TARİHİN ÖTEKİ YÜZÜ

Pazar günü yapılan yerel seçimlerde DEM Parti ile işbirliğine giden Cumhuriyet Halk Partisi 1977 yılından sonra girdiği bir seçimde ilk kez birinci parti çıktığı gibi Ak Parti’ye de tarihindeki ilk seçim yenilgisini tattırmış oldu. 22 yıldır iktidarda olan Ak Parti gerçi 2019 yılında İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlıkları seçimini de kaybetmişti ama bir seçimde toplam oyları ilk kez ikinci parti durumuna düşürdü onu.

Bu sonuç neye işaret eder?

Türkiye’de çeyrek asra yakın bir süredir istikrar kazanmış olan siyasî yapıda bir hareketlenme olacağı şüphesizdir. Yeni aktörlerin ortaya çıkacağını, İyi Parti ve benzeri yersiz yurtsuz siyasî örgütlerin tarihe karışacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Aynı şekilde DEM Parti’nin dizayn ettiği rafine bir siyasî oyuna, yani CHP’yi kullanarak iktidara uygulayacağı çevreleme siyasetine hazırlıklı olmak gerekir.

Bu seçimde istikbali olan iki aktör kendini göstermiştir:

1) Merhum Necmettin Erbakan’ın varisi olduğu iddiasıyla oy toplayan ve ilk kez girdiği seçimde yüzde 6’nın üzerinde oy alan Yeniden Refah Partisi,

2) Gezi olaylarından itibaren zamanla bir Kürt siyasî hareketi olmaktan uzaklaşarak seküler ve sol çevreleri de kuşatan, böylece Cumhuriyeti kuran ve rejim tarafından dokunulmaz sayılan “Atatürk’ün partisi” CHP’yi yutmaya iştahlanan DEM Parti.

Türkiye’nin siyasî hayatında bundan sonra bu iki ‘anahtar parti’yle yola devam edileceği anlaşılıyor.

Belki her ikisi de hiçbir zaman tek başlarına iktidar olacak kadar oy alamayacak ama aldıkları oyları siyasî denklemde bir anahtar olarak kullanacakları muhakkaktır.

DEM Parti siyasî sistemin boşluklarını dekoder gibi çözerek hem ittifak kurmakta ama aynı zamanda kendi adaylarını çıkararak kurmamış gibi göstermekte ve seçmeniyle iletişim kurmakta ne denli başarılı olduğunu gösterdi. Seçmen kitlesinin görünür bir gelecekte İyi Parti’de olduğu gibi dağılma riski de bulunmadığına göre son seçimde aldığı oyun ve kazandırdığı adaylar üzerinden elde edeceği avantajların gelecekte ciddi problemlere yol açacağını görmek zor olmasa gerek.

YRP de “anahtar parti” konumuna oturmakta. Hem birkaç vekille de olsa Meclise girdi, hem de biri büyükşehir olmak üzere iki il belediye başkanlığını kazandı. Birçok il ve ilçede de AK Parti’ye kaybettirerek varlığını hissettirmeyi bildi.

Yeri gelmişken “anahtar parti” kavramını da açmam lazım. Malum, MSP’nin amblemi anahtardı. Anayasa Mahkemesi tarafından irtica gerekçesiyle kapatıldıktan sonra Milli Nizam Partisi’nin yerine apar topar kurulan Milli Selamet Partisi ilk kez girdiği 1973 genel seçimlerinden yüzde 11,80 oy ve 48 milletvekilliğiyle çıkarak siyaset sahnesine adım atıyordu. Bu adım, o dillere pelesenk edilen “siyasal İslam”ın da ilk adımıydı.

Seçime girerken Necmettin Erbakan yasaklı olduğu için MSP’nin genel başkanı Süleyman Arif Emre idi. Seçimlerden sonra partinin başına geçen Erbakan, CHP ile gerçekleştirilen koalisyondan başlayarak 12 Eylül darbesine kadar Türk siyasetinde “anahtar parti” hüviyetini muhafaza edecekti.

Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ın ilk basın toplantısını Topkapı Sarayı’nda yapması da kritik bir mesajdı. ‘Dükkânın sahibi geldi’ mesajıydı bu. Nitekim daha 8 Şubat 1970 tarihli MNP Kongresinde ‘Biz yeni kurulan bir parti değiliz, bizim partimizi Sultanlar kurdu, son kurucumuz Sultan Abdülhamid idi’ mesajını vermesi Cumhuriyetin resmi ideolojisinden kopulacağına değilse bile alternatif bir yol izleneceğine dair güçlü mesajlardı. Nitekim MSP 10 Kasımlarda Anıtkabir’e gitmiyor, resmi tarihle hesaplaşmak için fırsat kolluyordu.

Aradan yıllar geçti. 12 Eylül darbesiyle MSP de, yerine kurulan Refah Partisi de kapatıldı, Fazilet, Saadet derken kadrolarının içerisinden Ak Parti çıktı ve girdiği ilk seçimde iktidar koltuğuna oturdu. Ancak o yıllarda Kemalist resmi tarihe ve ideolojiye muhalefeti temsil eden partiyi 20 yıl sonra Yeşil Kemalizm diyebileceğimiz, fikriyat ve ruhuna yabancı bir söyleme selam verirken bulduk. Nitekim Murat Kurum yenilgiyi kabul konuşmasında seçim sonrasında hiçbir CHP’linin tevessül veya tenezzül etmediği bir cümleyi kurarak “Atatürk’ün yolundan gideceklerini” söylemek ihtiyacını hissetti ki, söylemsel olarak CHP ideolojisine bağlı ve teslim olduğunu ilan etmiş oldu.

Yalnız Yeşil Kemalizmin bir kusur var. Bu sun’i söylemi Kemalistler asla yemiyor. Nitekim kitleleri seçimlerde aslı varken çakmasına itibar etmediklerini ispatladı. Ak Parti’nin Yeşil Kemalizmi Kemalistlerden oy alamadığı gibi (ki perakende oylar dışında asla alamaz) kendi tabanını da küstürmüş oldu. Yalnız Kemalizme yönelişten dolayı değil ama onu merkeze koyduğunuz zaman sapacağınız yolların ailevî ve dinî bahislerde hangi tehlikeli kapıları çalacağını sezdiklerinden dolayı küstüler. Böyle mi yola çıkmıştık? diye sorular içinde debelenirken yeni adresleri YRP’ye yöneldiler.

Kemalizm istiyorlarsa CHP, İyi Parti veya Zafer Partisi’nin çok daha cazip tercihler olduğunu biliyorlardı çünkü. Biri resmi ideolojinin taşıyıcısı, diğeri light, öbürü de en demli olanı. Size ne gerek var? Bunu soruyorlar ve ekonomik, sosyal, siyasî birçok başka memnuniyetsizliği de onun yedeğine alarak adres değişikliğine gidiyorlardı.

Duygusal kopuş noktası Kemalizmdir.

Kaldı ki şu anki CHP, Özgür Özel’in Şeyh Said olayı hakkında AK Partililerden daha dengeli konuşmasında gördüğümüz gibi, daha az Kemalist bir söyleme yönelmektedir. Elbette bunda DEM Parti’nin de baskısı olduğu gözden kaçırılmamalı.

Unutmayalım ki Türkiye’de Kemalizmi eleştirme imtiyazı CHP’ye mahsustur. CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit’in 1960’ların sonunda başlattığı Atatürkçülük eleştirisi bugüne kadar başka bir parti lideri tarafından yapılamayacak kadar geniş kapsamlıydı.