Muhafazakarlık günümüzde geçer bir akçe. Hatta bazı çevrelerde muhafazakarlık 'çağdaş' ve 'modern' olmakla bir tutuluyor. Maamafih, bu her zaman böyle değildi, benim çocukluğumda ve gençliğimde, kendilerinin 'çağdaş' ve 'ilerici' olduklarını iddia edenlerin indinde ki bunların büyük bir kısmı 'solcu'lardı. Muhafazakarlık, 'örümcek kafalılık,' 'gericilik', 'çağ dışılık' ve hatta 'faşistlik'le bir tutuluyordu. O yıllarda Türk yayın ve kültür hayatının hemen hemen bütün köşe başlarını ellerinde tutan bu insanlar, muhafazakarlıkların temel dayanaklarını, bilhassa dini ve dili yakmak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlardı. Dilimizin tabi gelişmesini durdurarak fakirleştiren onlardı. Sonunda, ordumuzun müdahalesine yol açacak anarşiyi de onlar körüklüyorlardı. Onların, muhafazakarlar için uydurdukları bir kelime de vardı: tutucu ve gerici. Eski Türk Dil Kurumu`nun 1969`da beşinci baskısı yapılan Türkçe sözlüğünde 'muhafazakarlar' şöyle tanımlanıyordu: 'Bir şeyi değiştirmeden olduğu gibi tutmak isteyen, eskiye bağlı, tutucu.' Muhafazakarlık ise, yine aynı sözlükte, 'tutuculuk'tu.

Dünya değişiyor. Yıllar yılı durmadan, usanmadan muhafazakarlara veryansın eden bu 'ilericiler'in büyük bir kısmı, mabedlerinin yakılması üzerine, 'bükemediğin eli öp' fehvasınca -ve sırtlarında da yumurta küfesi bulunmadığından- bir gece içinde koyu muhafazakarlığın, muhafazakarlığının öncüleri ve sözcüleri oluverdiler! Dün, gazetelerdeki sütunlarında muhafazakarlara söylemediklerini bırakmayanlar, bugün neredeyse, 'biz ezelden beri muhafazakardık,' dercesine, meydanı kimseye bırakmıyorlar.

Muhafazakarlığın, bir zamanların 'ilerici' ve 'çağdaş' solcuları yani günümüzün 'yeni-muhafazakarları' tarafından 'çağ dışı' diye tiksinerek lekelenmek istenildiği zamanda, bizim çizgimiz hep aynıydı.

Türkiye tarihine 'post modern darbe' olarak geçen ve toplum ile siyaset üzerinde derin izleri bırakan 28 Şubat dönemine bakmakta yarar var. Gerçek kimlikler o dönemde ortada duruyor aslında.

28 Şubat, 1997 de Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller hükümetinin silahlı kuvvetler tarafından istifaya zorlanmasıyla yaşandı. 27 Mart, 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinin aksine, askerler 28 Şubat ta yönetime bizzat el koymadı. Bunun yerine medya üzerinden bir savaş verildi. Askerlerin hükümeti görevden zorla almaması da 28 Şubat ın 'post-modern darbe' olarak anılmasına yol açtı. Askerlerin deyimiyle 'demokrasiye balans ayarı' yapıldı.

TÜ SİAD ın, medyanın, askerlerin üçlü koalisyonuyla seçimle gelen iktidar, korku senaryoları nihayetinde yıkıldı. Ardından Refah Partisi kapatıldı, yöneticilerine siyasi yasak konuldu. 28 Şubat ta onlarca banka batırıldı, Türkiye milyarlarca dolar zarara uğratıldı. Gayrı safi milli hasılanın üçte biri buharlaştırıldı. Dönemin kuvvetli ve kudretli bir paşası 28 Şubat bin yıl sürecek demişti. Bunu ne dayanarak dedi halen hesabı sorulmadı.

O zamanlar bu 'post-modern darbe'ye alkış tutanlar şimdi saf değiştirdiler. Yarın devir değişsin, Allah göstermesin bu bahsettiğim yeni modern muhafazalar hemen asıl kimliklerine dönerler. Ben intikamla hareket edelim demiyorum ama bunların iyi bilinmesinde büyük fayda var.