İlk olarak 2018'de kaleme aldığım ve bilinenin aksine "Kara Cuma" tanımının yine ilk Batı'da değil de, Sovyet Rusya'da ortaya çıktığını anlattığım yazıyı yeniden gündeme getirirken "Mübarek Cuma" nın Müslümanlar üzerinden nasıl "Kara Cuma"ya dönüştürüldüğünü hayretler içerisinde okuyacaksınız! İşte o yazımız:

1917’nin sonlarına doğru Çarlık Rusya’sı topraklarında Ekim Devrimi gerçekleştiğinde, ülke, dünyanın en fakir ülkelerinden biridir. Bolşeviklerin gerçekleştirdiği Ekim Devrimi’nin etkisiyle Rusya, yaklaşık dört yıl sürecek olan korkunç iç savaşın içinde bulur kendini.

Köylü ve işçi sınıfının ayaklanmasından birkaç ay sonra, 1918’in ilk aylarında başlayan ve 1922’nin sonlarına doğru biten iç savaşta, o güne kadar ülkede görülmeyen bir açlık yaşanır. Savaşan taraflar tahıl tarlalarını ateşe vermekten bile çekinmiyordur. Kıtlık o derece kötüdür ki, kimi bölgelerde yamyamlık da görülür. Hatta o yıllarda Kurtuluş Savaşı veren Anadolu insanları, Rusya Müslümanlarına ellerinden geldiğince gıda yardımında da bulunurlar.

İç savaş bitip Rusya bölgesinin monarşi rejimi Sovyet Sosyalist rejimine evirildiğinde, ülke açlıktan daha yeni yeni kurtuluyordur. Zira daha iç savaş bitmeden 1921 yılında Bolşevikler, yaşanan kıtlık sorununa çözüm yolu ararken, bu yönde ekonomi politikası geliştirmeye başlamışlardır.

1928 yılında Sovyet Rusya’da uygulamaya konulan birinci beş yıllık kalkınma planı, dört yıl üç ay gibi bir sürede tamamlanarak amacına ulaşır. Sanayi üretimi yüzde 273 oranında artmıştır. 30’lu yıllardan itibaren ise Sovyetlerde tarımın kontrolü yüzde yetmiş civarında devletin kontrolündedir. “Kolhoz” adı verilen tarım işletmelerinde insanlar çalışıyor, ülkenin kalkınmasına katkı sunuyorlardır. Aynı zamanda çalışma kampı ve sürgün yeri görevi de gören kolhozlardaki insanların çoğu Müslümandı. 1929’da dünya genelinde baş gösteren ve adına “Büyük Buhran” denilen ekonomik kriz ülkeleri perişan ederken, Sovyetler zengin bir ülke yolunda ilerlemeye devam ediyordu.

“Sovyetler sanayide nasıl güçlendi ve zengin oldu?” sorusuna vereceğimiz cevap, çok kısa ve nettir. Sanayinin artması adına, dışarıdan hammadde alma uğruna, dönemin Moskova yönetimi bereketli topraklar üzerinde akıl almaz kararlar verdi. Bu topraklar, daha çok Müslümanların yaşadığı Türkistan topraklarıydı. Tarım politikaları öyle korkunçtu ki, bugün dahi izleri devam eden çeşitli doğal afetlerin temelini o yıllarda atmışlardı. Dönemin en kıymetli ürünü anlamında ve bir tür beyaz altın olan pamuk üretimi için nehirlerin yolunu değiştirdiler, gölleri kuruttular ve yüzlerce, binlerce su kuyusu açtılar. Bu saydıklarımızdan dolayı bölgede, özellikle Fergana’da heyelanlar yaşanıyor.

Pamuk üretip satıyorlardı, karşılığında sanayilerini, ağır sanayilerini, silah sanayilerini geliştiriyorlardı. Sovyetlerin doyumsuz şekilde sürdürdüğü tarım politikası, 40’lı, 50’li ve 60’lı yıllarda da devam etti. Tarım politikaları, tamamıyla kalkınma politikaları üzerine kuruluydu. Özellikle 50’li yıllardan itibaren ülke daha iyi bir şekilde kalkınmaya devam etti. Teknolojide ilerlediler. Uzaya bile gittiler. O yıllarda hançerlenen bölgenin tabiatı, bugün hâlâ yaralı. Tedavisi yok!

Yukarıda bahsettiğimiz kolhozlara gelince… Sovyetlerde, kolhozlar üzerinden başka bir şeye daha imza atıldı. Adına “Kara Cuma” dediler. Bugün hâlâ çıkmaya devam eden ve Moskova merkezli yayınlanan Konsomolskaya Pravda gazetesinin 8 Ocak 1959 tarihli baskısında, “Kara Cuma” isimli bir makale yayınlanır. Söz konusu makalede, kolhozlarda çalışan Müslümanların dinî vecibelerini yerine getirmelerinden yakınılarak, bunun ülke ekonomisine verdiği zarardan bahsedilir. İki ay sonra bu makaledeki ifadeler Sebîlürreşad’da yer bulur. Köylerde hızla yayılmaya başlanan dinî merasimlerden Sovyetlerin endişe ettiği belirtilirken, Müslümanların Cuma gününe Bolşeviklerin “Kara Cuma” diyerek saldırdığı ifade edilirken, makaleden de şöyle bir alıntı yapılır: “Dinî bayramlar, bazı kolhozların kalkınmasına mani oluyor. Kolhozcular geziyor, iş yapılmıyor.”

Sovyet tarım politikasının neticesinde ortaya çıkan Kara Cuma, bugün, Batı’da coşkulu şekilde “alışveriş bayramı” adı altında kutlanıyor. Sadece Batı mı? Aynı uygulamanın Türkiye’de de hayata geçirildiğini anlatmamamıza gerek yok sanırım.