Güçlüler ile güçsüzler arasında denge değişiyor mu?
Dünya eko-siyasi ekseninde oynama var.
Hatta ilerleme var ama ne yöne?

Krizleri önleyen ve istikrarı güvence altına alan bir düzen yok. 
Her kaos yenisine gebe.

Sorunları yönetmeye çalışmakla yetinen güçler var.
Hatta yönetmeyi dahi başaramayan bir ilişkiler ağı var. Uluslararası sistem sorunları çözemiyor.
Devlet- dışı aktörler, vekâlet güçleri, paramiliter gruplar, zayıf devlet ve hükümet yapıları krizlerin daha da akut hale gelmesine sebep olacak.

Güç dengeleri boşluk kaldırmıyor.
21. Yüzyıl eskiye benzemiyor, benzemeyecek.
Önümüzdeki on yıllarda belirsizlik ve güvensizlik derinleşecek.
Korkarızki yeni çatışmalara zemin hazırlayacak. 
İttifaklar ve ortak girişimler önemli olmakla birlikte, her aktör krizleri yönetmek ve sorunları çözmek için kendine ait imkân ve kabiliyetler geliştirmek zorunda. 

Bölgesel etki bu demek.
Ülkemizin hak ve menfaatlerinin korunması için bunun dışında bir yol yok.
O nedenle Ankara merkezli bakmamız gerek.
Bu adeta zorunluluk. 
Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin ikinci maddesi BM’nin “tüm üyelerin egemen eşitlik ilkesine tabii olduğunu” söyler. Bugün bu ilke ihlal ediliyor ve gücün ahlaktan, çıkarın hukuktan önce geldiği ifade ediliyor. 
Yazık.
Kalpler ve sınırlar birlikte kırılıyor.
Dünya siyasetinin real- politik okuması, bu tespiti haklı çıkarıyor: Güçlü olan, kuralları ancak kendi çıkarlarına hizmet ettiği oranda dikkate alıyor. 
O nedenle güç önemli ve sahada güçlü olmak değerli.

Bugünkü tabloda Batı dünyasının başını çektiği güçlüler ittifakı, kendi çıkarları söz konusu olduğunda çıkarcı  hareket ederken uluslararası ilke ve kuralları, rakiplerine ve hasımlarına baskı yapmak için kullanabiliyor.

Bu, batıyı batı yapan demokrasi ve insan hakları
kavramlarının altını oyuyor ve temel insani değerlerin anlamını sorgulanır hale getiriyor.

Batı ittifakına karşı Çin ve Rusya aktif rol potasında.

Siyasi ve coğrafi çok kutupluluk göründü.

Ama Asya konomik, teknolojik ve kurumsal yapıları kuramadı.

ŞANS KAPIYI 3 KERE ÇALAR

ABD’nin öncülüğündeki tek kutuplu düzene karşı yeni güç merkezlerini ve ittifak yapılarını tesis edecek ve sürdürülebilir kılacak yapılar henüz oluşmuş değil. 
Dünyada çoklu ve parçalı bir yapının ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu iki yapı arasındaki mesafenin kapanması önümüzdeki on yıllarda yeni güç mücadelelerinin doğmasını kaçınılmaz kılacaktır.

Hasım bir gücü yahut yükselişe geçen bir rakibi yavaşlatmak, durdurmak ve enerjisini tüketmek için uzun zamana yayılan yıpratma savaşları devreye konulacak ve bu süreç, çeşitli yöntemlerle tahkim edilecek.
Batı ile Rusya arasında devam eden yıpratma savaşı bunun somut örneklerinden biri.
İbrahim Kalın’ın basına açık toplantıda yaptığı değerlendirmeyi önemsiyorum; 
“Ukrayna savaşından Filistin meselesine, Irak ve Suriye’deki mevcut durumdan Tayvan gerginliğine, Yemen savaşından Libya’ya kadar bölgesel ve küresel
krizler çözümsüz değildir. Fakat başka bölgesel ve küresel hesaplar için bunların çözülmemesi, uzatılması ve derinleştirilmesi tercih ediliyor.”

Son dört yılda yaşanan krizler, küresel kırılmaların giderek daha derin ve yıkıcı hale geldiğini gösteriyor. Art arda gelen Kovid-19 krizi, Ukrayna savaşı ve Filistin-İsrail meselesi, küresel sistemin temellerini sarsan krizler olarak önümüzde.

Son olarak mı toplantısından dikkatimizi çeken bir diğer başlığı da aktarmak istiyorum.

Yapay Zekâ: Dijital Çağın Atom Bombası

Tüm bunlara ilaveten yeni bir risk alanıyla karşı karşıyayız: Yapay zekâ. Sunduğu büyük imkânların yanı sıra büyük tehditleri de beraberinde getiren yapay zekâ, çağımızın dijital atom bombasıdır. Barışçıl ve insancıl amaçlarla kullanıldığında hayatımızı kolaylaştıran ileri teknoloji, her türlü manipülasyona da açık bir mahiyet arz etmektedir. Sınırı ve çerçevesi çizilmemiş yapay zekâ çalışmaları, insanlığın geleceğini doğrudan tehdit etmekte.
Aklın yerine algoritmaların, erdemin yerine hazzın, duygunun yerine komutların hâkim olduğu sanal dünya artık sanal olmaktan çıktı ve fiziki varlığımızı tehdit eder hale geldi. İnsanın makineleştiği, makinelerin yapay zekâ üzerinden insanlaştırılmaya çalışıldığı bir dönemde insanoğlunun aklını, kalbini, duygularını, neslini ve fiziki geleceğini koruması kolay olmayacak. İnsanların birer fenomen, kullanıcı, tüketici, avatar, algoritma, istatistik olarak tanımlandığı bir çağda insan olmanın en temel vasıflarını korumak için güvenlik yöntemlerinin çok ötesinde tedbirlerin alınması gerekiyor.

Kendine yeterlilik ilkesi, stratejik önemi haiz alanlarda bir millî güvenlik ve beka meselesi.
O nedenle kendimize yetmek için uğraşıyoruz.

Sahada ve masada elde edilen kazanımları ulusal ve uluslararası alanda kalıcı hale getirmenin yolu, zihinleri ve kalpleri kazanmaktan geçer. 

Güven ancak inançla olur. İnanç ise karşı tarafın sizden emin olması ve sizinle birlikte yol yürümek istemesiyle mümkündür.