Bir önceki yazımızda idari görevli akademisyenlerin, 'unvanlarını nerelerde kullanması gerektiğini' yazmıştık.

Bugün ise 'atamalarda etiklik ve idari yetenek' konusunu, aldığımız görüşler ışığında yazmaya çalışacağız.

Konuya girmeden önce Çin`e, Prof. Dr. İbrahim Ortaş`ın gözüyle bakalım

'Çin üniversiteleri, sınav ile aldığı başarılı öğrencileri yüksek lisans ve doktora öğrencisi ve post doktor eleman olarak bünyelerine katıyor. Öğrencilere ciddi burs imkânları sağlanmakta. Lisansüstü öğrencilere 1200, Araştırma öğrencilere 2200, Doktora öğrencilere 6000 Çin Yuanı ödeme yapmaktadır. Yabancı öğrencilere tek kişilik yurt imkânı ve 2000- 3000 Çin Yuanı ödeme yamaktadırlar. Post Doktoralı 10000 ve Akademik personel 15-25 bin Yuan maaş alıyormuş.

Ayrıca yüksek etki faktörlü (impact) dergilerde yayın yapan, uluslararası ağırlığı olan bilim insanlarına birçok ayrıcalığın sunulduğu belirtiliyor. Yurtdışından geri çağırılan nitelikli bilim insanlarını etkin kurumların başına getirdikleri ve laboratuvar ve araştırma merkezlerini Ar-Ge kapsamında destekledikleri belirtiliyor.

Çin`de yayın yapmaya çok önem veriliyormuş Yüksek etki faktörüne yapılan yayınlara çok fazla teşvik veriliyormuş. Öğrenciler yapılan yayınlardan da teşvik alıyorlarmış. Akademik yükseltmede yapılan yayınların etki faktörü ve sayısı önemli bir ağırlığa sahipmiş.'

Çin`deki bu gelişmelere ve ilerlemeye vay..vay; vay deyip, konumuza geçelim;

Önce belirtelim ki 'liyakatsız alınan unvanların' yanı sıra, idari görevlerdeki uygulamalar, içhuzursuzluğu artırıyor.

İdari göreve gelen akademisyen -yönetmeliğe göre önce Prof.- , bütün iyi-kötü huyları ile makama yerleşiyor. Odayı kendi evi, çalışanları emir eri olarak görüyor.

Önce belirtelim ki 'Çok çalışarak Dr. çok yayın yaparak Doç. ve beş yıl bekleyerek Prof. olabilirsiniz ama bilim insanı olamazsınız. Kitap, makale okumayan, kitap ve makale yazmayan yüksek unvanlı yüzlerce akademisyen var. Alanda makalesi/yayını olmadığı halde Doktora programında ders vermek isteyen akademisyenler var.' (Prof. Dr. Necati Cemaloğlu)

Oysa, 'idarecilik' bir 'yetenektir' ve bilgi-görgü-saygı-insaniyet-paylaşım-uygulama vb. gerektirir.

Ama, olmuyor;

Aşağıdaki maddeleri yapmayanların artmasını dileyerek, bize ulaşan yanlış uygulamalardan örnekler verelim

1/Rektör, bazı dekanlıkları da uhdesinde tutuyor. Yeni kurulan ve kadro olmayan üniversitede bir süre olabilir. Ama, kısa tutmakta yarar vardır.

2/Rektör, kendi siyasi/dünya görüşüne &ndash akademik gerçeğe değil- yakın kişileri yardımcı yapıyor.

3/ Rektör kendine yakın kişileri, karşı çıkmayacakları, aday olamayacakları, üstelik üniversite çalışanı olduğu halde, danışman olarak atıyor.

'Rektör/Rektör Yrd. danışmanlığı' gerekli mi?!. Balıklı yazım okunabilir.

4/Rektör, beğenmediği kişiye (Prof. olsa da) görev vermiyor, istediği Prof. dekan/müdür olarak vekaleten atıyor. Atanmayan dilekçe verip, görev istiyor. Alın size tartışma/dargınlık, kurum içi dalgalanma. Normalde, görev verilmek istenmeyen akademisyenden, '; sebeple idari görev istemiyorum' yazısı alınması gerek;

5/Dekan/müdür, bazı bölüm başkanlıklarını uhdesinde tutuyor. Ki, zorunluluk dışında olmaması lazım.

6/Dekan/müdür, kendi görüşüne yakın kişileri yardımcı yapıyor. Uyaran, eleştirel olanı, yerine oynayabileceği kişiyi yanına almıyor;

'Makamına çağırıp benimle sohbet eden, fikirlerimi alan yöneticiler var ancak, görev teklif eden bir yönetici olmadı. Ben kendimi takım çalışmasına yatkın görüyorum. Yöneticiler fikir üretenden ziyade, söylediklerini uygulayanları daha çok tercih ettiklerini düşünüyorum' (Prof. Dr. Necati Cemaloğlu)

7/Dekan/müdür, Yönetim Kurulu`nu da aynı görüşle seçtiriyor, düzenliyor. Böylece, çok zeki/akıllı ve en doğru düşündüğü için atandığını ve ne derse onun yapılacağını dikte ettirecek isimleri seçtiriyor...

8/Dekan/müdür beğenmediği, çalışamayacağına inandığı akademisyeni bölüm başkanı yapmıyor. Oysa 2547 çok açıktır. Atanmayan, dilekçe verildiği anda, yönetmeliğe göre, o yetkili suçişlemiş oluyor.

9/ Bölüm Başkanı, istemediği kişiyi ASD/ABD Başkanı yapmıyor. Ki, bir önceki açıklama geçerlidir.

Bu silsile, aşağı doğru gidiyor.

Saygı duyulmayan akademisyen göreve getirilince, kurum içinde işlerin sağlıklı yürümesi mümkün mü?

Buna, rektör seçimin kaldırılıp atamaya geçilmesiyle, son yıllarda çok fazla kullanılan 'Beni Cumhurbaşkanı atadı, ona göre', 'Beni CB`nın atadığı atadı', 'Beni CB`nın atadığının atadığı atadı' v.b. söylemleri artınca, olumsuzluklar doğrudan Sn.Cumhurbaşkanı`na yazılmaya başlandı.

(Sn.Cumhurbaşkanı, siyaset ve bürokraside adını kullananlara sert tepki gösterdi: 'İsmimi, unvanımı, kendi yanlışına, kendi basiretsizliğine alet etmeye kalkan hiçkimseyi affedemem. Benim aracıya ihtiyacım yok. Bunu yapanlar hepsi sahtekardır, dolandırıcıdır. Bizzat ben aramıyorsam babamın oğlu olsa kapıdan geri koysun.' dedi

Sorular:

Ü niversiteler, 'etiklikte' en üst kurum değil mi?

Olması gerekmiyor mu?

Peki, bu yapılanlar etik mi?

Ü niversiteye, akademisyenliğe bir değer katar mı?

Ü niversite ve akademisyenin saygınlığına -olumsuz- etki etmez mi?

Akademik barışı bozmaz mı?

Maalesef;

Kimin umurunda?

Kusura bakılmasın ama, akademide göreve gelen/atanan için 'almış eline ayna, umurunda mı dünya' durumu hakim;

Ü niversitede yaptırım olmadan, suçlu-suçsuz, çalışanla-çalışmayan ayırt edilmeden başarı yakalamak hayaldir...