Dört gündür Fatih Camii haziresinde basübadelmevt`i beklemekte olan değerli iktisat âlimi, mütefekkir, daha ve gönül insanı Mehmet Gençhocamıza rahmeti vesile kılarak hazırladığımız yazı dizimizin ikinci ve son bölümünün öznesinde Osmanlı Cihan Devleti ekonomisin bilinmeyenleri var. Mehmet hocamızın ruhu için Fatihalar okuyalım.

`src=

Mehmet Genç: Osmanlı yüzde 10 kârı 'şer`î ' kâr olarak kabul etmiştir. Ancak sınaî üretimde kâr payları yüzde 15-20`lerdeydi. Bunlar da nadir örneklerdir. Osmanlı arz ettiğimiz üzere yüzde 10 kadar bir kârı 'şer`î ' kâr olarak kabul etmiştir. Bittabi kârın şer`î liği şüphelidir. İslâm dininde herhangi bir kâr haddi yoktur. Ü retici, satıcı, malını isteği fiyattan satabilir.

'Pirinci, kahveyi, keteni kaça aldın?'

Düşünün, Osmanlı tüccarı gemilerle Mısır`dan mal getiriyor. Navlun ücreti var, sigorta yok, yolda gemi baskına uğrayabilir, zarar görebilir. Mısır`dan gelen emtia için bile takdir edilen kâr haddi yüzde 10`dur. Devlet maliyet hesabı istiyor, 'Pirinci, kahveyi, keteni kaça aldın?' diye sual ediyor. Tüccar kadıya alım belgesi imzalatmak durumundaydı. Navlun ve hamaliye giderleri de hesap edilerek deniz yoluyla Mısır`dan İstanbul`a getirilen emtia ancak yüzde 10 kârla satılabilirdi.

Osmanlı gibi büyük bir coğrafyada kâr hadlerinin minimum seviyelerde tutulması esnaf loncaları marifetiyle olmuştur.

Esnaf Loncaları Ağacın Dallarına Benzetilebilir

Esnaf loncaları ağacın dallarına benzetilebilir. Her bir meslekte ayrı bir örgütlenme vardır. Debbağ, celep, tacir, ayakkabıcı, mestçi, terlikçi, çizmeci, pabuççu, deri/sahtiyan esnafı/tüccarı altında toplanmıştır.

Osmanlı Tüketicisi Oldukça Bilinçliydi

Osmanlı ticaret hayatında hemen her bir esnaf diğer bir esnafın alıcısı ya da satıcısı durumunda olduğundan kârlar kontrol altında tutulabiliyordu. Bir esnaf ürününü pahalıya satacak olursa kimse ondan mal almazdı. Pahalı malı alan esnaf bunu kime satacaktı? Osmanlı tüketicisi oldukça bilinçliydi. Fiyatlar yükseldiğinde tüketici soluğu hemen kadının yanında alırdı. Kadılar da fiyat tesbiti yapardı.

Osmanlı`nın Günlük Mesaisi 8 Saat;

Osmanlı işçisi/esnafı 8 saat çalışırdı. Esnafta olduğu gibi Osmanlı bürokratları da günde 8 saat çalışırdı. Padişah da günde 8 saat çalışırdı. Padişahın da yapması gereken pek çok iş vardı. Osmanlı padişahına hemen her meseleyle ilgili arzlar gelirdi ve padişah bunların tamamıyla ilgilenir ve her birine ferman/hatt-ı hümayun yazardı. Sultan III. Selim`in, vezirinin arzlarını kabul ettikten sonra, 'Vezirim, bu gece arzları mülahaza eder ale`s-seher gönderirim' dediği vakidir.

Osmanlı`da Hayvanların Mesaisi de 8 Saatti

Osmanlı, üretimde görev verilen hayvanların mesaisini dahi büyük bir titizlikle tayin ve tesbit ederek yük taşıyan hayvanların mesaisini 8 saat olarak belirlemiştir. Atların mesaisini tanzim eden fermanlar vardır. Atın/merkebin öğle yemeği ve tatili zapt u rapt altına alınmıştır. İşçi nasıl olsa öğle vakti dinlenir atın, eşeğin dili yok ki söylesin! Hayvanların ikindiden sonra çalıştırılması yasaklanmıştır.

Yük taşıyan hayvan yükünü boşalttıktan sonra ahırına getirilirken seyisleri yükten yorulan hayvanların üzerine kesinlikle binemezdi. Binenlere ceza verilirdi. Bundan sebeptir ki semerlerin üzerine çivi çaktırılmış semerinde çivi olmayan hayvanların yük taşımasına müsaade edilmemiştir.

`src=

Avrupalı 300 Yıl Boyunca Sermaye Birikimi Yaptı

Bununla birlikte aynı zaman diliminde Avrupa`da durum böyle değildi. Tüccar, esnaf yüzde 200, yüzde 300 kâr ediyordu. Bu kadar kâr marjı olmakla birlikte Avrupa esnafları arasında intihar vakıaları gözlemleniyordu.

Avrupalı uzun yıllar, belki 300 yıl boyunca sermaye birikimi yaptı. Sanayi Devrimi işte bu birikimlerle oldu. Avrupa`da sanayi devrimi esnasında iflasların, intiharların, mahkû miyetlerin haddi hesabı yoktur.

Osmanlı Esnafının Terekesi 1500 Yevmiye;

Arz ettiğimiz gibi Osmanlı tüccarının kâr marjı yüzde 10`du. Takdir edersiniz ki bu kadar bir kârla sermaye temerküzü mümkün değildir. Osmanlı esnaf ve tüccarı bu sebepten ötürü büyük birikimler yapamamıştır. Batılı araştırmacıların Osmanlı tüccarları üzerine yaptıkları servet araştırmaları da arz ettiğimiz bilgileri doğrular mahiyettedir.

Fransız araştırmacı Roger Establet, 17`inci ve 18`inci yüzyılların Şam ticaretini enine-boyuna araştırmıştır. Şam, Kahire ve Bursa esnaf ve tüccarına ait yüzlerce terekeden çıkan bilgiler de Osmanlı esnaf ve tüccarının kârının oldukça düşük olduğunu göstermektedir.

Mesela tereke defterlerinden, bir Osmanlı esnafının 700 kuruşluk miras bıraktığı anlaşılmaktadır. Bu oldukça düşük bir rakamdır. Tüccarların mirası biraz daha fazla 2750 kuruştur. Haddizatında bu da düşük bir miras rakamıdır. O yıllarda bir işçinin yevmiyesinin yarım kuruş olduğu düşünülecek olursa esnafın mirasının 1500 yevmiye tüccarın mirasının da ortalama 5000 yevmiyeye tekabül ettiği görülecektir. Bununla birlikte devlet görevlilerinin terekesi oldukça yüklüdür. Esnaf ve tüccarın 50 mislidir, 100 mislidir.

Osmanlı`nın Elinde Un, Şeker, Yağ Olduğu Halde Helva Yapmadı

Osmanlı tüccarının çok düşük kârlarla ticaret yaptığını aktardık. Büyük sermaye gereken yatırımlar devlet eliyle yapılırdı. Bu kadar sermaye ile esnaf ancak küçük âletler alabilirdi büyük yatırımlar ve fizî kî sermaye birikimi yapamazdı. Büyük fizikî yatırımları devlet yapardı. Devlet, yüzde 10 kâr haddi tanıdığı esnafa yüzde 5 kira bedeli ile fiziki devlet yatırımlarını kullanma buralarda çalışma/iş yapma imkânını temin ederdi.

Devlet, yağhane, sabunhane, basmahane gibi büyük sermaye gerektiren yatırımları bizzat kendisi yaptıktan sonra işletmesi için esnafa kiraya verirdi. Devlet, silâhhanesini yapıp işletmesini esnafa, tüccara bırakırdı. Burada üretim yapan, silâh imal eden esnaf, devlete de, tüccara da, halka da silâh satardı. Devletin elinde tabiri caizse un, şeker ve yağ olduğu halde helvayı kendisi yapmaz esnafın yapmasını talep ederdi; Demek ki ecdadımız SSCB tecrübesini yüzyıllar öncesinden görerek tedbirini ona göre almıştı.

`height=

Osmanlı Ticaretine Para Vakıfları Hayat Vermiştir

Osmanlı ticaret hayatının önemli unsurlarından biri de para vakıflarıdır. Kârların az ölçeğin küçük olduğu bir ekonomide tüccar ve esnaf tabiidir ki kredi de bulamazdı. Osmanlı toplumu Müslüman olduğu için faiz ve faizli işlemler de de yasaktı. Faizi tümüyle yasaklamak mümkün değildir. Osmanlı ekonomisinde bazı alanlarda faaliyet gösteren para vakıfları vardı. Para vakıfları bir 'nevi' faiz adacıklarıdır. Para vakıfları riba ile faiz ile değil kâr ile çalışırdı. Ancak netice itibarıyla para vakıfları 'faiz' denilebilecek bir gelire sahipti. Para vakıfları borçakdederken '100 bin akçe veriyorum, yüzde 10 ile, 11,5 ile istinbah olunsun, yüzde 15 gelir getirsin' ıstılahını kullanırdı. Burada yapılan işte/alınacak emtiada para vakıflarının bir ortaklığı da var ama o biraz 'süsleme' gibi;

Para vakıfları İslâm dünyasında Türkçe konuşulan coğrafyalarda yerleşmiştir. Mısır`da, Suriye`de, Irak`ta para vakıfları yoktur. Para vakıfları 15`inci yüzyılda görülmeye başladı 16`ıncı yüzyılda boyutları giderek büyüdü ve tartışmaların odağı haline geldi. Osmanlı uleması para vakıflarını oldukça sert bir şekilde tartışmıştır.

Para Vakıflarının Aldığı Kâr Faizdir

10-15 yıllık para vakıfları tecrübesinin ardından Osmanlı uleması yapılan muamelenin faiz olduğu kanaatine varmıştır. 1550`li yıllarda Kanuni devrinde denmiştir ki 'Para vakıflarının aldığı kâr faizdir.'

Şeyhülislâm Ebussuud Efendi tartışmalara şu fetva metni/meali ile son vermiştir: 'Para vakıfları belki şerî değildir, şeriat kurallarına uygun olup olmadığı şüphelidir. Para vakıflarını şüphelidir diye ortadan kaldıracak olursak Edirne`den Budapeşte`ye oradan da Viyana`ya kadar tüm Rumeli`ndeki İslâm varlığı sona erer. Çünkü Rumeli`deki Balkanlardaki İslâm varlığı, camilerle, medreselerle, külliyelerle, aş evleriyle, sıbyan mektepleriyle ayakta durmaktadır. Şeriat, İslâm varlığının kâim olmasını istediğine göre, şeriatın istediği bu ise, Avrupa`daki İslâm varlığı da para vakıflarının maddi desteği ile ayakta duruyorsa yapılan işlem doğru olmalı ve para vakıfları mevcudiyetini sürdürmelidir.'

Osmanlıda Yetim Malları Faizle İşletilmiştir

Ebussuud Efendi haklı; Osmanlı`da ekonomi, para vakıfları sayesinde büyümüştür.

Osmanlı, cemiyet hayatında herkesin onurlu bir şekilde yaşama şansı bulacağı bir ekonomik sistemi ön görmüştü. Gruplar arası servet farklılıklarının çok fazla olmaması amaçlandı. Para vakıfları da bu noktada araçvazifesi gördü.

Osmanlı, haklı arasında, tebaası arasında sefaleti ortadan kaldırdı. Osmanlı asırlarında Cihan Devleti`ne gelen seyyahlar seyahatnamelerinde dilencilere rastlamadıklarını yazmıştır.

1750`li Yıllarda Londra`da 50 Bin Dilenci Vardı

1750`li yıllara kadar İstanbul`dan sonra Avrupa`nın en büyük kenti Londra`dır. O dönemde İstanbul`da bir tek dilenci yokken Londra`daki dilencilerin sayısı 50 bin civarındadır. Paris`te de durum pek farklı değildir.

18. yüzyılda Osmanlı Cihan Devleti`nde yapılan nüfus sayımında sadece 330 dilencinin kaydına rastlanmıştır. O dönemde Paris`teki dilencilerin sayısı 50 bindir. Osmanlı ülkesinde zikredilen 330 dilencinin tamamı gayrimüslimdir. Bu dilencilere sadece ve sadece Pazar günleri kilisede dilenmeleri hususunda müsaade edilmiştir. Para vakıfları sayesinde Osmanlı`da neredeyse hiçbir Müslüman dilencilik yapmamıştır.

Osmanlı yönetimi garî b-i gurebanın fakî r-i fukaranın ve bahusus dul ve yetimlerin hakkını gözetmiştir. Osmanlı toplumunun yetimlerinin malları, kendilerine intikal eden miras ve terekeler, faizle işletilmiştir. Osmanlı yönetimi yetim söz konusu olduğunda terekeye müdahil olmuştur. Bu keyfiyet sosyal amaçlıdır. Para vakıfları yetim terekelerini yüzde 15`lere varan kâr oranlarıyla işletmiştir.

Osmanlı`da Vergi Sektörünü Sarraflar Finanse Etmiştir

Bilindiği üzere Osmanlı`nın vergi/iltizam sektörünü sarraflar finanse etmiştir. Yetim mallarına ve para vakıflarına ilişkin muameleler kadıların kontrolünden geçerken sarraf muamelelerinde kadılar yer almamıştır. Bu noktada devreye özel mahkemeler girmiştir. Sarraflarla mültezimlerin arasındaki ilişkiye kadılar hiçbir zaman müdahil olmamıştır. Bir anlaşmazlık halinde özel mahkemeler problemleri çözmüştür. Özel mahkemelerde kadı rolünü, Darphane Nazırı ya da Gümrük Emini almıştır.

Sarraf mültezime yüzde 20 ile borçvermiştir. Hem de faiz kronometrik olarak işletilmiştir. Sarrafla mültezimin faiz hadleri eşittir: Mültezim sarrafa para verdiğinde yüzde 20 ile borçvermektedir. Devlet bu işlerin içerisinde yoktur ve hiçbir zaman da bulunmamıştır. Kırsal kesimlerde risk fazla olduğu için borçlanma faizi yüzde 25`lere, yüzde 30`lara kadar çıkmıştır.

Devlet bu işlerin içerisine Tanzimat döneminde müdahil olmuştur. 'Müslüman devlet faiz alır mı?' Elbette ki almaz. Peki, bu durumda ne olacaktır. Mültezim para göndermeyince devlet haksızlığa uğramaktadır. Bu durumda mültezimden gecikmeler için para cezası alınmıştır.

Osmanlı döneminde devlet şahıslardan borçalmıyordu. Devletin faizle borçlandığında tarihler 1800`lü yıllara işaret etmekteydi. Devlet 18. yüzyılda borçlanmak zorunda kaldı ve bu noktada faiz, paranın fiyatı oldu. O dönemde bile faiz ödemeden borçpara bulmak nedeyse imkânsızdı. Devlet esam sistemi ile oldukça geniş bir kesimden borçaldı. Esam sisteminde devlet vatandaşına gelir senedi satmış oluyordu. Osmanlı Devleti Kırım Savaşı`na kadar bu türden borçlanmalarla bir nevi idare etti.

Esnafın En Fazla 2-3 Dokuma Tezgâhı Vardı

İstanbul, Osmanlı asırlarında uzun yıllar boyunca dokuma sanayinin merkezi olmuş Asitane`de beş bin civarında dokuma tezgâhının mevcudiyeti kayıt altına alınmıştır.

Osmanlı, dokuma sanayine de müdahil olarak tezgâhların birkaçelde temerküz etmesine müsaade etmemiş, esnafın en fazla 2-3 tezgâhı olmuş tezgâh sahipliği umuma yayılmıştır. Bir usta öldüğünde dokuma tezgâhı, tezgâhı olmayan fakir bir ustaya verilirdi. Bir ustanın en fazla 7 tezgâha sahip olduğu tesbit edilmiştir. Hâl böyle olunca insanlar daha fazla tezgâha sahip olmak için uğraşıp durmuştur.

18. yüzyılda Osmanlı Devleti çok güçlü savunma savaşları yaptı. Savaş yıllarına kadar oldukça düşük vergi alan devlet, gelirlerini artırmak için daha fazla vergi almaya başladı. Vergi yükünü zenginlerin üzerine salarak, savunma harcamalarına zenginlerin katkı yapmasını istedi.

Osmanlı Bürokratlarının Terekesi Hazineye Kalırdı

Osmanlı döneminde üst düzey bürokratların vezirlerin, beylerbeylerinin servetleri vefâtlarının ardından mirasçılarına intikal etmez devlet, terekenin yüzde 90`ını 95`ini alır müteveffâ bürokratın ailesine yetecek kadar toplam malının yüzde 5`i gibi, yüzde 10`u kadar bir kısmı miras olarak verilirdi. Bu keyfiyet sivillere uygulanmaz, müteveffânın tüm terekesi varisçilerinin olurdu.

Osmanlı`nın Son Dönemlerinde Savaş Finansmanına Esnaf Da Katkı Sağladı

Esnaf zenginleştikçe devlet vergiyi de artırıyordu. Devlet savaşa gireceği zaman mültezimler kadar esnaftan da borçalıyordu. Devlet, savaş sonrasında esnaftan aldığı borcun ödemesini gerçekleştiriyordu. Esnaf, varını yoğun savaş finansmanı olarak devlete borçverdiğinde savaştan sonra borcunu geriye alsa ne olacak, almasa ne olacak! 1774 yılındaki Kaynarca felaketinden sonra devlet özel servete müdahil olmaya başlamıştır.

Osmanlı Devleti sanayi devrimi yıllarında yatırım çözülümü sürecine girdi. Esnafın ve tüccarın birikimi büyük çaplı sanayi hamleleri için yeterli olmadı. Savaş yılları dolayısıyla Osmanlı Devleti de gerekli yatırımları yapmakta geçkaldı.

Osmanlı`nın Emeklilerinin Maaşları Eşitti

Osmanlı`nın hedefi toplumun hemen her kesimine müreffeh bir hayat sunmak yaşama alanı açmaktı. Osmanlı Devleti`nde emekliye ayrılan devlet memurlarının gelirleri yarı yarıya azalırdı. Hâsılı, emeklilikte hemen herkese eşit büyüklükte bir gelir sağlayan ekonomi rejimi vardı.

Para Vakıfları Yakın Zamana Kadar Hayatiyetini Sürdürdü

Para vakıfları Cumhuriyet dönemine kadar hayatiyetini sürdürdü. Cumhuriyet döneminde de para vakıfları Vakıflar Genel Müdürlüğü`ne intikal etti. Bir kısım para vakıfları Demokrat Parti`nin iktidarına kadar kısmen de olsa faaliyetini sürdürdü. Müteakip yıllarda Osmanlı bakiyesi para vakıfları Vakıflar Bankası`na devredildi.

Vakıf Malı Kutludur

Adnan Menderes ve ailesi etrafında dönüp dolaşan felaketlerin para vakıflarıyla olan ilişkilerinde arayanların sayısı az değildir. Netice itibarıyla vakıf malı kutlu bir maldır, hiçkimse vakıf malını vakfiyesinde belirten amacın dışında kullanma hakkına sahip değildir.

Para Vakıfları Aldığı Ribayı Ne Yapıyordu?

Osmanlı ekonomisi para ile dönen bir ekonomiydi. Kredi ilişkileri oldukça yaygındı. Para vakıfları aldığı ribayı ne yapıyordu? Bu önemli bir soru. Para vakıfları aldığı riba ile hayır, hasenat işleri yapıyordu. Osmanlı toplumunda dilencilik müessesesinin olmaması direkt olarak para vakıfları ile irtibatlıdır. Osmanlı toplumunda para vakıflarıyla birlikte karz-ı hasen müessesesi de yaygındı.

Muamele-i Şer`iyye

Osmanlı toplumunda 15`inci yüzyıldan itibaren Muamele-i Şer`iyye uygulanagelmiştir. Muamele-i Şer`iyye şudur: Mal/para sahibi bir zat, ödünçpara isteyen bir kimseye malını veresiye bir bedelle satıyor ve hemen ardından aynı malı daha az peşin bir bedelle geri alıyor. Kadının huzurunda yapılan bu alış verişe muamele-i şer`iyye deniliyor; Şeyhülislam Yahya Efendi`nin 'Muamele-i Şer`iyye haramdır, diyene ne lazım gelir?' şeklindeki soruya verdiği cevap şöyledir: 'Tecdid-i iman ve ağır tazir gerektir; '

Bunları yapan Osmanlı eliti samimi Müslümandı. Hayatı sürdürmek için mümkün olanı yaptılar. Osmanlı`da sarraflar olmadan devletin askeri gücünü finanse etmesi mümkün değildi. Yeniçeriler, ulufelerini zamanında alamadıklarında sadrazamları parçalıyorlardı! Tüm bunlar vücudun egzaması gibi, romatizması gibi şeylerdi; Bunlar olmadan hayat devam edemezdi;

Kapitalizmi Ehlileştirmek Sünnet Etmek Lazımdır!

Kapitalist sistem rakipsiz mi? Şu anda öyle gözüküyor. Bununla birlikte kapitalizmi ehlî leştirerek sünnet etmek lazımdır! Osmanlı`da da, Osmanlı öncesi klasik İslâm toplumunda da kapitalizme çok yakın hareketler vardır. İslâmî kapitalizm, daha insani bir kapitalizm olabilir. İslâm, sosyal devletin âlâsını yapabilir. Nitekim para vakıfları hadisesi, cemiyet içerisinde muhtaçların sayısının yok denecek kadar az olması ve dilenciliğin bulunmaması gibi faktörler gösteriyor ki Osmanlı sosyal adalet, eşitlikçi gelir dağılımı gibi konularda oldukça başarılı bir sosyal devlet çalışması ortaya koymuş buna benzer bir alana giren SSCB ise iflas etmiştir.

Kapitalizmi İslâmi Renge Boyamak Mümkündür

Bu noktadan hareketle diyebiliriz ki kapitalizmi İslâmi renge boyamak mümkündür.

Osmanlı tecrübesinden bu konuda öğreneceklerimiz neler olabilir diye sorulacak olursa bu sorunun cevabı da şöyle olur: Osmanlı kapitalizmi benimsemedi ve eşitlikçi piyasayı hiçbir zaman kapatmadı. SSCB örneğindeki gibi kapatmak bir yana pazarı sürekli açık ve canlı tutmanın yollarını aradı.

Osmanlı tecrübesi çeşitli dil, din, ırk ve renklere sahip cemiyetine, ticaret hayatına ve meslek gruplarına eşit davranmayı öğretti. Para vakıfları ve esam gibi uygulamalarıyla da faizsiz ve faiz gibi olmayan şekilleri de piyasalara tanıttı.'