Ankara`ya gitmeyeli uzun zaman olmuştu.

Geçen Pazar günü oğlum Mehmet Buğrahan`la Ankara yollarına düştük. Akşam saatlerinde Ankara`da olacağımızı Ali Küçükaydın ağabeye haber verince, 'Çukurambar`da buluşalım' dedi.

Tanımayanlar için Ali Küçükaydın hakkında kısaca bilgi vermem doğru olacak. Kendisi hemşehrim ve eski bir mülki idare amiridir. Ankara Ü niversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünden mezun olduktan sonra sırasıyla Sarıoğlan ve Kangal Kaymakamlığı, Gümüşhane İl Hukuk İşleri Müdürlüğü, Çamardı, Aybastı, Orhaneli, Erdemli ve Orhangazi Kaymakamlığı, Diyarbakır, Manisa ve Gaziantep Vali Yardımcılığı görevlerinde bulundu. 22, 23. ve 24. Dönem Adana Milletvekili olarak TBMM`de bizleri temsil etti. Aynı zamanda yazar ve şair. Bugünlerde bürokrasiden başlayıp siyaset koridorlarına uzanan tecrübelerini ve hatıralarını kaleme almakla meşgul.

Akşam saatlerinde gecikmeli olarak Ankara`ya ulaştığımızda sözleştiğimiz üzere Ali Ağabey ile Çukurambar`da buluştuk. 2000 li yıllara kadar gecekondu bölgesi olan semt, şimdilerde modern Ankara`nın gözde buluşma mekanlarından kabul ediliyor. Ali ağabeyin ev sahipliğinde akşam yemeğini de burada yedik.

Geride kalan on yıl içinde gökyüzüne doğru uzanan Çukurambar binaları arasında kaybolurken, aklıma nedense Ahmet Hamdi Tanpınar`ın Beş Şehir`i geldi. Özellikle de Ankara`yı, bozkırda kurulan şehri anlattığı bölümleri hatırladım. 1920`li yıllar Ankarasının bir sokağından şöyle bahsediyordu 'Tek bir sokakta Riviera,. İsviçre, İsveç, Baviera ve Abdülhamid devri İstanbul u ev ve köşklerini görmek mümkündü.'

'Beş Şehir' adlı kitabında ilk olarak Ankara`yı anlatır ve 'Yaşanmış hayat unutulmuyor, ne de büsbütün kayboluyor, ne yapıp yapıp bugünün veyahut dünün terkibine giriyor' der.

Ankara`ya ilk gelişini de şöyle anlatır: '1928 sonbaharında Ankara`ya ilk geldiğim günlerde Ankara Kalesi benim için âdeta bir fikr-i sabit olmuştu. Günün birçok saatlerinde dar sokaklarında başıboş dolaşır, eski Anadolu evlerini seyrederdim. Bu evlerde yaşadığımdan çok başka bir hayat tahayyül ederdim. Onun içindir ki Yakup Kadri`nin Ankara`sının çok sevdiğim ve doğruluğuna hayran olduğum baş taraflarını okurken içim burkulmuştu. Hâlâ bile bu keskin realizmin ötesinde, bütün imkânsızlığını bilmeme rağmen bir anlaşma noktası bulunabileceğine inanırım. Samanpazarı`ndan bugünkü eski Dışişleri Bakanlığı`na inen eski Ankara mahalleleri, çarşıya ve kaleye çıkan yollar, Cebeci tarafları üzerimde hep bu tesiri yapardı. O biçare kerpiçevlerin bütün fakirliğini, iyi bilmekle beraber kendimde olmayan bir şeyi onlarla tasavvur ederdim. Onların arasında, bir sıtma nöbetine benzeyen ve durmadan bir şeylere, belki de fakirliğin altında tasavvur ettiğim ruh bütünlüğüne sarılmak, onunla iyice bürünmek arzusunu veren bir ürperme ile dolaşırdım. Gerçeği budur ki, Anadolu`nun fakirliğinde vaktiyle kendi hastalığı olan ve insanını asırlarca tahrip eden sıtmaya benzer bir şey vardır. Tadanlar bilir ki hiçbir lezzet sıtma üşümesi ile yarışamaz.'

Biçare kerpiçevlerin fakirliğinden büyük bir keyif alarak Ankara sokaklarında dolaşan Tanpınar, bugün yeniden aynı yürüyüşleri yapsa ne yazardı, yazacak ne bulurdu merak ediyorum.

Ankara seyahatimizin ertesi gününe, bütün Ankara ovasının, dağların, tepelerin görüldüğü Ankara Kalesi ve Tanpınar`ın kitabında genişçe yer verdiği Hacı Bayram Velî `nın türbesini ziyaret ederek başladık.

Sonra, 'Sebilürreşad Mecmuası'; Yeni merkezinde Sebilürreşad Genel Yayın Yönetmeni ve Sebilürreşad Eğitim Kültür ve Medeniyet Derneği Genel Başkanı Fatih Bayhan`ı ziyaret ettik.

Fatih Bey güzel bir girişimde bulunmuş. Çıktığı bu yolda kendisine başarılar diliyorum. Memleketimizde kültür ve dergi faaliyetleri zor ve çileli işler. Fatih Bey dernek merkezini gezdirdi ve yapmak istedikleri güzel faaliyetleri anlattı.

Sebilürreşad`ın yeni açılan merkezinde Asar-ı İlmiye Meclisi Salonu, Sebilürreşad Akademisi, Sebilürreşad Yayınevi, Mehmed Akif Ersoy Kütüphanesi, Sebilürreşad Dijital Medya ve Ressam Ü sküdarlı Hoca Ali Rıza Efendi adı verilen sanat galerisi de bulunuyor.

Merkezin bir katını da Sebilürreşad Akademisi olarak düzenlemişler. Burada ulusal ve uluslararası üniversitelerle yapılacak akademik çalışmalar planlanıyor.

Fatih Bayhan dostumuz, ayrıca aylık bir gelenek olarak devam edecek olan Asar-ı İlmiye Meclisi toplantıları ile Safahat dersleri gibi kültürel faaliyetleri de yine burada yapacaklarını anlattı. Bu hayırlı faaliyetlerinden dolayı kendisini kutladım ve müsaade isteyerek TBMM`ye doğru yola çıktık. Feridun Keşir dostumuz Meclis`te bizi bekliyordu. Sağ olsunlar öğle yemeğini de Meclis lokantasında birlikte yedik.

Yemekten sonra Meclis`in bir sanat eseri kabul edilen camisinde öğle namazımızı kıldık. Ü nlü mimar Behruz Çinici`nin eseri olan cami tadilattan dolayı kapalı idi. Modern üslubuyla dikkat çeken bu camiyi her zaman çok sevmişimdir. Ne zaman Meclis`e gitsem namazı mutlaka burada kılmaya çalışırım. Behruz Çinici caminin projesinde, Bilal-i Habeşi`nin ilk ezanı okuduğu Mescid-i Nebevi`den esinlenmiş. Minaresiz, kubbesiz ve camdan kıble duvarına sahip cami, yamacına kurulduğu tepeyle uyum içerisinde. Minareyi bir selvi ağacı sembolize ederken, kubbenin yerini peyzajdan yükseliyormuş izlenimi veren teraslanmış piramit alıyor.

Namazdan sonra Meclis kulislerine geçtik. Kulislerde kimse yoktu. Meclis çalışmalarına ara verdi, milletvekilleri tatildeler. Feridun beyin hoş sohbetini özlemişim. Çay, kahve ve sohbet derken saat bir hayli geçmiş. Müsaade isteyip İstanbul için yola koyulduk.

Ayrılırken hep Tanpınar`ın Beş Şehir`de anlattığı Ankara`yı gözümde canlandırdım. Ahilik haftasının da kutlandığı bugünlerde, Ankara`nın ahi geleneğiyle geçen asırlarını düşündüm. Bildiğiniz gibi şehir Etiler, Firigyalılar, Lidyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar ve günümüz Türkiyesinde hep bir kale konumuna sahipti. Romalılar doğuya karşı Ankara`yı kale seçmiş, Bizanslılar Araplarla en kanlı savaşlarını burada yapmış. Tanpınar`ın 'Ankara, İstiklâl mücadelesi yıllarından bütün mazisini yakarak çıkmış denebilir' sözü kulaklarımda çınladı.

Ankara`ya vedamı Tanpınar`ın şu ürperten paragrafı ile bitiriyorum: 'Mustafa Kemal ve arkadaşlarını Anadolu yollarında dolaştıran, bin bir güçlükle güreştiren yapıcı ve yaratıcı ağrı, Malazgirt`in ve büyük fethin başladığı işi asırlar boyunca devam ettirecek ve nasıl Sinan ile Nedim`i, Yunus ile Itrî `yi muzaffer rüyalara borçlu isek, gelecek çağların şerefini yapacak isim ve eserlerini de İnönü`de, Sakarya ve Dumlupınar`da harita başında geçen uykusuz gecelere ve bu gecelerin ağır yükünü kemik ve kanı pahasına taşıyan isimsiz şehit ve gazilere borçlu kalacağız'