Ufkuma kurduğum gök kuşağının uçsuz bucaksız renklerini  uzaklara taşıdığımı nereden bileceksin? Halka halka büyütürken sevdamı sen yalnızca toz olacaksın rüzgarında aydınlığında zerre, ummanında damla olarak kalacaksın. Seninle ateşlenen bu kıvılcımın kavuran sıcağında yalnız eriyeceğim. Yalnız ben döneceğim pervane zamanlarda zamana inat, yaklaşan ana inat.

Nereden bileceksin tükendiğimi? 

Yok olmanın uçurumlarında çırpınırken ben, dağ gibi dik olmanın asaletinden dem vuruyorsun. Dağlar gökyüzüne yakın dururlar ama asla buharlaşıp karışmazlar boşluğa. Bedenin adıdır dağlar taşın, toprağın ve ağırlığın adı.     

Yamaçlarından yalnız başıma kanatlandığımı nereden bileceksin?   

Dağlar bazen gerçek olur dikilir karşına. Gerçekler büyür dağ olur. Gerçekler çıplak gözümüzle değil, yürek gözümüzle görebildiğimiz şeylerdir. Kendimi fark edebildiğim tek dağın sen olduğunu nereden bileceksin? Nice dağlar aştım halbuki, sana gelinceye kadar, nice yamaçlar tırmandım. Sular içtim gözelerinden, rengarenk kelebekleri gördüm, kuşların sesini duydum ama kendi sesim gelmedi hiçbirinin derinliklerinden. Ab-ı hayat değildi hiçbirinden içtiğim. Hiçbirinde gördüğüm sende gördüğüm değildi. Ve ilk defa senin göklerinden aştı sesim sonsuza, senin zirvelerinden gördüm uzakları. Yalnızca sende yankılandı sesim, sende aksi seda buldu gerçeklerim. Gerçeğimi sende buldum sevgili.

Aşkın yürek yansımalarından başka bir şey olmadığını nereden bileceksin?

Susarım duymazsın, konuşsam görmezsin gözlerimi. Sessizliğin derin vadilerinde inleyen çığlıklarımı nereden duyacaksın?

Sen mağrur tahtında yelpazeler uçuştururken gerçek özgürlüğün tek başına yaşandığını nereden bileceksin? Yere basmak için direttikçe ayaklarını, yer çekiminin hoyrat ağırlığını omuzlarında hissetmiyor ve tabana yaklaştıkça daha güvende olduğunu sanıyorsun. Sanmalarının yanılsamalar olduğunu aklına getirmeden kapatıyorsun aklının kapılarını. Zira akıl kurtarmaz seni zincirlerinden kanatlandırmaz yükseklere. Yalnızca kapılar açar sana. Ama yeryüzüne bakar yüzleri kapıların, zemine bağlıdırlar ve ayak hizasını aşamaz kapılar.

Yüreğinin pencerelerinden maviliğin derinlerine daldığımı nereden bileceksin?

Nereden bileceksin pencerelerin gerçeğe açıldığını? Tekerlenmek yoktur pencerelerden. Ve aşılmak zorunda kalınacak eşikleri de. Pencereler, aşılmışlığın kaygısız huzmelerini damıtır yıldızlardan. Tutunmak, bağlanmak, yaslanmak gibi dertleri yoktur pencerelerin tek başına durabilmenin sükunu içinde yalnızca kendi doğrularını haykırırlar. Sonsuzluğun yitmeyen terennümlerini yine sonsuzluğun taçsız kubbelerine bırakırlar, yankılansın diye içimizde.

Ruhumun göklerine uçurtmaların aktığını nereden bileceksin?

Ne kadar ışık gelirse gözlerinden o kadar ferah olur yüreğin. Açar gönlünü güzellikler bir serçenin su içmesini görmelisin. Çağlayan nehrin akışını, kundağında bebeğin bakışını, şafağı beklerken üzerine yayılan dinginliğin huzur dolu  esintilerini hissetmelisin. Hissetmelisin ki ellerin kıpırdasın, ayakların hareketlensin. 

Her gün yanından geçip te görmediğin çiçekler davetkar baksınlar sana. Ve nereden koptuğunu anlamadığın bir arzuyla onları alıp ilk karşılaştığın kişiye vermelisin. İçinin derinliklerinden dudağına yansıyan acemi ıslıkla her gün yürüdüğün sokakları, çıktığın yokuşları, yeni fark ettiğin ağaçları, öten kuşları selamlamalısın. Dahası, bedbin ve bezgin koşuşturan insanları fark etmelisin, tebessüm etmelisin merhaba diyenlere. Etmelisin ki gönlün açılsın, gözün açılsın, ruhunun daralan karanlık yanları açılsın.

Her dem goncalarla açtığımı nereden bileceksin?

Güller gibidir ruh, çiçekler gibi karanlık gelince kapatır kendini ve kabuğuna çekilir. Ta ki bir damla ışık gelinceye kadar. Vicdanını kirleten yanların, riyaların, böbürlenmelerinle karanlık duvarlar ördükçe ruhunun çeperlerine, göğünde perdeler geriliyor, havasız, muhtevasız perdeler. Hapsediyorsun kendini matematiksel hesaplamalar ve cetvellerle ölçüyorsun aşkını. Sevgini, fayda sonuçilişkileriyle küçültüyorsun, daraltıyorsun yüreğini.

Yüreğinin terazilere sığmayacağını nereden bileceksin?
Nereden bileceksin sonsuzluğun içimizde halkalandığını?
Kainatı yüreğimize sığdırabileceğimizi nereden bileceksin?
Nereden bileceksin renklerin her geçen gün içinde solduğunu, kendi dağınla karşı karşıya olduğunu nereden bileceksin?