Neden yazmak?

Hiçtanımasanız dahi yazdığınız bir cümlenin, bir duygunun ihtiyaçduyan bir gönle günün birinde ulaşıp şifa olacağı, derin bir nefesle teselliye sebep olacağı ümidiyle yazmak...

Yazmak, sahilde yazdığınız bir mektubu şişeye koyup denize bırakmak gibi bir şey. Hangi kıyıda kime ulaşır bilinmez lâkin niyet güzel ise bilirsiniz ki, elbet bir gün sahibine ulaşır. 

Yaşadığı bir duygunun, çıkmazın, sadece kendine has olmadığını anlamasına bir nimetin farkında değilken farkına varıp şükretmesine vesile olmanın ümidi ve heyecanıyla yazmak.

Yaradan`ın her an tecelli ettiği bir gönle sevinçkoyabilme ihtimali ve niyetiyle yazmak. 

İçinde bulunduğu halin, 'ortak insanlık hali' olduğunu,  el ele, göz göze gelmeden de karşı tarafa sıcak bir tebessümle söyleyebilmektir esasında, yazmak.

Yazan her zaman çok bilen, hayatta birçok şeyi  halletmiş, başarmış değildir. 

Amacı ahkâm kesmek hiçdeğildir. Yaşadığı bir tecrübeyi gönül süzgecinden geçirerek, ulaştığı bir gerçeği yanlış anlaşılma riskini göze alıp yazmaktır, bütün gayreti.
İnsan her zaman bir başkası okusun da ders alsın diye de yazmaz. Evvela kendinedir söyledikleri... Kendini alır karşısına söyleyebildiği kadar söyler, o yüzden bu kadar cesurdur sözleri.

Kendine biriktirdiği, söyleyemediği sözleri, ansızın döküverir kelimelere. Kendine de olsa öyle her zaman, her aklına estiğinde konuşamaz, illaki birikmiştir içinde birçok şey. Bazen söylenmesi çok zor şeyleri basit cümlelere sığdırmak zorunda kalır, kâh ağlayarak, kâh kızarak, kâh sitem ederek...

Yazmak, insanın kendisiyle kozlarını paylaşmasıdır bazen, sohbetini özlediği kendisine, vuslatıdır. 

Başka başka şeylerden dolayı bastırdığı, ötelediği, duymadığı, duymak için zaman ayırmadığı içsesiyle sohbet etmenin  hasretidir aslında. Çoğu zaman paylaşılmaz o yazılar, demlenir yıllarca. İçinde hallolmamış meselelerin yansıdığı yazılar, gün yüzüne çıkmaz kolay kolay... Ne zamanki içine siner, tekamül yolculuğunda yazdıklarıyla özleştiğini, farkındalıklarının hayatına olumlu anlamda yansıdığını  hisseder,  bir sonraki merhaleye geçme aşamasında birileri okur ve yalnız olmadığını anlar düşüncesi ve empati duygusuyla paylaşmak ister, yazdıklarını.

İnsan olmanın gereği her şeyin yolunda gitmeyeceğinin ve gitmediğinin kanıksanmasına, yaşanılan onca şeyin 'yaşamın bir gereği 'anlayışı ve merhametiyle kişinin  kendisine yaklaşmasına bir nebze katkı sağlayabilmektir aslında yazmak. Nitekim bunu söyleyinceye, bu sonuca ulaşıncaya kadar ne çetin savaşlar vermiştir de, kendisinin aslına gösteremediği merhameti başka birinin kendi canını yakmadan göstermesini arzu ettiği içindir gayreti karınca kararınca.

Ne kadar çok konuşursak o kadar çok kendimizi ifade edebilir ve  anlaşılabilir oluruz yanılgısından kurtulmak gerekmektedir evvela. Her sözün muhatabı farklıdır. Kimi sözden alır, kimi hal dilinden, kimi okuduğu bir cümleyle soğuk su etkisi yaşar, kimi de derin bir sükû ttan alır, okyanusa düşen o ilk damlayı. Acziyetimiz o kadar aşikârdır ki, bildiğimiz bir konuyu ihtiyacımız olduğu bir zamanda başka bir sesten, nefesten duymak ilaçgibi gelir. Duymak anlamayı, bakmak görmeyi, bilmek en ihtiyaçanında hatırlamayı sağlayamıyor nitekim.

Her canlının rızkı nasıl ki belliyse, manevi rızkı da nasip dâhilinde vaktini beklemektedir.

Güzel, samimi bir niyetle ekilen tohum er ya da geçmuhakkak filiz verir, biz niyetimizin halisane olmasından sorumluyuz sonuçsonraki mesele. İyi olması ümidi ve inancıyla yola devam etmek gerekiyor, çünkü zaman biçilmiş, ne uzar ne kısalır. Sonuçlara takılırsak çok vakit kaybeder, yol alamayız. Burası, emek tarlası, ekip - dikip, gitme dünyası, biçmesi başka bahara.

Kimi gözyaşıyla, kimi kılıcıyla, kimi kalemiyle, kimi alin teriyle emeğini icra eder. Çeşit çeşit koşturmalar, hünerler, başka başka hayatlar var kıyaslamak değil birbirini tamamlamak bizi biz yapar, güçlü kılar, bir anahtarın dişleri gibi farklılıklarımızın kabulü, hayırlara kapı açar. 

Hepimiz aynı soydan, fikir ve kabiliyetten olsaydık, ne kapıya ne de anahtara hacet kalırdı.

Bizi farklı Yaratan a öyle muhalif hallerimiz var ki farklı düşünüyoruz, farklı renkte ve farklı karakterlerdeyiz diye kaygılanıp dünyayı kendimize de başkasına da dar edebiliyoruz. Yaratan a saygı duymak, O ndan razı olmak   farklılıklarımızı kabul edip yargısızca, insanca yaşamayı ve sükû neti bozmaya değecek kadar güzel şeyler söyleyerek yola devam etmeyi gerektirir.

Çok kıymetli Kemal Sayar Hocamız ın,  'Belki dünyayı kökten değiştiremiyoruz ama  yaralı bir ruha, dertli bir başa teselli olduğumuz her an, dünyayı biraz daha güzelleştiriyoruz.' ifadesi, yazmak ile ilgili bütün meseleyi özetliyor. Kiminin sözünde sükû net, kiminin sessizliğinde çığlıklar vardır, muhatap gönül anlar ancak. Hangi söz, kime nasiptir bilinmez.

Duamız o dur ki   iyi söyleyip iyi anlayan,  iyi hâl ile susanlardan eylesin Rabbimiz bizleri! Â min.