştuklarını söylerdi.

Bendeniz de buna küçük bir ilavede bulunmak istiyorum ve diyorum ki, binaların, özellikle tarihi yapıların dillerinin yanı sıra kaderleri de söz konusudur. Büyük insanlar, zaman zaman büyük felaketlerle karşılaştıkları gibi, tarihi eser statüsüne giren bazı binalar da tehlikeli dönemler geçirmişlerdir.

Bir zamanlar yıkılmaktan, yok edilmekten kıl payı kurtulan İstanbul’un abide eserlerinden biri de bugünkü 'Millet Kütüphanesi'dir. Fatih’teki bu zarif Osmanlı eseri aslında bir hadis medresesidir. Sultan İkinci Mustafa’nın da hocası olan Şeyhülislam Feyzullah Efendi bu medreseyi aynı maksatla kullandı ve kendisine ait kıymetli kitaplar da halen burada muhafaza edilmektedir.

İşte bu zarif Osmanlı medresesi, bin dokuz yüzlü yılların başında yıkılma, yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya geldi. O zaman ki İstanbul şehremini, yani belediye başkanı Operatör Cemil Topuzlu, adı geçen tarihi binayı ortadan kaldırıp arsasını başka bir amaçla kullanmak istiyordu. Rivayete göre orayı bando mızıka takımına tahsis etmeyi düşünüyordu. Bu maksatla gizlice teşebbüse geçildi ve binanın bir an önce yıkılmasına karar verildi.

Tam bu sırada beklenmedik bir gelişme oldu.

Bir gün, faytonuyla bahsini ettiğimiz tarihi medresenin yanından geçen Madam Bombar, kazmalı kürekli birtakım heriflerin binaya girip çıktıklarını görünce işkillendi yahut merak etti. Bu kadın, o zamanki Fransız başkonsolosunun hanımı olup aynı zamanda İstanbul Muhipler Cemiyeti’nin de üyesiydi. Belli ki İstanbul’un tarihine, kültürüne karşı bir ilgisi vardı. Derhal harekete geçip durumu konsolos kocasına bildirdi. Devrin padişahı Sultan Reşad’ın huzuruna çıkıp bu yıkıma engel olması için ricada bulundu.

Sonuçolarak, medrese padişah fermanıyla yıkılmaktan kurtuldu.

Buna göre, Millet Kütüphanesi’ni Fransız başkonsolosunun karısı Madam Bombar’a borçluyuz dersek tarihi bir gerçeği dile getirmiş oluruz.

Garabetin derecesine bakınız ki, yerli belediye başkanımız, böyle bir ecdat yadigarını ortadan kaldırma teşebbüsünde bulunuyor, yabancı bir kadın da buna engel oluyor.

Ne yazık ki Cemil Topuzlu’nun böyle daha bir takım icraatı bulunuyor. Yahya Kemal, 'Kör Kazma' başlığıyla kaleme aldığı bir yazısında onun bu yıkım hareketlerinden birine engel olmak istiyor.

Kütüphaneciliğimizin medar-ı iftiharı Ali Emiri Efendi, resmi görevi sona erip o kıymetli kitaplarıyla baş başa kalınca bir kütüphane kurma ve on beş bin civarındaki kitaplarını milletine bağışlama kararı alıyor. Bu maksatla Evkaf Nezaretine, yani Vakıflar Bakanlığı’na bir dilekçe veriyor.

1916 yılında yazıp takdim ettiği bu dilekçesi kabul edilerek, yukarıda bahsini ettiğim medrese binası kendisine veriliyor. Ali Emiri Efendi, bir ömür boyu, bin bir zahmetle topladığı, boğazından keserek biriktirdiği kitaplarla kütüphanesini kuruyor. İlk hafız-ı kütübü, yani müdürü olarak göreve başlıyor. 1924 yılında vefat edene kadar 'kurucu müdür' vazifesini devam ettiriyor.

“Ben bütün bu kitaplarımı aziz milletime bağışladım, dolayısıyla adı da 'Millet Kütüphanesi' olsun” diyor. İşte İstanbul’umuzun yazma eserler bakımından zengin bir kütüphanesi olan 'Millet Kütüphanesi'nin kısa hikayesi bundan ibaret.

Konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi almak isteyen kıymetli okuyucularımızın adı geçen kütüphanede uzun yıllar müdürlük yapan merhum Mehmet Serhan Tayşi’nin 'Ali Emiri’nin İzinde' isimli kitabını baştan sona okumaları gerekiyor.

Az kalsın unutuyordum.

Bu tarihi binanın deyim yerindeyse hayat hikayesinde bir başka Fransız daha rol alıyor.

O zamanki Fransız işgal komutanı kim bilir hangi sebepten dolayı Millet Kütüphanesi’ni Paris’ e taşımak arzusuna kapılıyor.

Bir gün kütüphaneye gelip niyetini açıkça söylüyor ve Ali Emiri Efendi’yi de ikna etmek için cazip tekliflerde bulunuyor.

Merhumun bu ahlaksız teklif karşısındaki celadeti ve işgal komutanını nasıl def ettiği, yukarıda adını verdiğim eserde uzun uzadıya anlatılıyor.

Erbab-ı müracaata tavsiye ediyorum ve sözü 'Ali Emiriye Gazel' yazan Yahya Kemal’e bırakıyorum.

Yekpare nur olan bu kütüphane-i nefis

Yekpare servetiydi bu alemde kendinin

Kütüphane haberleri 

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ndeki büyük kütüphaneye kitap bağışları devam ediyor. Geçenlerde vefat eden usta gazeteci Ahmet Güner Elgin’in de kitaplarını bu kütüphaneye bağışladığını, bir gazete haberinden öğrendim.

Keza Prof. İlber Ortaylı da kitaplarını aynı kütüphaneye verdi. Gazeteciliğinin yanı sıra kitaplara ve antika eserlere olan düşkünlüğüyle de tanınan Mehmet Şevket Eygi ağabeyimizin de hayli zengin olan kütüphanesini keza Beştepe’ye hediye ettiğini daha önceden biliyordum.

Beştepe’deki bu kütüphane kurulma aşamasındayken bazı yazarlar Ankara’ya davet edilip görüşlerine başvuruldu. Benim davet edildiğim gurupta Beşir Ayvazoğlu, Prof. Ali Birinci, Doğan Hızlan’ın yanı sıra daha başka kütüphaneciler de bulunuyordu. Önce bize konuyla ilgili bilgi veren Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, beş milyon kitabı bir araya getireceklerini belirtti. Söz sırası bana gelince, bir o kadar daha zam yapıp kitap sayısının on milyon olmasını teklif ettim. Dünyadaki büyük kütüphanelerle rekabet edebilmek için rakamın büyük olması gerektiğini söyledim. Ayrıca bağışta bulunan zevatla irtibatların devam ettirilmesi, onların zaman zaman kütüphaneye davet edilip konuşturulması teklifinde bulundum.

Bu vesileyle şunu da söyleyeyim ki, son zamanlarda kütüphaneler konusunda nitelikli yayınlar yapılıyor. Prof. İsmail Erünsal’ın konuyla ilgili kitaplarından sonra, merhum Tahir Harimi Balcıoğlu’nun 'Medeniyet Tarihinde Kütüphaneler' isimli son derece önemli eseri de, bir takım ilavelerle kitabiyat dünyamıza kazandırıldı. Belli ki 'Büyüyen Ay Yayınları' daha da büyüyecek.

Unutmadan söyleyeyim. Üsküdar Belediyesi’ne ait 'Evlendirme Dairesi' de bugünlerde 'Nevmekân 2' adıyla zengin bir kütüphaneye dönüştürüldü. Bu vesileyle Başkan Sayın Hilmi Türkmen’i tebrik ediyorum.