Sakın terk&ndash i edepten, kuy&ndash i mahbub&ndash ı Hudâ dır bu

Nazargâh&ndash ı ilahidir, Makam&ndash ı Mustafa dır bu

'Edebi terk etmekten sakın. Zira burası Allah`u Teâlâ`nın sevgilisi olan Peygamber Efendimizin (sav) bulunduğu yerdir. Bu yer, Hakk Teâlâ`nın nazar evi, Resul&ndash i Ekrem in makamıdır.'

Tarihimiz, ecdadımızın, sanatkâr dedelerimizin Haremeyn-i Şerî feyn e hürmetle alakalı ibret levhalarıyla doludur.

Ceddimiz Osmanlılar maddi imkânlarını, kutlu toprakları ihya etmeye adamış, kendilerini Hicaz`ın hadimleri, hizmetlileri olarak görmüştür. Ecdadımız gibi şanlı geçmişin mirasçıları olan bu toprağın has evlatları da Haremeyn`e hürmette kusur etmez.  Özünden uzaklaşmamış olan hiçbir Müslüman, ayağını kıbleye karşı uzatmaz uzatamaz. Bedeni ne kadar yorgun olsa da buna edebi müsaade etmez, ism-i şerifi anıldığında Efendimize (sav) salâvat getirir.

Osmanlı asırlarında, hele bundan 400 yıl önce, 500 yıl önce hacca gitmek hiçde kolay değildi. O yıllarda hacca gidip gelenlerin parmakla gösterildiği bilinmektedir. O tarihlerde hac yolcularının bir kısmı salgın hastalıklar nedeniyle vefat eder, yol şartlarına dayanamayan yaşlılar hayatlarını kaybederdi. Eşkıyalar da hac kervanlarına baskın yaparak umduklarını bulamazlarsa hacı adaylarının hayatına kast ederdi. Hacca gidip de dönebilenlerin evlerin kapıları işte o asırlarda yeşile boyanırdı.

Osmanlı yüzyıllarında hac yolculuklarında yaşanan ve insanlarımızın hafızalarında yer eden pek çok ibretlik hadise vardır. 17. yüzyıl şairi Nâbi`nin hac yolculuğu esnasında yazdığı meşhur naat Osmanlı insanının peygamber sevgisine yönelik sevgisinin baş tacı gibidir. Edebiyat ve sanatla ilgilenen hemen herkes tarafından bilinmekte olan uzunca naatın meşhur beyitleri şunlardır:

Sakın terk&ndash i edepten, kuy&ndash i mahbub&ndash ı Hudâ dır bu

Nazargâh&ndash ı ilahidir, Makam&ndash ı Mustafa dır bu.

Muraât-ı edeb şartıyla gir Nâbi bu dergâha

Mutâf&ndash ı kudsiyadır bû se&ndash gâh&ndash ı enbiyadır bu.

Naatın hikâyesi daha doğrusu vakıası şöyledir.  Şair Nâbi, Osmanlı devlet erkânıyla birlikte hac yolculuğuna çıkmıştır. O zaman hac yolculukları arz ettiğimiz üzere aylar sürmektedir. Ayrıca usule, adaba azami ölçüde dikkat edilmektedir. Bu cümleden olarak o yıllarda Medine yakınlarına gelen hac kervanları direkt olarak şehre adım atmazlardı. Medine`nin kenar mahallelerinde konaklar, Hz. Peygamberden (sav) manevi işaret aldıktan sonra Son Peygamberin (sav) şehrine tevazu ile girerlerdi.

Nâbi, arz ettiğimiz naatını, kutlu belde yakınlarında istirahat halindeyken Medine-i Münevvere ye doğru ayaklarını uzatan bir paşayı ikaz etmek için kaleme almıştır. Paşa, Nâbi nin naatını işitince, yazılma sebebini anlar ve hemen doğrularak ayaklarını peygamber şehrinin aksi istikametine doğru çevirir.

Beklenen işaret gelince kafile yola koyulur ve sabah ezanına yakın Mescid&ndash i Nebevi ye varılır. Mescid&ndash i Nebevi`nin müezzinleri, minarelerden ezan&ndash ı Muhammedi`den önce, Nâbi nin seher vaktinde yazdığı naatını okurlar. Nâbi ve haliyle Paşa epeyce şaşırır. Çünkü bu naatı ikisinden başka kimse bilmemektedir.

Nâbi ve Paşa, sabah namazını kıldıktan sonra, soluğu müezzinlerin yanında alır. Nâbi, yanında paşa olduğu halde müezzinlere, 'Ezandan önce okuduğunuz na`tı, kimden, nereden ve nasıl öğrendiniz?' diye sual eder. Müezzinler gayet sakin bir şekilde hep birlikte şu cevabı verirler:

'Resû l&ndash i Ekrem (sav) bu gece Mescid&ndash i Nebevi`nin tüm müezzinlerin rüyasını şereflendirerek buyurdular ki:

'Ü mmetimden Nâbi isimli bir zat ziyaretime geliyor. Bana olan aşkı her şeyin üstündedir. Bugün sabah ezanından önce, onun, benim için yazdığı bu naatı okuyarak Medine ye girişini kutlayın.'

Hayret makamında bulunan paşa istiğfar ederken,   'Ü mmetimden Nabi' hitabına mazhar olan Osmanlı Şairi, şükür secdelerine kapanır.

Böylelikle Nabi`nin 'Sakın terk&ndash i edepten, kuy&ndash i mahbub&ndash ı Hudâ dır bu/Nazargâh&ndash ı ilahidir, Makam&ndash ı Mustafa dır bu.' naatı peygamber (sav) sevgisinin somut bir nişanesi olarak tarihteki yerini alır.