Vuslatının 37`inci yılında Muzaffer Efendi`ye rahmeti vesile kılarak hazırladığımız yazı dizimizin ikinci bölümünde Ü stad`ın (ks) askerlik yıllarını ve ötesini yazar, ses sanatçısı Cumhur Enes Ergür`ün lisanından günümüz insanının irfanına arz etmeye gayret ediyoruz. 

Muzaffer Efendi`nin askerlik yılları;

'(Biraz geriye gidelim; ) 1936 yılında Muzaffer Efendi`ye celp geliyor, askerlik celbi. Efendi Hazretleri tahsil gördüğü için, Molla olduğu için kitapları var. Bu arada Kefeli Camii`ne naklolmuştu ya oranın, o camiinin imamı &ndash Şakir Çörüş Hoca ismi, Sultan Selim`deki Şakir Hoca başka, bu başta, birbirine karışmasın- sahaf. Muzaffer Efendi diyor ki 'ben askere gideceğim. Bu ders kitaplarımı satayım, hem kendime harçlık yapayım hem de anneciğime nafaka bırakayım.' niyetiyle Şakir Efendi`ye teklif ediyor kitaplarını. Efendi`nin niyeti de şu: '20 lira versin alsın. 10 lirayı anneme bırakırım, 10 lirayı da kendime harçlık yaparım.'  Hoca '6 lira vereyim' diyor kitaplar için. Bu (teklife) çok üzülmüş Muzaffer Efendi. Hatta kendisinin bir tarifi var, biz o para birimlerini bilmiyoruz. 10 metelik, yok beş kuruş, iki buçuk eder, oradan 5 lira eder, tramvay parası yaparım' diye hesap yapıyor, -her gün onun yerine camiye gidecek, namazları kıldıracak-, her gün tramvayla gidip gelse zaten diyor '50 kuruş, şu kadar eder, 50 lira eder, 100 lira eder, sen dükkânını bırakma, ben senin yerine gider namazları kıldırırım' diyor. Hoca 6 lira vermişti.  '20 bin lira versen vermem artık' demiş. Hoca bunun üzerine artırıyor, 'tamam 7 vereyim, 10 vereyim, 12 vereyim.' Muzaffer Efendi '20 bin versen daha vermem' diyor, kızmış. Toplamış kitaplarını doğru Fatih Camii`ne; Fatih Camii`nde musallânın üzerine kitaplarını koymuş. Daha ilk günden bir-iki kitapla 17,50 lira kazanmış. Tamamını 20 liraya verecekti Muzaffer Efendi. Daha ilk günden 17.50 lira kazanmış. Kitaplar da olduğu gibi duruyor. (Keyfiyet) böyle devam ederken bir zat gelmiş Muzaffer Efendi`ye, -Muzaffer Efendi (kendisini) tanıyor, Zekeriya Efendi isminde, babasının ahbaplarından biri.- 'Sen ne yapıyorsun burada?' 'İşte böyle, böyle, askere gidecektim harçlık çıkarayım diye burada kitapları okutacağız, bedelini de harçlık yapacağız.'  

`height=

'Tatlı Kuyu Camii`nin (Mescidinin) imamı göçtü, kitapları var onun, bunları alır mısın?' (Muzaffer Efendi`nin) 'Ne kadar?, Kaçkitap var, hangi kitaplar?' sualini, 'bırak bunları, kaçparan var' şeklinde cevaplıyor Zekeriya Efendi. 'Yoksa ben vereyim sermayeni.' Efendi Hazretleri görmeden, pazarlık da etmeden kitapları satın alıyor. 5 lira veriyor, ne aldığını da bilmiyor. Burası mühim. O Hazret biliyor çünkü ne sattığını. Neyse efendim, geliyorlar kitapların olduğu yere, hakikaten eski kitaplar, yazmalar falan; İki araba yükü kadar kitabı alıyor, -at arabası vardı ya eskiden, hatırlayanlar vardır her halde- at arabalarına yüklüyor, anneciğinin yanına götürüyor. Bir bakıyorlar, (Muzaffer Efendi`nin) babasının gasbedilen kitapları. Babası vefât edince ortağı olan kişi her şeye el koymuş, hiçbir şey vermemiş yetimlere, kitaplarını almış. (Muzaffer Efendi`nin) babası hem sahaf hem de aynı zamanda antikacı. 

Hazret, babasının kitaplarını geri alıyor.

Hepsi babasının kitapları. 5 liraya kitaplar geri geliyor! (Muzaffer Efendi) şimdi iki araba yükü kitabı da alınca bir sermaye oluşuyor bir anda. Efendi Hazretleri 'satayım da anama nafaka, kendime harçlık edeyim' dediği şey ticarete dönüşüyor bir anda. Ve (bu arada) Muzaffer Efendi`nin askerliği de tehir ediliyor. Efendi Hazretleri de bu işin piyasası Sahaflar Çarşısı`na, bu işin piyasasına yakın olmak için, (bir taraftan da) sahaflığı öğrenebilmek maksadıyla Fatih Camii`ndeki sergisini Bayezid Camii`ne taşıyor, sahaf tezgâhını orada açmaya başlıyor, Sahaflar (Çarşısı`na) da yakın olacak (bu arada). Ticarete böyle devam ederken Sahaflar Çarşısı`nın bekçisinin dükkânını satın alıyor, 150 liraya, içindeki kitaplarla birlikte, 1939 senesinde. Efendi Hazretleri 23 yaşında (ve) artık sahaf, dükkân sahibi. 150 liralık dükkân bedelini de '10 lira veririz, 20 lira veririz' (mülahazalarıyla) taksit yapmışlar. O dükkânı satın alıyor, bütün kitapları var. Ve böylelikle (Muzaffer Efendi) sahaflık mesleğine biraz da Şakir Hoca`nın ticarette yaptığı o ayak oyunu vesilesiyle başlamış gibi oluyor zahiren.

`height=

'Kur`ân-ı Kerî m al-sat ama bastırma.'

Muzaffer Efendi Çarşı`ya gelince oranın yaşlı bir esnafı, Sahaflar Şeyhi olan zat kendisine geliyor: 'Evladım hoş geldin. Bak(ınız) burası (böyle bir yerdir.) Deli gelir, veli gelir, İyi insanlar gelir, kötü insanlar gelir. Sen hepsine hüsn-ü muamelede bulun. Hepsine hoş davran. (Böylelikle) burada barınırsın. Böyle davranmazsan burada tutunamazsın, gidersin. (Bahsettiğim gibi davranırsan istikbalde buranın Şeyhi olursun, Sahaflar Şeyhi olursun' demiş. 

Yıl, 1941`e geldi;

1941 yılında artık Muzaffer Efendi Hazretleri İstanbul`da, bilinen, tanınan zatlardan biri. Hatta bunu de hemen arz edeyim. İşte Vezneciler`deki Camcı Ali Camii`nde bir vaazını dinleyen dönemin Diyanet İşleri Reisi Ahmet Hamdi Akseki o kadar tesir altında kalıyor ki; Allah`u âlem, bilâ-kaydı şart hepiniz Muzaffer Efendi Hazretleri`nin sohbetlerini ve hutbelerini dinlemişsinizdir, herkesin tüylerini diken diken eden enteresan bir üslubu var. Tarife gelmeyecek bir üslubu var. O da (Muzaffer Efendi`nin) sohbetinin tesiri altında kalmış ve Ömer Nasuhi Bilmen Hazretleri`ne emir vermiş. Ömer Nasuhi Bilmen o dönemde İstanbul Müftüsü. 'İstanbul`un bütün camilerinde vaaz verebilir' şeklinde bir yazı verin (kendisine' diye emir veriyor. &ndash Tabii bundan seneler evvel (cereyan eden) bir hadise var. Amcam rahmetli Muzaffer Ergür`den dinlemişti bendeniz. 

Muzaffer Efendi: Reis olduğunuzda salâları tekrar okutacaksınız.

Ahmet Hamdi Akseki Efendi bir rüya görmüş, Diyanet İşleri Reisi olmazdan çok evvel. Bu rüyayı Muzaffer Efendi`ye anlatmış. &ndash Rüyanın ne olduğunu bilmiyoruz.- Muzaffer Efendi Hazretleri de buyurmuşlar ki 'Bakınız, ben bu rüyayı tabir ederim ama bir şartla! Bu mânânın, bu rüyanın mânâsı tahakkuk edince bir şartım olacak! Onu yapacaksan!' 'Peki' demiş Ahmet Hamdi Akseki de; Efendi de tabir etmiş, demiş ki 'Günü geldiğinde siz Diyanet İşleri Reisi olacaksınız.' Şimdi, şartını söylüyor: 'Reis olduğunuzda salâları tekrar okutacaksınız.' Şimdi herkes menfaatine bakıyor (şu yönde düşünüyor '(Beni) Süleymaniye Camii`ne imam yaparsınız artık! &ndash Şimdi olsa böyle yaparız herhalde- Yahut beni Ayasofya Camii`ni müezzin yap! Yahut beni falanca yere müftü yap!' Değil! 'Çok sevdiği, âşığı olduğu Rasulullah`a (sav) bu toprakların camilerinin minarelerinden salâ okunsun.' (Muzaffer Efendi`nin (gönül) derdi bu! 

`height=

'7`si var, 40`ı var, 52`si var; '

Yine bir hâtırât; Biliyorsunuz, Mevlid-i Şerif okuma geleneklerimiz var. Düğün olur okuruz, cenaze olur okuruz, askere gider okuruz, sünnet olur okuruz, değil mi efendim? Yine günleri var bunun; 7`si var, 40`ı var, 52`si var; (Bunlar) uydurma! Uyduran var ama! Bunları ortaya koyan, devam etmesini sağlayan (Muhammed) Şemseddin Yeşil Efendi`yle Muzaffer Ozak Efendi`dir. Çünkü (o yıllarda) Kur`ân-ı Kerî m okumak yasak. 'Niçin toplantınız siz, Mevlid okuyacağız, Türkçe!' 'Sıkıntı yok!' 'Niçin toplandınız?' 'Bugün 7`si.' 'Bugün niye toplandınız?' '40`ı, 52`si; Şimdi de sene-i devriyesi; ' Tek dertleri Kur`ân-ı Kerî m okunsun. 

`height=

Enes Ergür: Hepimiz mirasyediyiz!

Hepimiz bilâ-kaydı şart &ndash elbette istisnalar vardır- mirasyediyiz efendim. Bunu kabul edelim. Armut piş, ağzıma düş! Büyüklerimiz dişleriyle, tırnaklarıyla kazımışlar bir şeyleri yaşayabilmek için. Salâhî Dede`yi araştırdım bendeniz. (Zâkirbaşı, Kıyam Reisi, Bestekâr Salâhi Dede, Cumhur Enes Ergür, İz Yayıncılık-İstanbul-2021) Orada Hazret diyor ki 'İki tane ilahi okuyacağız, yatakları yerlerinden söküp kapılara, pencerelere dayıyoruz.' 

'Buyruğun tut Rahmân ın, tevhî de gel, tevhî de!'

Bu insanlar buralardan geçip geliyorlar, bunları konuşmak şimdi(ki zamanda) bizlere kolay! İlâhi okuyorlarmış. (Hazirun sözün bu yerinde Cumhur Enes Ergür`ün âvazına kulak veriyor): 'Buyruğun tut Rahmân ın, tevhî de gel, tevhî de! · Tâzelensin imanın,  tevhide gel tevhide! · 'Lay la-la lay-lay lay lay lay lay lay lay lay la-la lay' Böyle okuyorlar! 'Lâ ilâhe illallah' demek yasak! Hak lailahe illallah' oradaki söz bu! Orada ise 'Lay la-la lay-lay lay lay lay lay lay lay lay la-la lay' yapıyorlar, korkudan! 

1940 senesinde askere gidiyor Muzaffer Efendi.

Şimdi bir de Muzaffer Efendi Hazretleri gibi serdengeçtiler var. Hiçkorkusu yok.  Askerde bir hadise olmuş. Bunu da söyleyeyim; 1940 senesinde askere gidiyor Muzaffer Efendi. Önce Hadımköy`e gidiyor. Sonra askerden dönüyor, tekrar alıyorlar, Çerkeş`e gidiyor. Orada, 'mesleğin nedir?' diye soruyorlar Efendi Hazretleri`ne. 'Hocayım' deyince (bu kez) 'mektep hocası mısın?' (diyorlar). (Muzaffer Efendi) 'yok, ben sarıklıyım' diyor. 'Ha, öyle mi? O zaman Çankırı`daki hastanenin imamı yok, bu zatı oraya sevk edelim' diyorlar. Muzaffer Efendi Hazretleri`ni, Çankırı, 308 numaralı hastaneye imam olarak tayin ediyorlar. Tabur imamı yani. (Vazifeye başlıyor) orada görev yaptığı sırada cenazeler oluyor, cenazelerin (teçhiz ve tekfin) işlemlerini yerine getirecek zat da (bittabi) Muzaffer Efendi. Tabur Komutanı var: Ekrem Paşa. (Ekrem Paşa) bir dönem İstanbul`un Emniyet Müdürü diyelim, (İstanbul`un) emniyetinden sorumlu zat. (Kendisini) Mustafa Kemal Paşa görevlendirmiş 'toparla İstanbul`u' diye. (Ekrem Paşa) karargâha giriyor, 'kaldırın bu masaları' diyor, 'sandalyeleri de kaldırın. Getirin buraya iki tane hasır tabure. -Var ya bu kahvehanelerde oturduklarımızdan- 'Gelen fazla oturmasın' diyor. 'Buraya, şu köşeye asker sedyesi koyun, köşeye' diyor. Asker sedyesi koyuyorlar. Orada yatıyor. Ama ne yapıyor? Görevlilere emir veriyor. &ndash Bunu da anlatayım ki mesele (ortaya) çıksın. Diyor ki '(İstanbul`un) bütün kabadayılarını toplayın!' (Kısa sürede) bütün kabadayıları toplayıp getiriyorlar. Kabadayıların bir omuzları düşük! &ndash Tabii bugünün serserileriyle o günün kabadayılarını karıştırmamak lazım (gelir.) (Kabadayılar Ekrem Paşa`nın huzuruna getirilince) 'kimsin sen!'. 'Bana Balatlı Recep derler'. 'Küüüt, şaaak' diye tokadı indiriyor, hiçikinci bir konuşma yok. Ötekine soruyor 'sen!'. 'Bana da Kumkapılı bilmem ne derler' 'Paat' ona da, hepsine de; 'Sen nerelisin (bakalım!' Herkes ismini nâmıyla söylüyor: 'Taaak, tuuuk; ' 'Sen!' 'Karagümrüklü Enes', 'Öyle mi!', 'Çaaat!' (Ekrem Paşa) bir hafta sonra diyor ki 'tekrar toplayın bunları!' 'Kimsin sen!' 'Enes Ergür efendim.' Hepsini (tüm kabadayıları) hizaya getirmiş. Böyle bir adam;

Taburda bir cenaze oluyor) Muzaffer Efendi kabre iniyor, birisi göçmüş, onun son hizmetini görecek. İki rivayet var, oraya detaya girmeyelim. (Ekrem Paşa) nahoş bir ifadede bulunuyor yukarıdakilere. (Bunu işiten) Muzaffer Efendi, yukarıya doğru bakarak 'siz toprağın üstüne karışırsınız, biz de altına karışırız, daha benim burada yapacak işlerim var!' Kısacası (Ekrem Paşa`ya, 'uzun etme!' diyor. Tabii buz gibi bir hava (hâsıl oluyor.) Paşa hiçağzını açmıyor. Sonra (defin) işi bittikten sonra makamına çağırıyor Muzaffer Efendi`yi. Muzaffer Efendi gidiyor, tekmil veriyor, (Ekrem Paşa) 'bak' diyor, 'senin bu yaptığın askerlik cihetinden suçtur, fakat ben hatalıydım, sen haklısın. Lakin bana cevap vermemen gerekirdi. Sen bunu imanının tezahürü ve dininin gereği olarak yaptın. Allah için yaptın. Bu yüzden sana ceza vermeyeceğim.' Estağfirullah, Muzaffer Efendi`nin çok umurunda sanki! Bunu Muzaffer Efendi`nin serdengeçtiliğine bir örnek olarak söyledim.' 

`height=

'İmam efendilerin sarığı beyazdır ve yedi arşındır.'

Ve Muzaffer Efendi şöyle buyuruyor: 'İmam efendilerin sarığı beyazdır ve yedi arşındır. Bu, imam efendi kefenini başında taşıyor demektir. (Muzaffer Efendi) 'hazırım' diyor yani. 'Bir dakika, bir eve gidelim, kefeni alalım!' (yok). Kefen burada yani. Ne var? (Muzaffer Efendi) '(er kişi) hak bildiğini, -kendi hak bilmesi değil- Hakk`ı, hakikati hiçbir şeyden korkmadan hatta ve hatta her daim ölümü göze alarak söylemelidir' diyor, işte yapmış. 'böyle yapılmalıdır' deyip de kendi yapmıyor değil. Kendi de yapmış, böyle bir zat.'

YARIN: Muzaffer Efendi`nin çok güzel rüyaları var.