`height=

Çekimleri 2008 yılında yapılan ancak maddi imkânsızlıklar nedeniyle montajı 10 yıl süren 'Renklerde Kaybolan Hayat' filminin galasındaydım.  Ressam Fikret Mualla`nın hayatını konu alan, başrollerini Selen Görgüzel, Metin Güngör, Okan Bayülgen, Ali Poyrazoğlu, Bedri Baykam, Bora Gencer ve Şebnem Schaefer`in paylaştığı filmini izleme imkanı buldum . 

Sotheby`s ve Christie`s gibi dünyanın en ünlü müzayede evlerinde eserlerinin satılmasına karşın yaşadığı dönemde gerektiği ilgiyi bulamayan, kendi tabiriyle Ben bu kütle içinde onlarca delinin biriyim` diyen Fikret Mualla`yı beyaz perdeye aktarma hayalini sonunda gerçekleştirdi Metin Güngör.

Filmde de geçiyor, Hıfzı Topuz  Metin Güngör`e 'umarım güzel bir film yaparsın' temennisinde bulunuyor. Bana göre Fikret Mualla`yı en iyi anlatan sahne, Hıfzı Topuz`un Paris`te Fikret Mualla ile röportaj için görüştüğü andır.

Hıfzı Topuz 1952 de Paris e ilk gittiği zaman ressamlar dizisi yapmak istiyor gazeteci olarak. Arkadaşı olan Avni Arbaş`tan adresini alıyor. Avni Arbaş bir de uyarı da bulunuyor: Ama gazetecilerden hoşlanmaz, seni kovabilir, yadırgama. diye.

Bir binanın üst katında tek odalı bir apartman, kapıyı bir adam açtı. Ü zerinde kancalı iğneyle tutturulmuş bir hırka. Hıfzı Topuz kendini tanıtıp, 'sizinle röportaj yapmak istiyorum' diyor.

Bana, 'Hıfzı Bey, benim amcamın soyadı da Topuz`dur, gelin' dedi. Beni gayet dostça karşıladı, hiçkaçık biri değildi, sevdim adamı.

Röportaj sonunda Hıfzı Topuz evden ayrılmak için izin isterken, Fikret Mualla, Topuz`a  'bir resim alın' diyor.  Topuz, 'Burslu okuyorum, param yok' diyor.

Fikret Mualla: 'Kaçpara var cebinizde?' diyor. Topuz,  bakıyor cebine 10 Frank var. 'Verin siz onu bana' diyerek,  bir resim veriyor.  'Yapmayın, bu 10 Franklık resim değil' dese de Topuz, resmi almak zorunda kalıyor.

Fikret Mualla: 'Hadi, şimdi ben size bir şey ikram edemedim, aşağıya inelim' diyor.  Parayla iki kadeh şarap içiyorlar,  o 10 Frank içki paraları oluyor. İşte renklerde kaybolan hayatın özeti bu sahne;

Filmde hayatı konu edilen Fikret Mualla, 1903 yılında İstanbul`un Moda semtinde doğar. Babası, Düyun-u Umumiye ikinci müdürü Ekrem Bey (Mehmet Ekrem Mualla Saygı), annesi Emine Nevber Hanımdır. Kız çocuk bekledikleri için önceden yüksek, yüce` anlamına gelen  Mualla adını belirlemişlerdir. Bebek erkek olunca babasının Tevfik Fikret`e olan hayranlığından Fikret  adı eklenir. Çocukluk ve gençlik yılları Kadıköy, Bahariye çevresinde geçer. Saint Joseph ve Galatasaray liselerinde öğrenim görür. Yatılı olarak Galatasaray Lisesi`ne verilmesinin sebebinin, kendisini derslerine çalışmaktan alıkoyan futbol tutkusudur.

Futbolcu dayısı Hikmet Topuzer`in etkisi ile futbola çok düşkündür. 12 yaşında, Galatasaray Lisesi`nde futbol oynarken bir kaza sonucu sağ ayağının kırılması ve topal kalması ile büyük bir sarsıntı geçirir. Okuldan kaptığı gribi eve taşıması sonucu İspanyol gribine yakalanan annesinin gençyaşta ölümü üzerine, Fikret Mualla`nın hayatına suçluluk duygusu egemen olur. Çok düşkün olduğu annesinin kaybı, onda derin izler bırakan ikinci olaydır.

Yaşadığı sarsıntılar Fikret Mualla`yı sinirli ve uyumsuz birisi yapar. Babasının evliliğini bir türlü benimseyemeyen Fikret Mualla, 17 yaşında iken Galatasaray Lisesi`ndeki öğrenimini yarıda bırakıp İsviçre`ye mühendislik okuması için gönderilir. Bunu, evden atıldığı şeklinde yorumlar. İsviçre`de zamanla resmin, mühendislikten daha çok ilgisini çektiğini fark eder. Savaş yıllarına rastlayan İsviçre`deki öğrencilik döneminde parasız kalır. Dönemin konsolosunun (Rıza Bey) desteği sayesinde resim eğitimi almak için Almanya`ya geçer. Münih Güzel Sanatlar Akademisi`nde afiş ve desinatörlük, ardından Berlin Güzel Sanatlar Akademisi`nde resim eğitimi alır. Akademide önemli isimlerden Hale Asaf ile birlikte Arthur Kampf`ın öğrencisi olur. Almanya`da bulunduğu yıllarda babasının mali durumu bozulup, para gönderemez hale gelmesinden sonra, Mısır Hidiv`i Abbas Halim Paşa`dan maddi destek görür. Almanya`da topallığı ve utangaçlığı nedeniyle yalnızlaşan Fikret Mualla, resim yapmadığı zamanlarda içki içmeye başlar. İlk defa 1928 yılında Almanya`da alkol bağımlılığı nedeniyle tedavi olmak zorunda kalır. Tedavisinin ardından İtalya ve Fransa`daki sanat merkezlerini gezer.

Fikret Mualla, evden gelen para kesilince geçim sıkıntısı çektiği için 1937`de Türkiye`ye döner. Mezun olduğu Galatasaray Lisesi`nde ve Ayvalık Ortaokulu`nda kısa bir dönem resim dersleri verir. Galatasaray Lisesi`nden düşük maaş almasından ötürü, Ayvalık Ortaokulu`ndaki görevinden ise Ayvalık`ta o dönemde elektrik bulunmaması nedeniyle Elektriği olmayan bir şehirde resim hocasına da ihtiyaçyoktur` diyerek istifa eder. İstanbul`a döner.

İstanbul sanat çevrelerinde umduğu ilgiyi bulamaz ve   çalışmaları aşağılanır. Bir süre ilgisini edebiyata yöneltir. Kendisiyle benzerlikler bulduğu Schiller hakkında bir kitap yazar. Şiller (Schiller) 1759-1805, Hayatı ve Eserleri` adlı kitabı 1932`de yayımlanır. 1938 yılında Ses dergisinde yayınlanan Usera Karargahı` ve` Masal` adlı öyküleri de onun edebiyatçı yönünün eseridir.Mualla, bu dönemde geçimini sahne kostümleri çizerek, kitap resimleyerek sağlar.

İstanbul Şehir Tiyatrosu sopranosu Semiha Berksoy`a duyduğu ilginin de etkisiyle Beyoğlu semtine yerleşir. İstanbul Şehir Tiyatrosu`nda sahnelenen Lüküs Hayat, Deli Dolu, Saz Caz gibi operetlerin kostümlerini çizer İsmail Hakkı Baltacıoğlu`nun Yeni Adam Dergisi`nin yazılarını resimler, aynı dergide dönemin sanatçılarının portre desenleri ve karikatürlerini çizer Nâzım Hikmet`in Varan 3&prime adlı şiir kitabını ve` Benerci Kendini Nasıl Öldürdü?` adlı oyununu resimler. Resim yapmayı da sürdür, İstanbul`un çeşitli semtlerinden manzaralar yapar.

1934 yılında suluboya ve desenlerini sergilediği ilk sergisini açar, ancak fazla ilgi görmez. İstanbul döneminde, sanatsever Salah Cimcoz, ona Moda`daki konağında rahatça çalışacağı bir yer tahsis eder. Bu evde Cimcoz`un üççocuğuna (birisi ilerde cumhurbaşkanı Fahri Korutürk`ün eşi olacak Emel idi) resim dersi verir. Ne var ki Salah Cimcoz ile içkili iken yaşadıkları bir tartışma sonucu, konağa gidip üzerinde çalıştığı portreleri parçalar. Dev bir panoda, toplu halde portrelerini çizmekte olduğu devlet büyükleri hakkında uygunsuz sözler sarf eden Fikret Mualla, sözlerinden ötürü sorgu ve tahkikata uğrar. Ömrü boyunca onu terk etmeyecek polis korkusu böylece başlar. Bu olaydan sonra (1936) bir buçuk yıl süreyle Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi`nde tedavi görür. Hastanede ünlü doktor Mazhar Osman`ın kontrolündedir ve Neyzen Tevfik ile aynı odayı paylaşmıştır.

1938 yılında babasını kaybedince yüklü bir mirasın sahibi olur. Mal varlıklarını satarak Paris`e yerleşmeye karar verir.  Babasının ölümü üzerine eline geçen miras payı ile Paris te yaşamını sürdürebileceğini düşünerek 1939 da Türkiye den ayrılır.  Gitmeden önce, Abidin Dino`nun ricası üzerine 1939 Uluslararası New York Fuarı Türk Pavyonu için İstanbul konulu 30 kadar tablo yapar.

Aynı yıl Türkiye de olmamasına rağmen Ses dergisi için çizdiği desenlerden bazıları müstehcen bulununca hakkında dava açılır Mualla, davadan beraat ettikten sonra 26 yıl boyunca yaşayacağı Fransa`ya gider. Ressam Hale Asaf`a aşık olur, ama karşılık görmez. İki ay için hastaneye yatar ama resmi bırakmaz.

Paris`te kısa bir süre eğlenceli, lüks bir yaşam süren Fikret Mualla, II. Dünya Savaşı`nın başlaması ve ülkenin işgal edilmesi üzerine Türk arkadaşları beraber vatana dönmeyi teklif ederler. Fikret Mualla son anda Türkiye`ye dönmekten vazgeçer. Ama çok zor bir döneme daha girer. Sanatçı, günlük gereksinimlerini karşılamak üzere tablolarını yok pahasına satar. Alkol sorunu, polis fobisi, yurt özlemi nedeniyle yaşadığı sıkıntılar birkaçkez hastanede tedavi görmesini gerektirir. Fikret Mualla, sıkıntılarını resim yaparak ve içki içerek atlatmaya çalışır. Alkol bağımlılığı onun sonu olur.

Çalkantılı ve bohem yaşam tarzı nedeniyle sadece sanatı değil, yaşamı da resim tarihine adeta bir mitoloji olarak geçen Fikret Mualla nın filmi izlemeye değer diye düşünüyorum.