Mısır`ın Nobel Edebiyat Ödüllü yazarı Necip Mahfuz`un yaşam öyküsünden söz edenlere sıklıkla rastladım ama bir 50 yıllık Mısır tarihi olarak nitelendirebileceğim Kahire Ü çlemesi romanlarını okuyanlara pek tesadüf etmiyorum. Amin Maalouf`un Ölümcül Kimlikler adlı denemesinde anlamaya ve anlatmaya çalıştığı Arap Ortadoğusunun trajedisini Mahfuz`un Saray Gezisi, Şevk Sarayı ve Şeker Sokağı romanlarında çok daha keskin gözlemler ve olaylarla okuyoruz.

Konuya damdan düşercesine girmenin bir nedeni de ilk çocukluğumda okuduğum kült eser Minyeli Abdullah`ta zihnime mıh gibi çakılan satırlardı. Çocukça saflıkla etkilendiğim o satırlarda dindar insanların büyük zulümler gördüğü anlatılıyor ve baskıcı rejimin (!) şerrinden kurtulmak için romanın Mısır`da geçtiği ifade ediliyordu. Peşinden gelen satırda ise 'Minye ya da Türkiye fark etmez' hükmünü veriyordu Ömer Okçu; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan bir astsubay olan Okçu`nun yazdığı bu romandan 60 yıl sonra yaşananlar ise o dini ve siyasi gelenek için utançvericiydi. Bizim büyük yanılgımız olarak tarihe geçecek bu sürecin acı finalinin ardından Okçu`nun kurduğu yayın evine FETÖiltisakı çerçevesinde kayyum atanmasını ise nasıl anlarsanız öyle anlayınız;

Daldan dala atlıyorum ama birazdan konular birleşecek, söylemek istediğim daha berrak bir şekilde anlaşılacak. Tekrar Mahfuz`a dönecek olursak, Kahire Ü çlemesinde Ahmet Abdülcevat ailesinin İngiliz işgal yıllarında başlayan öyküsü 1950`lere doğru ilerlerken yaşanan değişimlere tanıklık ediyoruz.

Abdülcevat ailesi üzerinden 20. yüzyılın ilk yarısındaki Mısır`ın siyasi ve toplumsal hayatının tomografisi çekiliyor, tarihi yazılıyor ve gelecek kuşaklara sarsıcı bir belgesel bırakılıyor. Bir romandan çok daha fazlası olan eserde, aile içerisindeki bireylerin kişisel tercihlerinin ve siyasal aidiyetlerinin farklılığı ülkenin içinden geçtiği siyasi depremlerin de izlerini taşıyor. Devrimi gerçekleştiren Kral`ın siyasi etkisindeki milliyetçi-muhafazakar partinin etkili bir üyesi olan Ahmet Abdülcevat`ın oğulları, kızları, damatları, torunları ve hiçvazgeçmediği sevgilileri hem gündelik hayatı tanımamızı hem de ülkenin tüm siyasi yelpazesini gözlemlememizi sağlıyor.

İşgalden bağımsızlığa, sömürgeden üçüncü yolculuğa doğru ilerleyen Mısır`ın devrik krallarını, milliyetçi başbakanlarını, darbeci generallerini, gizli-açık faaliyetleriyle İhvan`ı ve ateşli taraftarlarını bir film geçidi gibi izlediğimiz romanda, Kahire`nin orta ve üst sınıflarının çatışma ve uzlaşma noktalarını da görüyoruz. İktidarı paylaşmak için kurulan içkoalisyonlar, rejimin güçlü ailelerinin karanlık ilişkileri, Batılı güçlerle ayıplı pazarlıklar ve orta sınıfın her defasında güncellenen hayalleri; Güçlü ve dünyaya hükmeden Mısır rüyasını her siyasi grup farklı görürken farkında olmadan aklımıza Türkiye, ülkemizin 19. yüzyılda başlayıp 21. yüzyılda devam eden derin sancısı geliyor. Benzerlikleri, çelişkileri ve zıtlıkları bulmaya çalışırken ülkeler ve uluslar farklı olsa da 'kader'in ortaklığına kahrediyorsunuz.

Sadakat ve liyakat kavgalarının üst perdeden tartışıldığı bugünlerde üçlemenin son kitabı Şeker Sokağı`ndan bir bölüm aklıma geliyor. Ahmet Abdülcevat`ın hastalıklarla boğuştuğu ve hem ailede hem de siyasi çevrelerde ağırlığını kaybettiği son döneminde ilkokul mezunu oğlu Yasin`in memuriyette terfi alması için bir fırsat doğar. Çalıştığı dairede bir de rakibi vardır ve onun nitelikleri daha güçlü durmaktadır. Dairenin müdürü ise Yasin`i istememektedir. Gece alemlerinden çıkmayan ve tembelliğiyle meşhur Yasin`in güçlü siyasi kişiliklere yakın olan oğlu Rıdvan bu rekabete dahil olur. Partinin güçlü isimlerinden Abdülrahim Paşa İsa`nın hem danışmanı hem de 'özel' arkadaşıdır.

Kahire`de bir devlet dairesinde yaşanan bu çatışma aslında coğrafyanın kaderidir. Tüm memurların büyük bir merakla izlediği terfi süreci o mesai günü sonuçlanır. Dairenin müdürü Yasin`i odasına davet eder ve aşağılamaların ardından terfisini duyurur. Aralarında geçen hararetli sataşmalardan sonra masasına döndüğünde fısıldaşmalar başlamıştır bile;

'İbrahim Fethullah yanındaki memura doğru eğilip, `Oğlu! Hikaye bundan ibaret. Abdülrahim Paşa İsa; anlıyorsun değil mi? İğrenç!` dedi kin kusarak.'

Takip etmekten büyük keyif aldığım siyaset bilimcilerden Hasan Aksakal`ın geçtiğimiz günlerde yazdığı bir mesajdan ödünçalarak yazacağım, 'Coğrafya kader mi bilmem ama pasaport kaderdir'; Pasaportunuzun 'nation' yazan kısmı kaderimizi belirlemeye devam ediyor. Ne acı ki, yüz yıl geçse de, ha Mısır ha;