İkinci Yeni sürecinin henüz içindeyiz. Optimist bakış sahibi olanlar ikinciyeni şeklinde yazalı nerdeyse çeyrek asrı geçti. Gurû b eden güneşin kanamasına tutkunsam kuracağım cümle şöyle olmalı: Basit espriye indirgenmiş şiirin yeniden manevî katmana yükselişi ruhlarda bir sindirim halinde devam ediyor. Toplum katmanlarına Yeni Şiirin yayılma yarıyüzyılını yaşıyoruz, isterse birileri yüz sene savaşları çağrışımlı dinlesinler bu sindirim, bu özümseme bir elli yıl daha sürer gibi geliyor. Nedir paylaşılamayan? Orhan Veli ruhlu şiirden sonra Türk Şirinin Yeniden Doğuşu. Bu büyük olayın kader kronolojisinde varlığı ile bu (yeni) şiirin öyküsünü birbirine karıştırıyoruz. Ben, Orhan Veli`nin özyaşamında bulunan düğümün de bu öykünün içinde olması gerektiğini savunuyorum. Babası ile ilgisi var bunun. Bugüne kadar üstünde durulmamıştır.

Yeni Şiir`in, ikinci Yeni`nin toplumda bir direnişle karşılaştığını ve bu direnişin sürmekte olduğunu unutmamak gerektiğini düşünüyorum. Söz konusu bu direniş doğrudan doğruya yeni edaya ilişkindir. Ve kesinlikle bin yıllık biçimin ruhlarda yapmış olduğu alışkanlıkla birebir ilgilidir. Gelenek bir seddin ardında durmaktadır. Şiirin Serbest (vezinle) yazılması hüküm fazla şiddetli değilse, bir şok etkisi yapmıştır. Toplumun şiir beğenisi bugün de Yahya Kemal`in acıyı hafifleten, bir terennüm psikolojisi doğuran ve yaşatan şiirinde cereyan etmektedir. Toplumu teşhis etmek zorundayız. Aruz`un, Hece`nin ardından şiirin Serbest (ile) yazılıyor olması klâsik duyarlıkta yeniden doğmaktan yana gibi duran toplumda kolay kolay kabul edilir bir şey olmadığı gerçeği karşısındayız. Bu toplum, Yahya Kemal`in kendi içinde çözümleyip teselli tadında ortaya koyduğu şiirle bir bakıma avunmak psikolojisinde kalmıştır. Elbette bu hükümden Yahya Kemal`in şiirine bir zaaf atfetmek çıkmaz. Osmanlı zevk ve meşrebinde yaşarken birden Savaş, Batış cehennemine devrilen Elit, İstiklâl Savaşı ertesinde de şiire bakışında, görenekle yenilik arasında bir yeni dönem psikolojisi gerçekleştirememiştir. Bu noktada Türk şiirini Cumhuriyet ve dönemi öncesi bölmesiyle (bu da bir sed inşasıdır) hayata geçirme iddiası Şiirin varlık sebebine doğasına uymaz, ister Nâzım Hikmet`e sığınmış olsun ister Necip Fazıl`a Şiir-beklerler içerlerde Yahya Kemal şiirine aidiyeti sürdürmekte olmuşlardır. Süri bir cevher, bir tin olarak beklemek 1950`lere kadar, eskiyi gözden düşürmek amaçlı yayımcılığın devlet destekli yoğun çalışmalarına karşın şiirle tatmin Yahya Kemal şiiriyle birlikte onun şiirinin merkezindeki bir boşluktan çıkmış gibi kabul edebileceğimiz fakat kendi özgünlüğü ile gelen Necip Fazıl şiirinde cereyan etmeye başladı. Okul kitaplarının işlevini göz önünde tutmadan 1923-50 arası toplum psikolojisini kavramak eksik ya da çözüm dışı kalır. Edebiyat katında görülen Yeni`ler ve Yenilikler öğrenciden esirgenmiyordu. Ruhsal tatmin bir de Cahit Sıtkı Tarancı`nın şiirinde merkezileşiyordu 'Otuzbeş Yaş Şiiri' örneğinde.

29 Haziran 2009`da Türkiye`de merak tufanına uğramış bir toplum görünümünde bir cevher, bir tin olarak Şiir`e muhatap mıyız? Millî Güvenlik Kurulu`nun böyle bir derdi var mıdır? Kuşaklar Şiir`in farkında mıdır? Edebiyat kimlerin kaygısındadır acaba? Diye bir soru yontmak gerekiyor.

Eğitim Bakanlığı iflah olmaz bir Platonizm mi uygulamaktadır. Platon`un ozanları ütopyasında bir imge halinde duran devletinden sürmüş olması, birilerinin olmazsa olmazı mıdır? Charles D. Warner (2006) edebiyatın insanlık için arz ettiği nisbî (a. b. c.) kıymeti değerlendirelim diye çağırıyor. Bir çağın siyasetinin el altından yönlendirilmesi deyince omurilik değerinde bir nitelik geliyor karşımıza.

(...) Bu ister keşif, ister sınırları belirleyen yahut takip edilen siyasetler için yapılan savaşlar, bir ülkeyi geliştiren yahut bir milletin karakterini değiştiren sınailer, isterse gücün kullanılması, servetin terakümü, belirli bir uygarlık yahut dönemin çeşitli etkinlikleri olsun bir çağın yürüttüğü işler, bunların bir ucundan tutmuş yahut bir köşesinde rol almış olan kimselerin gözünde öylesine muazzam boyutlara bürünür ki edebî eser gibi kendi halinde mütevazı bir şey bunlarla mukayese edildiğinde önemsiz görünür bu sebepten ötürüdür ki aksiyon adamları her zaman fikir adamlarını ve özellikle heyecan ve hissiyatın dile getiricilerini, şairleri ve mizahçıları hafife alırlar.

Belleğimizin düğmesine kendimiz de dokunabiliriz. Sokrates şairleri benimsemez biri değildi. Platon olası bir yozlaşmadan Devlet`ini korumak duyarlılığında aşırı mı gitmişti? Karşılaştırmalı bir görünümde Şuara Sû resi çağrışmaktadır. Şairlerin toplumu bâtıla sevkedişi tarihsel süreçte en aşırı haddine varmıştır. Haydi bir zihin sergüzeştine kalkışalım. İngiliz denemecisi Warner`in yukarıda dedikleri bizimkiler için geçer sayılmasın! Sanatı, edebiyatı önemsesinler. Boyutları yerli yerinde bir üstüne titremenin başarılabileceği bir şeydir: Türkiye`de Şiirin yeniden tinsel bir doğallık halinde toplumda yer tutması, insanın içinde yer etmesi. Yeni 'can' anne karnında, çıkacağı Dünya`dan ürker, ruh bunu bir düşüş sayar, cansa direnirmiş. Onun melekleri de moralini yükseltmeye dil dökerlermiş. Feleknâmeler bu bilgileri güzel derlemiştir.

Çan`ı bekleyen 'şey'ler arasında Şiir de vardır. Dünya öncesinde Şiir`e gereksinim duyar mıyız? Dünyaya doğru yaklaştıkça mahrumluğun çağrışımları çakmaya başlıyordur ihtimal. Öldükten sonra Şiir arar mıyız? Aramayız gibi geliyor bana. Belki de Şiir bize yalnızca bu dünyada gerekecek. Demek ki diyorum, insanın yapısında Şiir`i sezme, algılama Şiir bekleme bir kuvve halinde yaradılışına konulmuş olsa gerektir. İnsan bununla doğar gibi geliyor bana. İnsan böyle yaratılmıştır. Oğlu Habil öldüğü, üstelik öbürü tarafından kanı akıtıldığı zamana, Baba`nın ruh haline seyahat edelim. Dudaklarının arasında dökülen sözler var acılı Â dem`in, ilk şiir gibi duruyor Dünyamızda. Dilimin ucunda bir söz duruyor galiba. Â dem vezinle söylemek kaygısı çekmiş olamaz...