Mustafa Özel bu topraklarda son 40 yılın tefekkür ufuklarında iz bırakan önemli düşünce ve dahi aksiyon adamlarından biri. Ü lkemizin mühim iktisat felsefecilerinden Mustafa Özel ile 25 yıl önce, bugün İttifak gazetemizde yaptığımız gibi geleneksel sanatlar ve medeniyetimizden kaybolup giden değerler ekseninde yazılar kaleme aldığım Yeni Şafak mevkutesi vesilesiyle tanışmıştım. Özel o yıllarda Yeni Şafak`ta İktisat ve Toplum sayfasını hazırlıyordu. Sonrasında Boğaziçi Yöneticiler Vakfı nda hizmete başlayınca üstadla teşrik-i mesaimiz derinleşti.

`height=
İbrahim Ethem Gören ve Mustafa Özel

Özel: Dâvâ ve aksiyon adamı.

Mustafa Özel mücerret mânâda dava ve aksiyon adamı... Bilim ve Sanat Vakfı nı ve akabinde son asırda ülkemizin en saygın üniversitelerinden birini, İstanbul Şehir Ü niversitesi ni hayata geçiren ekibin tabii lideri. Özel ve arkadaşları asliyet ve terkip şuuruna sahip memleket, ilim ve irfan sevdaları. Topyekû n, berrak Anadolu irfanından söz ediyorum.

Okuyor ve yazıyor, yazıyor ve okuyor;

Mustafa Özel sırat-ı müstakim üzere bir zat. Tüm eylemleriyle bu durum böyle. Yazıyor, çiziyor, okuyor, düşünüyor, üretiyor, öğrenci yetiştiriyor, birbirinden âlâ keyfiyeti haiz kitaplar ortaya koyuyor. Son 10 yılda romanla iç-içe. Yüzlerce romanı hassas bir analiz sentezci halet-i rû hiyesiyle okuyor. Okuduklarından münevverâne çıktılar meydana geliyor. Hâsılı Mustafa Özel 40 yıldır birbirinden değerli çalışmalara, eserlere imza atıyor.

`height=

Ekmeğini alnının teriyle, tefekkür burçlarıyla kazanan bir iktisatçıdan söz ediyoruz. Okur, yazar, anlar, söyler bir ekonomist.

Mustafa Özel in tetebbuatını/müktesebatını iktisadi alana aktarması pek de zor almamış. Muhatabımızın kazandığı yeni bir bilinçten söz ediyoruz, romanperver bir anlayıştan... Özel 'İktisadi alana yeni bilincimi aktarmam kolay oldu.' diyor. Bu vadideki ilk meyvesi Roman Diliyle İktisat. Bunu Roman Diliyle Siyaset takip etti.

`height=

İktisat aynen roman gibi hayal ve hakikatle içiçe;

İktisat hayatla içiçe, aynen muhayyel bir ürün olan roman gibi. Mustafa Özele göre iyi bir romancı içinde bulunduğu gerçekliği hem yaşayan izlerden söküp alan hem de araştırarak ortaya çıkaran bir kâşif.

Roman da aslında hayat gibi, iktisat gibi bir keşif serüveni mükâşefe sanatı. Romancı da bir kâşiften başkası değil. Mustafa Özel iyi romancıların aynı zamanda insan sarrafı olması gerektiğinden bahisle insan ve toplum bilimcilerin yaşamın kurgusunu daha iyi anlama kapasitesine sahip olduğunun altını çiziyor. Haliyle iyi bir romancı olmak için Allah vergisi bir kabiliyet de gerekli;

Son 15 yılda yüzlerce romanı teşrih masasına yatıran iktisat gurusu bir noktanın altını özellikle çiziyor: Modern toplumun altındaki halı çekilmiştir ve dahi modernitenin kökü yoktur. Debisi yüksek bir ırmakta sallanan bir deniz aracı gibi güvensizdir. Bu noktadan hareketle Mustafa Özel Hoca`ya göre istikbâl köklerdedir ve kökü olmayanın istikbâli ve istiklâli de olmaz. Bir müddet sonra rüzgârda savrulan kuru yapraklara benzemeye başlar. Bu zaviyeden bakıldığında romanlar hakikate ayna tutarak mutlak hakikati anlatamasa bile hayatın gerçeklerini ve çıkmazlarını dikkatli okuyuculara gösterip hesaplaşmalara nefis ve toplum tezkiyelerine zemin hazırlar.

Özel`e göre roman hakikatsiz hikâye;

Mustafa özel nezdinde roman, gerçeklerle dopdolu hakikatsiz hikâye. Din ve büyüden arınıp, Para`nın büyüsüne kapılan bir dünyanın trajik destanı. Hem de kâğıt paranın. Kapitalizmin zirve çağında, romancılarımız iktisat bilmiyor, iktisatçılarımız roman okumuyor. Köprünün üzerinde kendine hâlâ başrol kesmeye çalışan toplumbilim yaşlandı, meydan artık romanbilimin!

`height=
Neslihan Demirci ve Mustafa Özel

Mustafa Özel ile bir roman ve iktisat sohbeti;

Korona karantinası günlerinde iş yapma şekil ve alışkanlıkları da değişti. Evler okula, ofise, açık çalışma alanlarına dönüştü. Bu dönüşümden STK`lar da nasibine düşeni aldı. Hizmetinde bulunduğumuz Boğaziçi Yöneticiler Vakfı da (BYV) seminerlerini ev ortamlarına taşıdı. Bu bağlamda 15 Nisan Çarşamba günü Romanperver İktisat Gurusu` Mustafa Özel ile Neslihan Demirci`nin moderatörlüğünde Roman ve İktisat üzerine online sohbet gerçekleştirdik. Geçtiğimiz hafta sonunda sokağa çıkma yasaklarının da teşvikiyle mezkû r sohbetin konuşma notlarını deşifre ederek okumakta olduğunuz yazıyı hazırlama imkânımız oldu.

Romanın özel bir dil olduğunu 50`li yaşlarımda öğrendim.

Yazının bu yerinde kelâmı Mustafa Özel e bırakıyoruz. 'Roman okuyucusu olmam çocukluğumdan bu yana devam eden bir süreç. Yeni bir olay değil. Fakat romanın özel bir dili olduğunu, hakikati dillendirmede toplumbilimlerinden daha önemli olduğunu, bize hayatın bütün gizemini ancak edebiyatın, modern çağda da romanın verdiğini hissetmeye aşağı-yukarı 50 li yaşlarımda başladım. Romanlar, bizi araştırıp bir şekilde formülize etmeye çalışan sosyolog, psikolog, antropolog &ndash artık ne diyorsak- bütün bu insan ve toplum bilimcilerden daha iyi anlama kapasitesine sahiptir. İsterseniz buna Allah vergisi deyin. Romancıların böylesi özellikleri var.

İktisat literatüründe son yirmi yılın en ağırlıklı kavramı finanstır.

Bir örnek vereyim; Mesela son 15-20 yılın iktisat literatüründe en ağırlıklı kavram finanstır. Dünya ekonomisi son yıllarda git gide finansallaşmıştır. Finans merkezi bir öneme sahiptir. Dünya genelinde günlük gerçek mal ve hizmet ticareti 60 milyar dolardır. Buna karşılık ülkeden ülkeye bir günlük parasal işlem hacmi 5 trilyon doları bulabiliyor. Böylelikle iktisatçılar zorunlu olarak finansı iktisadi analizin anahtar bir kavram haline getirdiler.

Siyasetbilimciler terörü anahtar kavram haline getirdi.

Siyasetbilimciler de son 20-25 yılda terörü anahtar kelime haline dönüştürdü. Süreç1990 lı yıllarda başladı. Kitapları yazıldı, filmleri çekildi. Son 20 yılda başlığında terör kelimesi geçen kitaplarda belirgin bir yükseliş söz konusu...

Delillo: Terör ve finans aynı şeydir.

Bundan 20 yıl önceydi. Don Delillo yu okudum. ABD nin önemli romancılarından biri. Delillo, Cosmopolis isimli romanını 2000 li yılların başlarında kurgulamış. Şunu anlatıyor özetle: Aslında terör ve finans aynı şeydir, aynı gerçekliktir. Bir vakıanın gerçekliklerini içiçe geçirerek anlayabiliriz.

Romancılara kerâmet ehli diyesim geliyor.

Bunu 2001 den, 2008 den önce ancak bir romancı yazabilirdi. Bunun için romancılara kehânet ehli, bir adım öte kerâmet ehli diyesim geliyor.

Şimdi 200 yıl geriye, Fransa ya gidiyoruz.`

Başka bir örnek vereyim. Arkadaşlar, şimdi 200 yıl geriye, Fransa ya gidiyoruz. O tarihlerde Balzac henüz çiçeği burnunda bir romancı. XIX. Yüzyılın önemli yazarlarından biri olan Balzac`ın Muhteşem Godisar (The Illustrious Gaudissart) isimli kitabını bilirsiniz. Bunu 33 yaşındayken kaleme almış. 60 sayfalık bir eser. Hikâye değil, tabii ki roman, kurgu itibarıyla gerçek bir roman. Balzac ın eserdeki kahramanı Gaudissart uyanık bir tip. Türkleştirelim mesela jet Fazıl! Sözü ve olayları Paris ten İstanbul a getiriyorum! Gaudissart bir mucitten başkası değil. İcat ettiği bir finansal araçvar. Bu adam sürekli yeni fikirler üretiyor. Böylelikle halkın spekülasyon duygularını kabartıyor. Her seferinde yeni bir icatla geliyor. O romandaki icadı yetenek iskonto poliçesi. 1830 larda Paris te borsa var. Hisse senedi alınıp satılıyor.

Gaudissart 150 yıl sonrasını öngörüyor.

Balzac ın roman kahramanı Gaudissart 150 yıl sonrasını öngörüyor. Yetenekleri sigorta ettiriyor. Bunun için ne lazım, garantör lazım. Kısa sürede bir garantör banka buluyor. Kazanacağı paraları onlarla paylaşacak. Poliçelerini basıyor o arada diyor ki ya insanları ikna edemezsem, poliçe satamazsam. Hiçolmazsa yol paramı kurtarmak için dergi satayım. O yılların Fransa sında dergi abonelik sistemi oldukça yaygın. Yanına bir sağcı bir de solcu dergi alıyor. Gittiği yerlerde muhataplarını dergilere abone edecek. Hedef kitlesi muhafazakârlar. Ona göre muhafazakârları kafalamak kolay! Balzac, Karl Marx ın çağdaşı, O tarihlerde Marx 15 li yaşlarında. Sosyalizm o tarihlerde henüz pek gelişmemiş. Ama Saint Simon iyi tanınıyor. Saint Simon önemli bir dergi.

Balzac, bir yönlüye Marx tan aşağıda değil!

Balzac, bir yönlüye Marx tan aşağıda değil! Kahramanı köylülere dergi satacak. Bir hafta boyunca Saint Simoncu`luk kurslarına gidiyor. Daha o zamanlardan şunu öneriyor. Sosyalist olabilirsiniz ama fikirlerinizi yaymak için kapitalist pazarlama tekniklerini öğrenmeniz gerekiyor. Poliçeye geçelim; Yine Türkiye den örnek verelim. Mesela Gaudissart, Gebze de kahvehanelerde/kafelerde sohbet ederken 'Yeteneğinizi iskonto ediyorum, kaçyaşındasınız?` diye soruyor. Mesela, el-cevap: '30.' Diyor ki 'Bundan sonra 30 yıl daha çalışabilirsiniz, bu zaman zarfında yılda 100 bin lira kazanabilirsiniz. 30 yılda 3 milyon lira eder. Bu kadar kazancınızı garanti altına alalım. Yoksa başınıza bir hastalık gelebilir, mesleğinizi icra edemeyebilirsiniz. Geleceğiniz, 3 milyon hebâ olmasın. Poliçe bunun için.' Gaudissart, ikna ettiği yüzlerce kişinin yeteneğini yılda %3 diskont, iskonto ediyor. Muhatabı da düşünüyor, diyor ki 'ben 100 bin lira yerine 97 bin ile de geçinebilirim. Ü çbin lira nedir ki küçük bir para, vereyim.' Böyle böyle 2 milyon Franklık poliçe satıyor.

Romancı yolunu bir yere çıkarması lazım!

Fakat Balzac bu, romancı yolunu bir yere çıkarması lazım. Mesela Gaudissart bu kez gide gide Of`a gidiyor. Of`ta kahvede konuşmaya başlıyor. Bunu dinleyen tipler biri birlerine 'ula uşaklar bu işte bin hinlik var. Bize bir şey yutturuyor.' türünden mülahazalar içerisinde. Köyün bir meczubu var. Deli değil meczup. Cezbeye tutulmuş. Meczubun (Margaritis) özelliği şu: Söylenen her kelimeyi başka bir kelime olarak algılayıp ona göre kurgular üretiyor. (Keşke Fransızca okuyabilseydim, Türkçesi yok maalesef romanın henüz onu da anlamıyorum. Goriot Baba nın 20. tercümesini yaptılar, Vadideki Zambak da öyle. Bunlar büyük romanlar. Bu roman hâlâ Türkçeye çevrilmeden duruyor. Nasıl bir roman piyasamız varsa.)

Margaritis, bu meczup, söylenen her kelimeyi başka bir kelime olarak algılıyor. Manto diyorsun konta diyor. Kantoya göre cevap veriyor. Öyle kurgulamış ki sen ona bir oyun oynarken o kelimeyi değiştirmiş olmakla sen onun oyununa geliyorsun. Dolayısıyla Margaritis e poliçe satamıyor, tam aksine Margaritis ona komşusunun bozuk şarabından 200 franklık satıyor. Balzac şunu anlatmaya çalışıyor 1830 larda;

Finansçıların dilinden meczuplar anlar!`

Bu finansal enstrümanlar o kadar ilerleyecek ki, insanoğlunun kumar, spekülasyon tutkusu o kadar şiddetli ki bu finansçıların dilinden ancak meczuplar anlayacak ve onların hakkından ancak dediler gelecek. Bunu 1830 larda kurgulamış olması edebiyatın imkânlarının ne kadar yüksek olduğunu gösteriyor. Bu meyanda bu kadarla yetineyim...

Modernlik üçkâğıtçılık mı? Modernlik üçkâğıtçı mı?

İronik bir ifade. Ü çsomut matbu kâğıdı kast ediyorum. Modernlik üçkâğıdın neticesidir. Abartıyorum tabii bunu söylerken. Bir denklem kuruyorum. Bir gerçekliğin iyi hissedilmesine yardımcı olmaya çalışıyorum. Yoksa gerçeklik ondan ibarettir demek istemiyorum. Nedir bu kâğıtlar? Kâğıt para, gazete ve roman... Ben modernliği üçgerçekliğin üst üste çakışması olarak görüyorum. Ü ççember düşünün. Ü ççemberin içiçe geçmesi...

Kâğıt para olmasaydı kapitalizm de olmazdı.

İktisadi gerçekliğimiz kapitalizm adını verdiğimiz sınırsız sermaye birikimi arayışı. İkinci gerçekliğimiz siyasal gerçekliğimiz ulus ya da ulus devlet. Her birimiz bir ulusun parçası olarak yaşıyoruz. Ü çüncü gerçekliğimiz de birey. Bireyliğimiz. Bir cemaatin parçası olmak değil bir birey olmak. Kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi kendine düşünebilen bir canlı olmak. Kapitalizm, ulus, birey; Diyorum ki kâğıt para olmasaydı kapitalizm olmazdı. Gazete olmasaydı ulus olmazdı. Roman olmasaydı birey olmazdı.

Her kavram bir kültürün eseridir... Ü çkâğıdımız kâğıt para, gazete ve roman.

Ü çkâğıdımız kâğıt para, gazete ve roman. Bir açıklamacı üçleme daha koyuyorum. Kapitalizm, binlerce yılın kanaat ekonomisi değil. Ulus, millet değil. Birey de insan değil. Bunları da normatif bağlamda söylemiyorum. 'Birey insan değil' deyince en çok bizim İslamcılarımız kızıyorlar bana! 'Ne demek biz zar zor birey olduk şimdi biz insan değil miyiz!' Her kavram bir kültürün eseridir.

`height=

Yaklaştıkça insan oluruz.

İnsan yaklaşan demek. Yani yaklaştıkça insanlaşırız. Erkek olmak kadın olmak değil bu. Yaklaşmak, enese... Enis. 'Enis değil' diyoruz. Yaklaştıkça insan oluruz.

Birey uzaklaşandır.

Bireyse uzaklaşandır. Belli bir dönemden sonra batılı diyor ki uzaklaştığın ölçüde birey olursun. Nereden uzaklaşıyorsun? İnsanlıktan. Batılılar kendi insanlarına 'Ü çBaba nın egemenliğinden kurtulursan, üçbabadan uzaklaşabilirsen bireysin.' diyor. Nedir batı adamının üçbabası: Gökteki Baba, tahttaki baba, evdeki baba.

Birey olmak için babanı öldüreceksin!

Birey olmak için babanı öldüreceksin Freud boşuna bu işlerle uğraşmadı. Bütün bu anlattıklarımı en iyi bitcoin, kâğıt para, kapitalizm ilişkisi telif eder. Ben, Adam Smith`in, ya da Karl Marx`ın, birer iktisatçı olarak değerlerini inkar edebilir miyim! 40 yıldır bunları hem vakıfta hem de üniversitedeki derslerde okutup duruyorum. Ama, Faust un 2. cildini okuyunca Goethe nin kesinlikle onlarla mukayese edilemeyecek kadar büyük bir iktisat düşünürü olduğunu anladım. Kâğıt paranın önemini ikisi de biliyor, ama hiçbiri Goethe kadar derinden bu işe nüfuz edebilmiş değil. Mesela ben neredeyse un atanıyorum söylemeye.

Faust`un birinci cildi bireyin ortaya çıkışıdır.

60 yaşına kadar hep Faust un birinci cildini okurdum. Öğrendim ki edebiyat hocaları da böylemmiş. İkinci cilt sıkıcı, bir şey anlaşılmıyor! Hâlbuki şimdiki zamanda bunu sezdim: Faust`un birinci cildi bireyin ortaya çıkışıdır. Bireyle şeytan arasında bir akitleşmedir. O, demin söylediğim üçbaba`nın egemenliğinden kurtulmak için şeytanın yardımına ihtiyacı vardır. Goethe nin anlattığı budur.

Goethe: Kâğıt para devlet ile şeytan arasında bir akittir.

Ama ikinci ciltte şunu söylüyor: Kâğıt para devlet ile şeytan arasında bir akittir. Kâğıt para olmadan ulus devlet ortaya çıkamaz. Çünkü ulus devletin ortaya çıkması için, yeni devletin teşekkül etmesi için çok önemli bir gerçeği söylüyor: Hükümdarın borcunun halkın borcu haline getirilmesi lazım. Bunu yapmazsanız hükümdarın borçlanma kapasitesisi sınırlıdır. Eskiden hükümdarlar sarraflara, büyük finansçı ailelere borçlanırlardı. Çoğu zaman da borçlarını geri ödemezlerdi. Ya ölürlerdi, bu durumda üstüne soğuk su iç. Onun yerine gelen, 'bana mı borçverdin' erdi. Ya da hükümdarlar savaşı kaybedip halka olan borçlarını ödeyemezlerdi. İlk defa Bank of England üzerinden 1694 yılında kâğıt para ile hükümdara borçlanıp, hem de sınırsızca borçlanıp borcunu halkın gelecekte ödeyeceği vergilerden tazmin etme imkânını verdi. Ondan sonra da bu kapitalist genişlemenin önü alınamadı.

Goethe sadece bir şair değil;

Bunu bu şair adam nasıl gördü, nasıl görebildi diye bakınca anlıyorum ki Goethe sadece şair değil. Aynı zamanda bir simyacı. 80 li yaşlarına kadar bile evinde laboratuvarı var, simyaya inanıyor, adi metallerden altın yapabileceğini düşünüyor. Ama aynı zamanda Dük`ün, -Başbakan`ın diyelim- finans ve bayındırlık bakanı. Dolayısıyla günlük hayatı iktisatla içiçe geçiyor. Goethe, iktisadi realiteye bu kadar vâkıf birisi. Bunu Roman Diliyle İktisat`ta anlatmaya çalıştım. Şöyle bağlayayım bu kısmı. Kâğıt para ile kapitalizm arasındaki ilişkiyi bir edebiyatçının 1830 lardaki kavrayışına hayran olmamak mümkün değil.

Edebiyatla sosyal bilimler arasındaki ilişkiler yumağını çözemiyoruz.

Biz, bir türlü edebiyatla iktisat, edebiyatla siyaset, edebiyatla sosyoloji, edebiyatla tarih arasındaki ilişkileri yerli yerine oturtamıyoruz. O zaman da ne doğru dürüst toplum bilimi yapabiliyoruz. Ne de doğru dürüst roman yazabiliyoruz. Bunun içindir ki Don Delillo çıkmıyor aramızdan. Sadece bir adam çıktı bugüne kadar, bu işleri anladığını hissettiğimiz: Tanpınar. Saatleri Ayarlama Enstitüsü`nü yazdı. Sonra arkası gelmedi. Diğerleri anlamıyorlar demiyorum. O çapta anlamıyorlar. Az buçuk anlıyor olmak bir şey değil. Orta halli kebapçı olmak kimseye bir şey kazandırmıyor. Kebapçılığı bile öyle yapabileceksiniz ki dünyanın her yerinde sizden söz edecekler. İskender Kebapçısı olacaksınız, nâmınız yüzyıllarca yaşayacak.

Bir soru sorayım gençlere. İlk Türk bireyi kimdir?

İlk Türk bireyi kimdir tuhaf bir soru. Sorduğum hiçbir saçma sorunun cevabı yoktur. Savunabileceğiniz her cevap doğru cevaptır.

Önce birey kurgulanır;

Önce birey kurgulanır arkadaşlar... Werther`i yazdı Goethe 1780 lerde. O kadar etkili oldu ki Almanya da ve dünyanın birçok ülkesinde -Rusya da dâhil- Werther gibi intihar etmek bir modaya dönüşmeye başladı. Birey önce kurgulanır, sonra realize olur.

İlk bireyimizi Halid Ziya kurguladı!

Halit Ziya da çok büyük bir iş yaptı! Mai ve Siyah`ta bizim ilk bireyimizi kurguladı. Ahmet Cemil, Süleymaniye de yaşıyor Süleymaniye Camii ile Ebü`l-Vefa Camii arasındaki bölgede bir yerde. Roman boyunca kulağına bir defa bile ezan sesi gelmiyor. Yani Allah tan kopmuş! Bir defa camiye gidip de iki rekât namaz kılmıyor. Herhangi bir derdini oradaki imam efendiye ya da mahalle büyüğüne açmıyor. Kitapta Allahsız ve toplumsuz bir kurgu var. Bununla Halid Ziya nın ateist olduğunu filan söylemiyorum. Halid Ziya, Türk toplumunun geleceğini öngörüyor. Mesela ondan 50 yıl sonra Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler i yazıyor. Tanpınar`ın, Sahnenin Dışındakiler`i Halid Ziya yı sürekli göz önünde tutarak yazdığını düşürüyorum. Çünkü aşağı yukarı kitabında Ahmet Cemil in yaşadığı ortamı tasvir ediyor. Zeyrek, Fatih, Saraçhane, o bölgeler. Öyle bir toplum ki 'ictimaı jeoloji merkezi camii idi' diyor. Her şey caminin etrafında dönerdi. Toplumum aslî faaliyeti ibadet idi. İnsanlar çalışırlardı, ama çalışmak bir amaçdeğildi. Amaçibadetti. Çalışıp yiyip içiyorlarsa daha iyi ibadet edebilmek içindi bütün bu faaliyetler. Ben mesela Sinekli Bakkal ı niye bu kadar önemsiyorum.

Sinekli Bakkal son iki yüz yılda yazılan en önemli kurgu eserdir.

Sinekli Bakkal son iki yüzyılda yazabildiğimiz en büyük kurgu eserdir ve dünya edebiyatında da önemli bir yer tutabilecek bir çalışmadır. Bunu bu kadar açık bir şekilde henüz anlatabilmiş değiliz. Halide Edib şunu anlatmaya çalışıyor. Evet, bizim geleneksel toplumumuzun aslî faaliyeti ibadet idi ama modern olmak, güçlü olmak istiyorsak -ve buna mecburuz- o zaman bu toplumsal ekseni ibadetten ticarete kaydırmak zorundayız. Yani ictimaı jeoloji merkezini Tanpınar ın ifadesiyle 'mabetten markete kaydırmak zorundayız.' diyor Halide Edib. Onun için romanın adı Sinekli Bakkal dır. Sinekli Bakkal semtin adıdır, camii kasvetlidir, imam huysuzdur. Ama ana kahramanınız Rabia o imamın torunudur. Babası bir soytarıdır. Dedesi imamdır, babası bir soytarıdır, kendisi bir hafız kızdır. Soytarının hafız kızı Rabia. İki yüzü vardır. İkiyüzlü değil, iki yüzü vardır. Bir yüzü geçmişe dönüktür, bir yüzü geleceği dönüktür. Geçmişe dönük yüzü mükedderdir. Onun için Mükedder Rabia diyorum ben kitabımın girişinde. Mükedderdir. O mükedder yüzüyle Kur an-ı Kerî m okur. O kadar güzel okur ki Peregrini Osman ı -Ateist eski İspanyol Rahib i- kendine âşık eder. Öbür yüzü neşelidir, geleceğe dönüktür. Onunla da şarkı söyler. Arada mevlid okur ama mevlidi, şarkılardan faydalanarak, yeni bir tarz geliştirerek okur. Bence Sinekli Bakkal da Halide Edib 1935 lerde bugünleri yazmış, 80-90 yıl sonrasının Türkiye`sini yazmış o romanda.

Hepimiz Sinekli Bakkal`ın içinde yaşıyoruz!

Hepimiz hâla ikiyüzlüyüz ve Sinekli Bakkal ın içinde yaşıyoruz. Hepimiz birer Rabia`yız. Adımızın Mustafa ya da Erhan olması fark etmiyor! Roman bunun için çok önemli.

Romanı bilim olarak mı görüyorsunuz?

Bilim kelimesine biraz gıcığım aslında. Romanı bilimden daha fazla önemsiyorum. Fakat insanlar bileme o kadar büyük bir kıymet veriyorlar ki madem toplum bilim, şu bilim, bu bilim diyoruz, o zaman romanbilim diyelim, romantarih diyelim mesela.

Osmanlı`nın kuruluş sürecini en iyi Kemal Tahir anlatır.

Osmanlı nın kuruluş sürecini de Cumhuriyetin kuruluş sürecini de Kemal Tahir kadar anlatan tarihçi var mıdır şüpheliyim. Bu öngörüm tarihçilerin değerini düşürmek değil. Kemal Tahir harıl harım Halil İnalcık okurdu, Ömer Lütfi Barkan okurdu. Onları ciddi bir şekilde okumazsa Kemal Tahir olamazdı zaten. Benim derdim bu bilim alanlarını küçük düşürmek ya da önemini hafifsemek değil. Bunlar çok önemli. Hatta edebiyatla uğraşanlarımızın çoğu bu alanlara yeterince âşinâ olmadıkları için iyi edebiyat da yapamıyor.

Dünyada hemen her şey iktisadidir.

Bugün dünyada her şey artık iktisadidir. İktisat da artık finansaldır. Finansallaşmıştır, %99 nisbetinde. Eskiden fırıncılar karnımız doysun diye ekmek pişirirlerdi. Artık karnımız doysun diye ekmek pişirmiyorlar. Finansçıların yatırımlarının bir parçası alarak fırıncılar da bir işlev görüyorlar. Bunu fark edemeyen, bunu hissedemeyen, bunu göremeyen bir adam nasıl roman yazacak! Neyin romanını yazacak! Ben oturup herkes iktisatçı olsun demiyorum. Ama iktisadi gerçekliğin mahiyetine nüfuz etmemiz lazım. Onun için bugünün gençlerine iki adamı örnek gösteriyorum. İktisatçı olarak Sabri Ü lgener; İktisatçı ama edebiyata nüfuzu var. Daha çok klasik edebiyata... Edebiyatta da Tanpınar... Edebiyatçı ama iktisada nüfuzu var. Mesela ilk eserini okuyunuz Tanpınar ın. Mahur Beste. 150 sayfalık bir eserdir.

Türk bireyini en iyi Mahur Beste anlatır!

Tamamlanmamış bir roman. Ölümünden çok sonra, 70li yıllarda yayınlandı. Fakat ilk yazdığı romandır. Tamamlanmamış roman ama tamamlanmamış Türk bireyini acaba onun kadar iyi anlatabilmiş bir ikinci eser var mı? İki üçcümlede özetleyeyim. Behçet Bey diye bir kahramanımız var. Şunu yaptı, bunu yaptı, romanın ortasına geldik. İkinci kısma geçiyoruz: Sarıklı bir Sabri Hocamız var. Sabri Hoca şunu yaptı, öbürü bunu yaptı. Pekiyi Behçet nereye gitti? Roman bitiyor, Behçet yok ortada. Şimdi siz Behçet in yerinde olsaydınız ne yapardınız? Behçet, oturuyor, zehir zemberek bir mektup yazıyor Tanpınar a. Romanın kahramanı ne kadar post modern bir ilişkiye giriyor! Biz o mektubu bilmiyoruz. Romancının ona cevabî mektubunu Ü lkü dergisinin bilmem kaçıncı sayısında okuyoruz, sonradan da romanın arkasına konulmuş.

Tanpınar: Behçet akıllı ol!

Orada Tanpınar diyor ki 'Behçet akıllı ol, haddini bil, ben seni yazdığım ölçüde varsın. Şunu hissettiriyor: Modern Türk bireyi ancak bir romancının kurgusuyla ortaya çıkabilir. Ama öyle bir toplumuz ki kökümüzde başka şeyler var. Tam birey haline gelemiyoruz. Yarım kalıyoruz. 'Tarihin tamamlamadığı şeyi Behçet benden isteyemezsin' diyor. 'Sen yarımsın, yarım kalacaksın. Bir gün tamamlanıp da tam birey olursan onu da yazan bir romancı çıkar. Benden bu kadar.' Bu benim yorumum. Bunu zannediyorum 1939 da yazdı. 1930 lu yıllarda bu derinliği görebilen bir insan ancak bir romancı olur diyorum.

Romanı ciddiye alın.

Romanı es geçmeyin. Romanı çok ciddiye alın. Hele toplum bilimlerle uğraşıyorsanız çok ciddiye alın. Bu kadar söylüyorum.

Geldiğimiz noktada sinema, romanı tahtından eder mi? Bugün romanı sinemayla yer değiştirerek anlayabilir miyiz, görünenin, okunanın önüne geçmesi açısından?

Çok güzel bir soru. Aslında roman bu anlattığımızı çok iyi karşılamıyor roman kelimesi. Biz alıştık ona. İngilizler 'fiction' diyor: Kurgu. Drama eserleri de kurgu, şiirler de kurgu... Fakat 'novel' dediğimiz, Türkçeye 'roman' olarak tercümesi daha uygun olan tür, modern gerçekliği en iyi veren kurgu. Bu anlamda romanı da kurguyla özdeşleştirmek tam doğru değil. Bu durumda 'novelistik fiction' diyelim biz ona. Don Kişot tan başlayayım, Sinekli Bakkal a, oradan Tutunamayanlar a ve bugünkü gençarkadaşların yazdıklarına kadar getirebiliriz bunu.

Sinema da bir anlamda kurgu;

Sinema da bu anlamda bir kurgu. Ama benden iyi birsiniz, görüntüye dayalı bir kurgu. Sinemanın yaygınlaştığı dönemde roman dikkat ederseniz bilim kurguya dönüşmeye başladı. Ü topyalar, distopyalar vs. Başka dünyalarla ilişkiler... Sonra bunların filmleri çekilmeye başladı. Yeni yeni yeni roman`la sinema içiçe geçmeye başladı. Ben vasat bir sinema seyircisiyim. Onun için sinema hakkında çok fazla konuşmam.

Sinema da kurgu, roman da;

Benim zihnimde sinema roman ayrımı yok, ikisi de kurgu. Önemli olan gerçekliğimizi, yaşadığımızı en iyi verebilmek ve ön görebilmek. Bizim problemimiz şu: Biz, romancılıkla fikir adamlığını karıştırıyoruz. Fikriyatımızı romandaki kahramanlara giydirmeye çalışıyoruz. Yazdığımız romanlar üzerinden fikriyatımızı, düşüncelerimizi, ideolojimizi, dünya görüşümüzü empoze etmeye çalışıyoruz. O zaman da roman yazamıyoruz. Bazı romancılarımız da iki şeyi de görüyoruz. Diyelim ki Yalnızız; Peyami Sefa nın ciddi bir romanıdır. Roman bir romanıdır. Ama benim gençlik yıllarımdaki gözdem Fatih Harbiye kötü bir romandır. Roman denemez. Neden? Çünkü ucuz bir fikriyatçılık yapıyor. Fatih Harbiye`yi okumuşsunuzdur. Fatih kızı Neriman bütün roman boyunca 100 sayfa boyunca Taksim, Osmanbey, Şişli hayatına özeniyor. Oraların hayatı, oraların ilişkileri, kıyafetleri, baloları her şey gözünde çok büyük... Fatih e ait ne varsa minare, ezan, ud, insanlar, ilişkiler hepsi kötü! Olabilir! Romanın ikinci yarısında bunun muhasebesini yaparsın, Neriman bir dönüşüm de geçirebilir. Ama bunlar yok. 100 sayfa böyle geliyor sonra da son yirmi sayfada Neriman pat` diye bir anda Fatihçi oluyor. Olmaz böyle şey! Bir romancı kahramanlarından daha akıllı olduğunu hissettirmeye başlıyorsa roman yazamaz. Bırakacaksın kahramanın kendi kaderini yaşayacak.

İdeoloji estetiğinin önüne geçtiği zaman değerini azaltıyor mu?

Hakikat değerini azılıyor. Estetik de çok önemli ama benim derdim hakikat. Benim BSV deki çalışma grubumun adı Roman ve Hakikat. Ben, modern çağın hakikatinin en iyi romanlarda dillendirildiği kanaatindeyim. Bunun için de hakiki romancı mıdır değil midir ona bakıyorum. Dostoyevski bir Türk ve İslâm düşmanıdır. Bu başka bir meseledir. İki gözlem: Andre Gide ve Thomas Mann eşcinseldir. Başka mesele, kendi tercihleridir! Benim, bir romancının gösterdiği hakikati görebilmem için onların diğer tercihlerini, ideolojilerini, dünya görüşlerini benimsemem gerekmiyor. Tanpınar, o kadar övüyorum, 27 Mayıs sonrasında yazdıklarıma bakarsanız iğrenirsiniz, o kadar iğrençve aşağılık şeyler yazmış ki Menderes ve arkadaşları hakkında. Onları daha önceden okusaydım belki Tanpınar okumayacaktım.

Bir romancı ciddi bir şekilde roman yazmaya başlayınca kendinin ötesine geçiyor. Kerâmet, kehânet her ne diyeceksek! Keramet bölgesine girip bir nevi özel bir yaratık haline geliyor.

Yarın: Edebiyat da bir kurgudur.

Mustafa Özel

Naci Gökçe Lisesi (1974) ve Boğaziçi Ü niversitesi İdari Bilimler Fakültesi (İktisat 1980) mezunu. Marmara Ü niversitesi İktisat Bölümünde yüksek lisans (1991) ve doktora yaptı (1998). Bankacılık, dış ticaret ve sanayi sektörlerinde yönetici ve danışman olarak çalıştı. Anlayış, Dergâh, Dî vân Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, Nihayet ve Arka Kapak dergilerinde yazı ve çevirileri yayınlandı. İstanbul Şehir Ü niversitesi`nde öğretim üyesidir. Çalışmalarından bazıları şunlardır: Piyasa Düşmanı Kapitalizm Amerikan Yüzyılının Sonu Birey, Burjuva ve Zengin İstikbal Köklerdedir Yöneticilik Dersleri Stratejik Liderlik Roman Diliyle Siyaset Roman Diliyle İktisat Roman Diliyle İş Hayatı Yönetebilen Türkler, Romanperver İktisatçı.