İstanbul`un her bir tarihî semti de aynı şekilde birer kültür hazinesidir. Osmanlı döneminde İstanbul, sur içindeki ana şehrin dışında 'bilâd-ı selâse (Eyüp, Galata, Ü sküdar)' olarak ayrılmıştı. Bu ayrım idarî ve adlî bir ayrımdı. Bilâd-ı selâse bir olan Galata`nın, günümüzde olduğu gibi, tarihte de önemli bir yeri vardır.

Galata bağ, bahçe ve bostanları, meyhaneleri ve işret âlemleri, kâfir güzelleri ve Hristiyan dilberleri, şairlerin toplanma yerlerinden biri olması, mevlevihanesi, boğazı (Haliç), yetiştirdiği bilgin, şair ve sanatkârları, sınırları içinde medfun önemli kişileri, gayrimüslim sakinleri vb. yönleriyle bu şehrin seçkin ve zengin mirasa sahip bir semtidir.

Burada bir zamanlar kar kuyularının olduğunu, balıkların yüzdüğü bir çeşmesinin olduğu anlatılır. Öte yandan Galata`nın kılıçhaneleri de meşhurdur. Eskiden İstanbul`da üçönemli kılıçatölyesi bulunurdu. Bunlardan bir tanesi Sultanahmet`te, ikisi ise Galata`da idi. Eskiden beri eğlence hayatının canlılığına bağlı olsa gerek Galata`nın çalgıcıları da çok meşhurdu. İlyas Ağa, Enderun hayatını anlattığı hatıralarında Galata`nın kalabalığına ve her kesimden insanın orada bulunduğundan bahseder.

Galata isminin, çevresinde ahırlar bulunmasından ve süt üretiminin yaygın olmasından dolayı 'süt' anlamına 'galaktus' veya İtalyanca 'merdivenli yol' demek olan 'calata'dan geldiği ileri sürülmektedir. Bizans döneminde 'karşı' anlamında 'Pera' deniyordu. Bu yakıştırma, orada yaşayan yabancı tüccarlara karşılık yerli Bizans halkının yabancılığını da anlatan bir kelimedir.

Evliya Çelebi, Yunanca`da 'gala' kelimesinin süt anlamına geldiğini söyledikten sonra 'mukaddemâ Kostantin`in süthanesi olup cümle sağmal hayvânâtları anda durdugiyçün Galata derler' bilgisini verir.

Bizans döneminde İstanbul on dört bölgeye ayrılmıştı. Bu bölgelerin on üçüncüsü Galata idi.

14. yüzyılın ünlü seyyahı İbn Battuta, o dönemde Avrupalılarca çok az bilinen Asya, Afrika, Ortadoğu ve Bizans şehirlerinde dolaşmış ve İstanbul`a da uğramıştı. İstanbul`da geçirdiği süre içinde Galata`yı da gezme fırsatı bulmuş ve Galata hakkındaki izlenimlerini kaleme almıştı. Seyahatnamesinin ilgili bölümü okunduğunda şu bilgilere rastlanır: 'Şehrin öteki kısmı Galata` adını taşıyor. Demin bahsettiğim suyun batı yakasıdır burası. Nehre açılan kapılarıyla burası, bizim Ribâtü`l-feth`i andırıyor. Bu yakaya, hepsi de tüccar olan Frenk (Avrupalı) taifesi yerleşmiştir (; ) Bu taife tümüyle ticarete gömülmüştür sahip oldukları liman, dünyanın en işlek limanlarındandır. Bu limanda yüz kadar kurkû ra (çektiri denilen büyük tekne) gördüm. Ufak tekneler ise sayılmayacak kadar çok! Bu tarafta çarşılar gayet renkli ve zengin olmasına rağmen çok pis! Çarşıları birbirinden ayıran küçük dere sade lâğım akıtıyor desem yeridir! Galatalıların kiliselerinde de hayır yok revnaksız ve sessiz.'

İbn Battuta, 14. yüzyılın ilk yarısında Galata`nın nasıl bir yer olduğunu kısaca anlatmaktadır. Seyyahın, gördüğü yerlerle, liman, dükkân ve kiliselerle ilgili değerlendirmeleri genel olarak olumsuzdur. Zira Heberer de, pek iyi şeyler yazmaz bu semt için. Galata`da salgın hastalıkların olduğunu yazar ve sebebini buranın pis sokaklara bağlar.

17. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul`da bulunan Fransız tarihçisi Robert Mantran, Galata`yı bir Avrupa kenti olmaktan ziyade Frenklerin, Rum, Ermeni ve Yahudilerin yaşadığı bir 'kâfir' kenti olarak niteler. Keza 19. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış ve bu yıllarda İstanbul`u ziyaret etmiş olan İtalyan seyyah Edmondo de Amicis, Galata`yı İstanbul`un merkezi olarak öne çıkarır. Semtin, iki yanında meyhanelerin, tatlıcıların, berber ve kasap dükkânlarının, Rum ve Ermeni kahvehanelerinin, tüccar yazıhanelerinin ve köhne evlerin yer aldığı dar ve dolambaçlı sokaklarını Londra`nın kenar mahallelerine benzetir. Mahalleler, sokaklar rutubetli ve çamurludur.

Yazar, Galata`yı açılmış bir yelpazeye benzeterek tepenin üzerindeki kuleyi bu yelpazenin sapı gibi düşünür.

16. yüzyıldan itibaren Galata surları dışındaki surlar 'Beyoğlu' diye adlandırılmıştır. Çünkü bu bölgelerde yabancı yerleşimciler, bunların temsilcilikleri, kiliseleri vardı ve bu durum, Galata`dan ayrı bir dokuyu meydan getirmekteydi.

İhtifalci, buralara Beyoğlu denilmesini, Trabzon İmparatoru Ioannes Komnenos`un oğlu Prens Alexis`in burada bir müddet ikamet etmiş olmasına bağlar. Bu ikamet, Fatih Sultan Mehmet`in Gürcistan havalisini fethetmesi üzerine gerçekleşmiştir.

Osmanlı döneminde İstanbul, sur içindeki ana şehrin dışında 'bilâd-ı selâse (Eyüp, Galata, Ü sküdar)' olarak ayrılmıştı. Bu ayrım idarî ve adlî bir ayrımdı.

Her bölge bir kadı tarafından idare edilmekteydi. Galata`da 'mevleviyet' payeli kadılar tarafından idare edilmiştir. Galata kadısı, Müslüman nüfusun da yaşadığı Arap mahallesinde oturmaktaydı.

Galat, 'yanılmak' demektir.

Galat etmek yahut galata düşmek de yanılmak, yanlışlıkla öyle davranmak veya yanılarak öyle söylemek anlamlarına gelir.

Galata`nın işret hayatının bolluğu ve güzellerinin şöhreti şairlerin beyitlerinde işlenir. Türk edebiyatında şehir monografileri diyebileceğimiz bir tür olan şehrengiz, şehir ve semt tarihi alanında çalışanlar için özel bir önem taşır. Bu tür eserlerde şehrin tabii, mimarî , kültürel, sanatsal güzelliklerinin yanı sıra genellikle güzelleri, devirlerinde herkesçe tanınmış esnafı ve kişileri de anlatılır.

Pera denilen bölge uzun zaman yalnızca bağlardan ve meyve bahçelerinden ibaret imiş. Bu sebeple tarihî metinlerde ve seyahatnamelerde 'Pera Bağları' diye bir adlandırma ile karşılaşılır.

Bu güzel bağlar Fatih`in mısralarında ebedileşmiştir:

'Baglamaz Firdevse Gönlini Kalatayı gören

Servi anmaz anda ol serv-i dil-ȃrȃyı gören'

Galata`yı gören Firdevs (cennetine) gönlünü bağlamaz, orada o gönül süsleyen servi boyluyu gören serviden bahsetmez.

Söz konusu semtin güzelliğini tarif etmek için kaleme alınan bu beyitte Galata, Firdevs`ten daha güzel gösterilmiştir (mübalağa). Esas itibarıyla Firdevs kelimesinin sözlük anlamı 'içinde bağ kütükleri ve meyve ağaçları bulunan bahçe' demektir. Dolayısıyla Fatih, temelde kelimenin bu anlamını kastederek 'Galata`yı gören bir kimse, böyle bir meyve bahçesine gönül bağlamaz' demektir.

14. yüzyılın ünlü seyyahı İbn Battuta ve Heberer Galata için olumsuz düşüncelerinin tersine Fatih İstanbul`a dolayısıyla Galata`ya başka bir gözle bakar.