Medeniyetimizin müstesna güzelleri atlara sevdalı TÜGİS Başkanı değerli büyüğüm Kaan Sidar’a hürmetle…

12 Şubat 1978-Gelibolu-Gazi Süleyman Paşa Mahallesi, Saruca Paşa Sokak

Nalbant Cumhur Baba’nın meslek sırlarını anlattığı hoş âvâzına kulak veriyoruz:

Evlat, iki türlü nal var. Biri sıcak nal dediğimiz el, yani usta yapımı nal, diğeri de hazır nal. Ben 40 yıllık nalbantlık mesleğimde kendi yaptığım nalları kullandım. İşinin erbabı nalbant nalı önce ocağında akkor haline getirir, sonra örsünde şekillendirir. Akabinde mıh deliklerini açar. Malum olduğu üzere nal çivisine mıh denir ki ustası mıhları usulünce açar. Daha sonra o nala ince ayar yapması lazım gelir, atın ayağına hüvesi hüvesine milimi milimine uyması için. Çünkü atların ayakları da bir nevi insan ayağı gibidir, her biri farklı farklıdır.

Bir şey daha! Sıcak nal haddizatında atın ayağına sıcakken çakılır. Tırnak ölü dokudur, sinir olmadığı için acımaz, yanmaz ama çakarken mıhı canlı dokuya kaçırmamak lazım yoksa ata çok ızdırap verir.

Fabrikasyon nal kullanılırsa atın ayağının numarasını bilmek lazım. Dar da olmaz geniş de. Numara uyuyor gibi gözüküyorsa da yine de onu ayarlamak lazım.

Bendeniz bıçak nal yaparken atın tırnağının tabanına şöylece bakar, büyük geliyorsa nalı ocağımda tekrar döver, daraltır ya da genişletirim ki atın ayağıyla bütünleşsin!

Atlar 40 günde bir nallanır. Bazı atların tırnağı çabuk uzar. Nallamak için evvel emirde eski nalları çıkartmak lazım nallar özenle sökülmelidir. Atların tırnakları uzadıkça mevcut nal yaralanma sebebi olur.

Nalbant-Sir Edwin Henry Landseer (1)

Nallanacak atın önce tırnaklarının pedikürü yapılır. Atın ayağının tabanını maya denir, mayasındaki ölü dokular temizlenir, daha sonra nal çakılır.

Bazı atlar yaradılış itibarıyla huysuzdur, sinirlidir, böylelerinin burunları yaşava ile sabitlenir. “Yavaşa”nın ne olduğunu bir zahmet araştır! Nal çakarken genellikle arka ayaklar tehlikelidir. Tehlike arz eden arka ayaklar kontrol altına alınmalıdır. Atın seyisi kuyruğunu dolar, kuyruğun bir ucunu da tutar ki, hayvan ayağını oynatmasın.

Nalbantlar huysuz atları hiç sevmez, bunlara nal çakmayı istemez. Bazı at nalları çakılırken huysuzluk yapmaz ama bütün ağırlığını nalbantın üzerine verir… 500 kilodan bahsediyorum, bu durumda nalbant rahat çalışamaz. Ben biiznillah çekicimle hiçbir atın sağrısına vurmadım. 

Yerine göre 45 dakika ile bir saat süren nal çakma ameliyesinin ardından at bir müddet yürütülür, bir nevi kalite kontrol yapılır! Bazen nal sıkar, nalbant toparlar, sağını solunu kontrol eder. Nal çakma işlemini bitiren nalbant atın ayağına tırnak yağını sürer, tırnak yağı ardıç katranından yapılır.

Nalbantlık zor ve bir o kadar da tehlikeli bir meslektir ki nal çakarken pek çok nalbant garik-i rahmet olmuştur!

Atlarla birlikte arabaya koşulan çift sürülen eşek, katır, öküz -öküz sığırın iğdiş edilmişidir- bir de donday -mandanın erkeğinin iğdiş edilmişi- nallanır.

Abdülhamid Han atı Ferhan ile ikbal günlerinde (1)

17.08.2023-Başakşehir-Başakşehir Mahallesi, Süleyman Çelebi Caddesi

Cumhur Baba’ya rahmet niyazıyla…

Onu, ilk defa çocukluğumun soğuk bir kış gününde görmüş, keskisinin sırı, sapının ucu eskimiş keseriyle yaşlı bir atın nallarını çakarken tanımıştım.

Cepkenlerinden yenine kadar eskimiş meşin ceketi ve kolları artık yer çekimine dayanamamış yün kazağı hafızama yer etmişti. Yüzünde ancak kahırlı ve çilekeş insanların çehrelerinde rastlamak mümkün olan ifadeleri fark etmiştim.

Binek hayvanlarının toynaklarından kazanırdı ekmeğini.  Bir elinde nal tokmağı, bir elinde keseri yahut nal çekici olduğu halde,  ilk gün ışığı camlarla selamlaşmazdan önce yollara revân olurdu Eceabat'ın Cumhur Babası.

3 yıl önce ziyaretine gitmiştim.

3 yıl önce ziyaretine gitmiştim. Uzun yıllara göğüs geren kulübesinin viran kapısı aralıktı. Yattığı sedirin yanına vardım. Çok sevdiği atının üzengisini ve kamçısını sedirin başucundaki bir çiviye asmıştı.

Çanakkale Boğazı’nın yeşil yakası Eceabat'ta soğuğun ve rüzgârın hiç eksik olmadığı genişçe bir arazi üzerine kurulu, derme çatma bir kulübede insanlara ve hayata küsmüş bir vaziyette feleğin gelip, canını almasını beklediğini ifade etti bana.

Hatırını sorduğumda, işaret parmağıyla orta parmağı arasında tutmaya zar zor mukayyed olabildiği kendi imalatı sigarasını ciğerlerine bir nefeste öyle çekti ki mahmur gözlerine yaşlar akın etti.

"Evlat, gözlerimden içerilere yavaş yavaş toprak kokuları girmeye başladı" demişti o gün.  Ve kısık bir sesle konuşmasını güçlükle tamamlayabilmişti. "Çanakkale Boğazı'nın dinmek bilmeyen rüzgârları nedir ki hayatın rüzgârlarının yanında. Zamanın sert esen rüzgârları, erguvan renkli yanakları söndürüp, bitiriyor! Çaresizim artık. Evlat seni bir daha görür müyüm bilemem.  Bildiğim tek şey var! Artık atçılık da, nalbantlık da öldü vesselâm." 

Kulübenin içinde bulunduğu bahçede bir ceviz ağacı yardı. Cumhur Baba kadar yalnız bir ceviz ağacıydı bu. Yanına daha yaklaşmadan yüksekliğinin verdiği haşmetle bir cesâmet abidesi olarak heybetle duran ceviz ağacının altında volta atan ihtiyar nalbantın canevinde deveran eden sızının âhı, Zuhal Yıldızı'na kadar yükselmiş, yüzü, yalnızlığın kederinden abanozlar gibi kararmıştı.

Çaresiz, halsiz ve kimsesizdi Cumhur Baba. Gençliğinde nice aygırları bir çırpıda nasıl nalladığını anlatmaya da gücü kalmamıştı besbelli.

Güneşin üzerine emaneten çekilen koyu lacivert perdelerin boğaz güneşinin ilk ışıklarıyla usul usul aralanmaya başlamasından sonra, çekicini kuşanır dağ köylerinde nal çakardı Cumhur Baba.   Yakın zaman önce yaşlılıktan mütevellid son atını da satmıştı.  Sırtında heybesi, heybesinde çekici ve azığı olduğu halde köy yollarını, varlığı ile yokluğu tartışma götürür pabuçlarıyla güçten kesilinceye dek,  birkaç zaman daha arşınladı.  

Haklıymışsın Cumhur Baba.

Haklıymışsın Cumhur Baba.  Sırlı Süleyman Efendi söyledi senin de toprağa kavuştuğunu.

Sen, iyi insanların gittiği yere gittin Cumhur Baba.  Artık, boğazın sert esen rüzgârları seni hasta etmeyecek! Çekicinin ahenkli tik-takları ruhumu serinletmeyecek!  Binek hayvanlarının toynakları yarılıp gidecek! Kapıska Kıraathanesi'nin horozları yetim kalacak!

Hatıraların var ya Cumhur Baba. Geride bıraktığın hoş sadâ ve hatıraların sevenlerinin yüreğini ısıtacak. Senin kaybın aslında bir büyük dostun, unutulmaya büsbütün yüz tutmuş bir mesleğin kaybı değil. Bir tarih kaybı Cumhur Baba!

Cumhur Baba şimdi kimsesizler mezarlığında...

Cumhur Baba şimdi kimsesizler mezarlığında...

Üzengisini ve kamçısını çocuklar;  nal takımını da eskiciler götürmüş, Kapıska Kıraathanesi'nin horozları ise tüy dökmede!

Fotoğraf-1

Bu tablo Sipahiocağı’nın nalbathanesinde asılı olup İngiltere’nin 19’uncu yüzyıl ressamlarından Sir Edwin Henry Landseer isimli meşhur ressamın  “Shoeing/Nallama” adlı tablosunun bir kopyasıdır. Tabloda nalbantına dönüp bakan kiraz doru donlu at, onları seyreden eşek, köpek ve dahi tavana asılı kafesindekii kuş ve tabii ki mesleğini aşk ile icra eden nalbant resmedilmektedir. Eserin aslı Londra’da Tate Gallery’de sergilenmektedir.

-Tablodaki at kiraz dorusu donunda olup bu don en makbul ve nadirdir ki çok az rastlanır.-

Fotoğraf-2

İkbal zamanlarında Sultan Abdülhamid Han’ı Yıldız Sarayı’nda Ferhan nâm atının üzerinde bir akşam gezintisinde tasvir eden bu fotoğraf 21 Aralık 1895 Salı günü yayınlanan The Graphic mevkûtesinin kapağını şenlendirirken dijital baskı bir nüshası Üstad Kaan Sidar tarafından bu satırların yazarına hediye edilmiştir.

İbrahim Ethem Gören-Yazı No: 507