'Biyografya 5 : Ahmed Adnan Saygun' 30.11.2004`de 'Melih Duygulu, Gülper Refiğ, Emre Aracı, Ali Ergur, Önder Kütahyalı, Yasemin Esra Doğancı, Gülsin Onay, Yiğit Aydın
Esin Ulu' nun yazılarıyla yayınlanmış..

Besteci ve H.Ü .Ankara Devlet Konservatuvarı Öğr.Gör. Orhan Veli Özbayrak, Gülper Refiğ tarafından kaleme alınan 'Müzikte Doruklar'  başlıklı bölümle ilgili görüşlerini paylaşmış.. Yayımlıyoruz:

'Bu yazı 2004 Ekim inde Bağlam Yayıncılık tarafından yayımlanmış 'Biyografya 5 Ahmed Adnan Saygun' başlığını taşıyan kitabımsı dergide yayımlanan son yazıdır. Başlığı şu şekildedir: 'Müzikte Doruklar' Gülper Refiğ yazısına bir 'Doğu-Batı' karşılaştırması yaparak başlamış. Batı nın eski Yunan uygarlığından temellenen bir savaş kültürü olduğunu ve esas gayesini 'doğaya ve insana hükmetme, iktidar gücünü tek yanlı sahiplenme' şeklinde belirtmiş. Sonra Doğu için devam etmi 'Buna karşılık Batı-dışı toplumların kültüründe doğayla barışık yaşama, yani huzur ön plandadır. Bu dünya görüşü, Afrika için de, Çin, Hint ve diğer Asya kültürleri için de geçerlidir. İslam kültürüne gelince İslam esas itibarı ile bir barış dinidir. Kelime olarak silm yani barış kökünden gelmiştir.' 

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Adnan Saygun üzerine yazılan bir yazıda, konuya bu şekilde büyük boyutlu giriş yapmak zaten kulağa garip geliyor. Bununla birlikte 'tarihsel açıdan' söyledikleri tamamen yanlış. Son yıllarda, diğer bir çok alanda olduğu gibi, tarih biliminde de Avrupa ve Akdeniz merkezli tarih yazım anlayışı terk edilmeye ve konu dünya tarihi olunca yeryüzünün tüm uygarlıklarını kapsayan bir tarih yazımı anlayışı benimsenmeye başlandı. Bunun Türkçeye çevrilmiş ve kendimin de okumuş olduğu en iyi örneklerinden iki tanesi Merry Wiesner-Hanks in 'Kısa Dünya Tarihi' (İş Bankası Yayınları) ile Andrew Marr ın 'Büyük Dünya Tarihi' (Yakamoz Kitap) kitaplarıdır. Bu kitapları okursanız Refiğ in genel tarih ve uygarlık anlayışını pek de doğrulamayan ortak bir geçmişimiz olduğunu görüyorsunuz. 

Açıkça ve kısaca yazmak gerekirse, 'savaş Yunan uygarlığıyla başlamış ve sadece Batı nın miras aldığı' bir şey değildir. Uzak Asya da, Afrika da, Orta Amerika kültürlerinde de, bu bölgeler modern zamanlarda Batı ile yoğun temas ve ilişkiye geçmeden önce savaş, katliam ve hükmetme arzusu vardır ve  bunlar 'insanoğlunun bencilliğinden gelen' ortak arzulardır. Batı nın zaman içerisinde sağladığı üstünlüğün nedeni savaşçı olmaları değil, 'savaş teknolojisinin gelişmiş olması' ve bu teknolojiyle desteklenen üretim ve ticaret ağlarını geçtiğimiz 500 yıl içerisinde küresel çapta oluşturabilmesini sağlayan koşulların ortaya çıkmasıdır. 

Eğer savaş 'Batı Medeniyetine' has bir şeyse neden Çin de hanedanlıklar değişti? 

Neden Afrika da, halen dünyanın en zengin kişisi olarak anılan Mansa Musa ortaya çıktı? 

Diğer kültürler barışçıysa Orta Amerika da Atahualpa veya Montezuma gibi tapınılan krallar nasıl var olabildiler? 

Bir yerde 'hükümdar varsa' orada savaş olmuştur ve birileri diğerlerine üstün gelip 'gücü ele geçirmiş' demektir. Bu noktayı anlamamız gerekiyor. 'Doğa yla barışık yaşamaya' gelelim: Orta Amerika da 1. binyılda ortaya çıktığı düşünülen Nazca uygarlığı nasıl yok oldu? Bu yazarların belirttiğine göre araştırmalar 'Nazcaların bulunduğu bölgede fazla ağaçkeserek tarım arazisi oluşturmalarının, daha sonradan kendilerinin tsunami ve sel baskınlarına kurban gitmeleri sonucunu doğurduğunu' söylüyor. Dolayısıyla böyle genellemeler yapmaktan her zaman çekinmek gerekir. 

İslam ın barış dini olmasına gelince: Sözcüğün anlamı ve Hz. Muhammed in mesajı bu olabilir, ancak Hz. Ebubekir den sonra halifelerin eceliyle ölmediğini biliyoruz. 

Dolayısıyla ortada ne kadar bir 'barış'tan söz edilebilir? 

Biz Türkler olarak Anadolu ya 'barışarak' mı yoksa savaşarak mı geldik? 

Böylesi büyük söz ve fantezileri boşu boşuna dillendirmemek gerekir. Refiğ bunun ardından -pek de anlaşılmayan bir bağlantılandırmayla - sözü Saygun a getiriyor ve 'Saygun un iki şaheseri Yunus Emre Oratoryosu ve Atatürk e ve Anadolu ya Destan Batı-dışı toplumların ortak vicdanına seslendiği ve felsefesi ile de, müziği ile de başka hiçbir örneğe benzemedikleri için, 20. yüzyılın son çeyreğinde yazılmış en önemli yaratılardır.' diyor.  

Şimdi öncelikle şunu sormak isterim: Ben kişisel olarak 'Saygun u önemseyen ve yapıtları ile düşünce dünyası üzerine çalışan' birisiyim. Saygun zaten arkasında bıraktığı yapıt ve yayınlarıyla üzerine epey konuşulmayı hak eden bir besteci. Ancak nereye varacağı belli olmayan tümce ve abartılardan kaçınmak gerektiğini de düşünürüm. Refiğ bu yapıtların başka hiçbir yapıta benzemediğini söylemiş. 

Dünya üzerindeki diğer tüm müzikleri incelemiş midir? 

Batı-dışı toplumlara seslenmiş olan ve seslenen tek besteci Saygun mudur? 

Böyle bir iddiada bulunmak için elimizde ne denli karşılaştırmalı çalışmalar var? 

Saygun un kendi çevresi ve çağı içinde özgün bir besteci olduğunu ben de düşünüyorum. Ama karşılaştırma yapmadan, böylesi büyük bir yargıda bulunmaktan ya kaçınırım ya da o özgünlüğün koşullarını çok iyi tanımlamaya çalışırım. Burada böyle bir çabanın var olduğunu pek göremiyorum. 

Refiğ in yazısındaki bu noktada bir başka hata, 'Yunus Emre nin 20. yüzyılın son çeyreğinde yazılmış olduğunu' söylemesidir. 1942 de yazılmış bir yapıt nasıl yüzyılın son çeyreğinin yaratısı olabilir?

Ardından Refiğ, Wagner ile Saygun karşılaştırması yapmış. Wagner ile ilgili yazdıklarının doğru olduğunu düşünelim. Ancak Wagner`i ele alırken Saygun`la arasında şöyle bir karşılaştırma yapmış: 'Wagner in müziği, kendi kültürünün uzantısı olarak, ne kadar karmaşık, karanlık ve sarsıcı ise, Saygun un müziği bir o kadar yalın, sade, aydınlık ve huzurludur.' 

Saygun un müziğini iyi tanıdığını düşünen birisi olarak 'bu betimlemenin de havada kaldığını' söylemeliyim. 

Sadece bir tane örnek vereceğim: Saygun un 2. Senfonisi nin son bölümünü dinleyen bir kişi, bu müziği 'yalın, sade, aydınlık ve huzurlu' olarak tanımlar mı acaba? Keşke dinleyiciler arasında bir anket yaptırsak ve sonuçlarını paylaşsak. Saygun un müziğinin 'aydınlık' tarafları varsa da ağır basan duygunun 'karamsarlık' olduğunu düşünüyorum ki, bestecinin hayata karşı kötümser bakışı, kendisi tanıyanlarla yapılan söyleşilerde defalarca belirtilmiştir.

Bir diğer tartışmalı ifade ise şu şekildedir: '26 yaşındaki Saygun`a Ata`sı ilk ulusal Türk Operası Özsoy`u besteleterek[; ]' Literatürde bu bilgi genellikle bu şekliyle hep geçer. Halbuki Atatürk`ün Saygun`a doğrudan Özsoy operasını sipariş ettiği anlatısı hatalı ve tarihsel gerçekle örtüşmemektedir. Bu konuda Sadun Tanju`nun Adnan Saygunlar`da Çay Sohbetleri kitabına bakılabilir bestecinin kendisi Özsoy sürecini de bu kitapta anlatıyor. Bu anlatıdan çıkardığım şey Atatürk`ün operayı doğrudan Saygun`a sipariş etmediğidir. Çünkü Adnan Bey, Atatürk`ün 'opera yazdırılacak kişiyi bulma' görevini Necip Ali Bey ile Münir Hayri`ye [Egeli] verdiğini, bu kişilerin de kendisine gelerek konuyu açtığını söylüyor. Necip Ali ve Münir Hayri Beyler doğal olarak bir başkasına da gidebilirlerdi, ama Adnan Bey`i seçmişlerdir. Dolayısıyla Atatürk`ün Saygun`a doğrudan opera sipariş ettiğini söylemek -Özsoy için- bestecinin kendi anlatısıyla örtüşmüyor.

Son ve bir başka nokta ise Refiğ`in yaptığı 'Mozart-Wagner-Saygun' üçlemesi. Refiğ bu üçkişiyi 'dünya müzik tarihinin üçeşsiz kahramanı olarak' gördüğünü söylüyor. 

Kime göre, neye göre? 

Örneğin neden Bach değil de Mozart? 

Bu üçkişinin adını verirken bunları birbirine bağlayan temanın 'doğayla barışıklık ve ölümde huzur' olduğunu söylemiş. Müzik tarihinde ölümün huzuru imgesini çağrıştırmış başka hiçbir besteci yok mu? Şostakoviç`in son yapıtı için de benzer şeyler söylene gelir o halde neden Şostakoviçyok? Bu tür yakıştırmalar, yakıştırma olmaktan öteye gidemiyor ve okuyucuya net, açık ve anlaşılır bir bilgi sunmuyor. 

Müzik tarihi ve besteciler üzerine düşünür ve yazarken gerçek olgular üzerinden hareket etmeliyiz benzetme ve yakıştırma işin sadece ikincil kısmıdır. Birincili olmadan ikincilin bir şey ifade ettiğini söyleyebileceğimizi pek sanmıyorum.

Saygılarımla;