Ezelî bir nur, bir hidayet rehberi olan İslam'ın özü, zamanın yıpratıcı etkisine karşı direnç göstermiş, ilk günkü saflığıyla varlığını sürdürmektedir. Kur'an-ı Kerim'in ayetleri, hâlâ insanlığın yolunu aydınlatan birer ışık huzmesi gibi parıldamaktadır. Ancak, bu ilahi kelamın yüce mesajları ile günlük yaşantımızın karmaşası arasında bir uçurum oluşmuştur. Bu durum, derin bir tefekkür ve muhasebe yapmamızı gerekli kılmaktadır.

Hz. Muhammed'in (s.a.v.) mübarek elleriyle inşa ettiği o huzurlu ve manevi atmosferden ne kadar uzaklaştığımızı düşünmek, ruhumuzda bir sızıya sebep olmaktadır. O dönemdeki saffet ve samimiyet, yerini maddiyat ve bencilliğe bırakmış gibi görünmektedir. Acaba bu gidişat nereye varmaktadır? Bu sorunun cevabı, her birimizin vicdanında yankılanmaktadır.

İslam'ın özüne bağlı kalarak, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) sünnetini rehber edinerek bu uçurumu kapatmak mümkündür. Bunu başarmak için her birimize büyük bir görev düşmektedir. Kendimizi ve ailemizi Kur'an'ın ve sünnetin ışığında eğitmek, bu ilahi mesajları günlük hayatımıza uygulamak için gayret göstermeliyiz.

Unutmayalım ki, İslam sadece bir ibadet şekli değildir. O, bir yaşam biçimidir. Her alanda İslam'ın ilkelerini rehber edinerek, hem kendimiz hem de toplumumuz için huzurlu ve müreffeh bir gelecek inşa edebiliriz.

Bu yolda atılacak her adım, bizi Hz. Muhammed'in (s.a.v.) aydınlık yoluna yaklaştıracaktır. O'nun nurlu rehberliğinde, İslam'ın özüne ve asıl ruhuna yeniden kavuşabiliriz.

Zamanın akışı içerisinde, İslam'ın özüne dair endişeler, kalplerimizde filizlenen bir hüzün bahçesi oluşturmaktadır. Maalesef bazı Müslüman topluluklar, hurafelerin ve kolaycılığın gölgesinde, hakikatin ışığından uzaklaşmaktadır. Dini liderlerin, masallar ve hikâyeler ile insanları yönlendirmeye çalışmaları, dinin özünden sapma tehlikesini beraberinde getirmektedir.

Hâlbuki İslam, sağlam bir aklın ve berrak bir vicdanın rehberliğinde ilerlemesi gereken bir yoldur. Kur'an-ı Kerim'in ayetleri ve Hz. Muhammed'in (s.a.v.) sünneti, bu yolun aydınlık fenerleridir. Bu fenerlerin ışığında ilerlerken, hurafelerin ve batıl inançların karanlığına gömülmekten korunabiliriz.

Müslümanlar arasındaki ayrışmalar ve tekfirci eğilimler, dinin birleştirici ruhuna aykırıdır. Birbirimizi sevgi ve saygıyla kucaklamak, farklılıklarımızı zenginlik olarak görmek, İslam'ın özüne uygun bir tutumdur.

Rüşvet, faiz ve çıkarcılık gibi toplumsal sorunlar, adeta birer kara bulut gibi İslam'ın aydınlık yüzünü gölgelemektedir. Merhametin ve yardımseverliğin unutulduğu, insanların birbirine sırt çevirdiği bir dönemden geçiyoruz.

Ancak bu karanlığın sonsuza kadar sürmeyeceğini biliyoruz. İslam'ın özüne bağlı kalarak, bu çirkinliklere karşı mücadele etmek her Müslümanın görevidir. Birbirimize el uzatarak, merhamet ve sevgi dolu bir toplum inşa etmek için çalışmalıyız.

Unutmayalım ki, İslam'ın asıl mesajı barış, sevgi ve merhamettir. Bu mesajı yaşayarak ve yaşatarak, hem kendimizi hem de dünyayı daha güzel bir hale getirebiliriz.

Kâbe'nin yüce gölgesinde secdeye varan bedenler, maalesef kalplerin aynı yüceliğe erişmediğini fısıldamaktadır. Allah'a yakınlık arayışı yerine, dünyevi hırsların ve günahların cazibesine kapılmış gönüller, manevi bir esaretin pençesinde kıvranmaktadır. Kur'an'ın "Okuyun!" ve "Sabredin!" emirleri, kulakların ardına atılmış birer nasihat gibi yankılanmaktadır. Geceler, manevi uyanışın aydınlığı yerine, gafletin karanlığına gömülmektedir.

Dini yaşayışımızı, namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibadetlerle sınırlamak, İslam'ın özüne aykırı bir tutumdur. Günlük hayatımızın her anında, Allah'ın rızasını gözetmek ve O'nun yüce emirlerine uymak, gerçek bir Müslümanın görevidir. Kur'an'ı sadece düğünlerde ve cenazelerde hatırlamak, evlerimizde süs eşyası gibi muhafaza etmek, bu kutsal kitabın yüce mesajına haksızlık etmektir.

İslam, sadece ibadethanelerde yaşanan bir din değildir. O, her nefeste, her adımda Allah'ı hatırlamayı ve O'nun rızasına uygun bir hayat sürmeyi gerektirir. Eğer kalplerimiz Kâbe'nin yüceliğine erişmek istiyorsa, öncelikle dünyevi hırslardan ve günahlardan arınmamız gerekir. Kur'an'ın öğütlerini hayatımızın rehberi edinmeli, geceleri manevi uyanışa ve tefekküre ayırmalıyız.

"Elhamdülillah" derken, dillerimiz şükürle zikrederken, kalplerimiz de bu yüce şükranın sorumluluğunu hissediyor mu? Hayatın koşuşturmacası içinde, bu kutsal sözün derin anlamını gözden kaçırıyor olabilir miyiz?

İman, sadece bir başlangıç noktasıdır. Gerçek imtihan, bu inancın ışığında hayatımızı şekillendirmek ve her an Allah'a teslimiyet göstermektir. Dini yaşantımızı gözden geçirmek, Kur'an'ın emirlerine uyma sorumluluğunu üstlenmek, bu imtihandan başarıyla çıkmamız için şarttır.

Aksi takdirde, dinden uzaklaşmakla kalmayıp, manevi bir çöküşe doğru sürükleniyoruz. Maddiyata ve bencilliğe kapılan ruhumuz, manevi tatmin ve huzuru arayışında kaybolmaktadır. Bu karanlıkta, İslam'ın kaybolan ışığı yeniden parlayabilir mi?

Evet, umutsuzluğa kapılmadan, yeniden bir arayışa girmenin tam zamanı. Özümüze dönmek, birbirimize daha fazla destek olmak için geç değil. Umut ve sevgiyle yola çıkarak, bu zorlu yolda birlikte ilerleyebiliriz.

Birbirimizi anlama ve sevgiyle yaklaşma çabalarımız, kaybolan değerlerimizi yeniden bulmamıza vesile olacaktır. Kur'an'ın ışığında, merhamet ve adalet dolu bir toplum inşa etmek için el ele verebiliriz.

Unutmayalım ki, "Elhamdülillah" sadece bir söz değil, aynı zamanda bir yaşam biçimidir. Bu yüce şükrün sorumluluğunu taşıyarak, her anımızı Allah'a yakınlaşmak için bir fırsata dönüştürebiliriz.

İnşallah, bu kutlu yolda samimi bir şekilde ilerlersek, Allah'ın rahmeti ve inayeti her daim bizimle olacaktır.