Etiyopya'nın başkenti Addis Ababa'daydık 14 yıl önce. Belgesel çekimleri için gittiğimiz 12 Afrika ülkesinden biriydi. Addis Ababa Havalimanı’nda asistanımla enteresan bir olaya şahit olmuştuk. Havalimanının bir köşesinde çocuklar ve bir de fotoğrafçı sürekli bir şeyler yapıyorlardı. Her ne kadar belgesel için gittiysek de serde gazetecilik olduğundan kayıtsız kalamadık.

Dünyanın hiçbir yerinde rastlamadığım bir husus Addis Ababa Havalimanı'nda uygulamaya konulmuştu. Burada alana giriş ücretliydi. Aslında pahalı değildi. Buradaki dolmuş ücretiyle aynıydı hemen hemen ama yine de bunun sebebini merak edince "Gülsek mi ağlasak mı" dedirtecek cevabı bulduk sonunda. Buradaki çocuklar, büyüklerinden harçlık alır almaz soluğu alanda alıyorlarmış meğerse. Ülkedeki tek yürüyen merdiven havalimanında bulunduğu için ücretsiz olduğu dönemde yolcudan çok çocukların akınına uğradığından artık dayanamayıp girişi ücretli hale getirmişler. Para birimi “Birr” olan ülkede, 3 Birr ödeyerek ancak girebiliyorsunuz alana. Otoparkın ücretsiz olduğu havalimanının içine yaya olarak ücret ödeyerek girmek bir hayli ilginç bir deneyimdi.

Fotoğrafçıya gelince; o halinden oldukça memnun ve hatta yönetimle protokol yapıp hava parası bile vermiş. Çünkü yürüyen merdivene binmek için alana hücum edip girişte ücret ödeyen çocuklar, arkadaşlarına hava atmak için bir de hatıra fotoğrafı çektiriyorlardı. O dönemde akıllı telefonlarda doğru düzgün kamera olmadığından bu iş fotoğrafçıya kalıyordu. İşte bahsettiğim kalabalığın sırrı tam da bu. Ama öyle böyle bir kalabalık değildi.

Mihmandarlarımızın anlatımına göre ülkede vatandaşların bir kısmı dağlık kesimlerde bulunan ve karayoluyla ulaşım sağlamanın imkansız olduğu yerlere ceza olarak sürülmüşler. Bizzat gidip gördüğümüz ve teknolojiden tamamen uzakta, bırakın elektriği bir el fenerleri bile bulunmayan bu insanlar hayvancılık yaparak ilkel koşullarda çalı çırpıdan oluşturdukları Kızılay çadırından daha küçük evlerde yaşam mücadelesi veriyorlar. Okuma yazma öğrenmek için kullandıkları ise defter değil, sağdan soldan buldukları tahta parçalarından ibaretti. Harfleri önce yazıp daha sonra kazıya kazıya aynı tahtayı onlarca defa kullanıyorlardı.

Yürüyen merdivenin bile yakın zamanlarda teknolojinin üstün seviyesi olarak kabul edildiği ülkelerin olduğu bir dönemde artık bizler “Yapay Zeka” hakkında günbegün çok daha yeni bilgilere şahitlik ediyoruz.

Daha hala altı sıcak olan bu mesele sandığımızdan da hızlı yol alırken bir yandan da bu konuya ilgi duyanların çoğu yazılım, tasarım ya da proje geliştirme alanlarını terk ederek bu pastadan pay kapma telaşına düştüler.

Öylesine masumca karşımıza çıkan ve insanoğlunun işlerini kolaylaştırdığı gibi bir izlenim yaratan bu kavram zaman zaman karşılaştığımız haberlerle bizleri korkutmaya başlayacak gibi görünüyor. Belirli bir noktadan sonra önünün alınmasının imkansız hale gelebileceği bile konuşuluyor konunun uzmanları tarafından. Bizler şimdilik gündelik yaşantımızı rahatlatmak amacıyla bir ucundan bulaşmaya çalıştığımız “Yapay Zeka” meselesi eğer önlemler alınmazsa kitlesel boyutta kaoslara bile sebep olabilecek yapıyı ve gücü barındırıyor.

Uzunca bir süredir Hollywood yapımcıları bu konuda türlü senaryolara kaynak ayırdılar. Bizim için yalnızca bir filmden ibaret olan konularla ilgili gün geçmiyor ki yeni duyumlar almayalım.

Normal bir insanın belki de haftalarca çaba sarf ederek gece gündüz uyumadan başaracağı işleri saniyeden bile kısa bir zaman zarfında çözümleyen yapay zeka, insanlığın varoluşsal pozisyonunu tehdit eder bir hale geliyor. Global anlamda yasalar ve yaptırımlarla korunması gereken bu teknoloji; kötü niyetli kişi, kurum ya da ülkelerin eline geçtiğinde neler olabileceğini varın siz düşünün.

İnsanlığın yararına olması gereken bir teknoloji insanlığın sonunu hazırlamaz inşallah.