TARİHİN ÖTEKİ YÜZÜ

Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu yeni çıkan Atatürk: Entelektüel Biyografi adlı kitabı üzerine Taha Akyol’a verdiği mülakatta arşivlerimizin haline dair şu nâfiz tespiti yapmış:

“Atatürk üzerine çalışanların karşılaştığı temel zorluk, Çankaya Köşkü’nde korunan arşivin sınırlı biçimde açılmış olması ve kataloglarının araştırmacılara kapalı bulunmasıdır. Siz konu veriyorsunuz, arşiv yetkilileri o alanda uygun gördükleri vesikaları size gösteriyorlar. Dolayısıyla, hangi belgelere “ulaşamadığınız”ı bilmiyorsunuz. Belirli konularda, örneğin, Atatürk’ün din üzerine görüşleri alanında talepte bulunduğunuzda ise “Hocam bu zor bir konu” cevabını alıyorsunuz. Burada bir “gizlilik”ten ziyade, “kutsalı muhazafa” arzusu ve “keyfîlik” var.”

Prof. Hanioğlu’nun emek mahsulü kitabı hakkında ayrıca yazacağım ama arşivlerimizin ne kadar belli bir amaca hizmet edecek şekilde çalıştığını sergilemesi bakımından bu sözler manidardı.

Esas mesele rahmetli Uğur Mumcu’nun dediği gibi şudur:

“Kurtuluş Savaşı ile ilgili gerçekleri öğrenecek miyiz, öğrenmeyecek miyiz? 70 yıl önceki olayları tartışacak mıyız tartışmayacak mıyız? Sorun budur.” (Cumhuriyet, 29 Haziran 1990; Uyan Gazi Kemal, Umag, 2014, s. 392.)

Bir asırdır tek yanlı bir baskıyla tarih okutuldu Türkiye’de. Halbuki tarih hepimizinse aynı şekilde hepimizin onun üzerinde söz hakkı olabilmeliydi. ‘Sen sus, ben tarihini kafana çiviyle çakacağım’, demek zulümlerin en korkuncu olur ve Engizisyon mahkemelerini aratacak hale getirir ülkeyi. Oysa ilginç olan, farklı olan, aykırı yaklaşımlar donmuş kalıpları sarsar ve zihinlere yeni düşünme yolları açar. Fikir hayatı da bu sayede genişler ve tekâmül eder.

Gelin görün ki, 5816 sayılı kanun gibi fertlere yanlış yapma hürriyetini tanımayan, onları farklı düşündükleri için cezalandırmayı ve susturmayı amaçlayan kısıtlayıcı kanunların darlık ve köhneliğini aşamazsak ülkemizde hem ifade özgürlüğüne, hem de bilimsel-fikri gelişmeye çelme takmış oluruz ki, kanunun çıktığı günden bu yana geçen 62 yıllık pratik maalesef bu istikamette tecelli etmiştir.

Öte yandan “Atatürk aleyhine işlenen suçlar” diye adlandırılan kanun çıkarıldığı tarihte Ticani tarikatı mensupları tarafından Atatürk büst ve heykellerine alenen saldırı ve tecavüzler vuku buluyordu (İlginçtir, Ticanilerin reisi Kemal Pilavoğlu 1950’de CHP’den aday olmuş ama kazanamamıştı.).

Öncelikle bu balyozlu saldırıların önlenmesine yönelik olarak DP hükümeti tarafından gündeme getirilen kanun Meclis genel kurulunda reddedilmiş, ardından kendisine başvurulan Ankara Üniversitesi hocalarından İsviçreli Yahudi hukukçu Ernst Hirsch’in yardımıyla bugünkü formülasyona kavuşturulmuş, kanunu yeni şekliyle de komisyondan geçirmekte zorlanılmış ve 7’ye 7 çıkan oylama sonucunda çekinser (müstenkif) kalan 1 kişi ikna edilemeyince başkanın oyu 2 oy sayılmak suretiyle, ancak bu şekilde, şartlar epeyce zorlanarak yeniden TBMM genel kuruluna gelebilmiştir.

Hem komisyonda, hem de genel kurulda kıyasıya eleştirilen kanun tasarısı, ölmüş bir “kişi” için imtiyazlı bir kanun çıkarılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle hukuk prensiplerine aykırı bulunmuş, keza 1924 Anayasası’nın bütün Türk milletini eşit (müsavi) kabul eden 69. maddesine tamamen aykırı olduğu ifade edilmiştir (Hürriyet, 5 Mayıs 1951).

Menderes nasıl savundu?

Diğer taraftan eleştirilere cevap veren ve kanunun çıkması için seferber olan Başvekil Adnan Menderes Mecliste aşağıdaki savunmayı yapmıştır:

Arkadaşlar, biz tenkit hürriyetini kaldırmıyoruz. (…) Mevzuda buraya geldiğimiz zaman bunun (inkılapların) tenkidini bizzat bizler yapmışızdır ve bu tenkidi yapmakta devam edeceğiz. (…) Onun eserlerinden bugünün zihniyetine uymayanlarını kabul etmemekte, tenkit etmekte elbette devam edeceğiz. Bizim maksadımız tenkit hürriyetini, vicdan hürriyetini, fikir hürriyetini takyit etmek (sınırlamak) değil, tahkir ve terzil (rezillik çıkarma) hürriyetini kaldırmaktır. Biz bunu istiyoruz.”

Bir başka seferinde kanunun gerekçesini şöyle açıklamıştır Menderes:

Kırşehir’de bir heykelin burnuna çekiç vuruluyor. İstanbul Kırşehir’e akın ediyor. Filan yerde gene bir heykelin bir tarafı kırılıyor. Bütün gazeteler bunu mevzu olarak ele alıyor. (…) sonra arkadaşlar hükümet tedbir almadı, diye daha şimdiden bu kürsüde konuşuluyor. Bu memleketin sathına serpiştirilmiş olan heykeller taarruza uğradığı takdirde bunun günahı niçin hükümete teveccüh etmiş olsun? (…) Demek ki hükümetin siyasetini yıkmak için aleyhte bir delil olarak kullanmak kasdı da mevcuttur. Bundan istifade etmek isteyenler olacaktır. (…) Atatürk heykellerini hükümete bir hücum vasıtası olmaktan çıkarmak çok yerinde olur….” (Başbakan Adnan Menderes’in Meclis Konuşmaları, Haz.: Faruk Sükan, Ank. 1992, s. 73-75.)

Demek ki 31 Temmuz 1951 tarihli 5816 sayılı kanun, gerekçesi ve esası itibariyle Atatürk heykellerine yönelik tecavüzleri önlemeye, bunun üzerinden hükümeti zor duruma düşürmek isteyenlere yönelik bir hukuki tedbir olarak gündeme getirilmiş ve Atatürk’ü eleştiri hakkını kimsenin elinden almak için çıkarılmamıştır. Gerçi Sinan Tekelioğlu gibi bazı milletvekilleri “Yarın üniversitede inkılâp dersleri okutan bir hoca Atatürk’ün Nutuk’u haricinde bir şey söylerse hocayı mesul mü edeceğiz?” diye bugünleri işaret edercesine konuşmuş, DP milletvekili Sait Bilgiç de “Atatürk bir melek değil, her insan gibi beşeri zaafları var. Tarihçi böyle bir nokta üzerinde duracak olursa cezalandırılacak mı?” diyerek haklı bir soru sormuştu. Bunlara karşılık Menderes çıkacak kanunun fikir özgürlüğünü engellemeyeceğini söylüyordu ama 62 yıllık uygulamaya bakılınca vaktiyle tasarıyı eleştirenler haklı çıktı. 5816 sayılı kanun bugün kısıtlayıcı, sansürleyici ve cezalandırıcı mahiyette olumsuz bir rol üstlenmiş durumdadır.

5816 sayılı kanunun kaldırılması gerektiğini yalnız Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Cemil Koçak gibi seçkin tarihçiler değil (bkz. Tarihin Buğulu Aynası: Efsaneler Çökerken, Timaş 2013, s. 171-176), bundan 11 yıl önce bizzat Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da dile getirmiş ve “Atatürk’ün kanunla korunmaya ihtiyacı olmadığını” beyan etmiştir. http://www.haberturk.com/polemik/haber/714304-ataturku-koruma-kanununa-gerek-yok

Prof. Cemil Koçak ne diyor?

“İfade özgürlüğünün sağlanması yakın tarihimize ilişkin tartışmaların serbest ve sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi açısından gereklidir. Yasanın kaldırılmasından yana olduğunu yakın zamanda bizzat CHP genel başkanının ağzından televizyonda duyduğumuza göre, AKP de bu alanda rahat bir adım atabilir artık. Anayasanın değiştirilmesi hadi zor veya imkânsız; peki ama iki büyük partinin bir araya gelerek ânında kabul edebilecekleri bir hamleyle kaldırılabilecek basit bir yasanın hala kamuoyu gündeminde kalmasını izah edecek kim vardır? Bir zamanlar Menderes de dahil DP’liler, yasanın Kâzım Karabekir’in anılarının dahi yasaklanmasına varacağını elbette düşünmemişlerdi. Ama düşünmeliydiler. Ülkenin içinde bulunduğu siyasî konjonktüre göre, ifade özgürlüğünü sınırlayan her yasada yer alan kelimeler bile zamanı geldiğinde, onu benimseyenlerin dahi aklına gelmeyecek ya da öngöremeyeceği şekilde kullanılabilir ve kullanılmıştır da. Hali hazırda Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden kişi ceza tehdidi altındadır. Hakaretin ne olduğuna ise, dönemin siyasî koşullarına uygun olarak karar verilir. Eleştiri ile hakaret arasındaki ince çizginin kolayca birbirine karışması; önce bu çizgiyi aştığı düşünülen kişinin medyada hedef olması ve hakkında kampanya açılması ile başlar; ardından savcılar göreve davet edilir ve arkası da gelir. Bir de bakmışsınız, tek bir kelime hakaret olmuş çıkmıştır. Yakın tarihimizin tozlu sayfalarına göz atılmasını engelleyen yasa, aslında altmış yıldan bu yana akademik araştırma ve ifade özgürlüğünün önünde önemli bir barikattır ve öyle de kullanılmıştır.”

(Cemil Koçak, “Atatürk’ü korumaya kimler ihtiyaç duydu?”, Star, 10 Şubat 2012)

Kılıçdaroğlu 5816 sayılı kanun için ne demişti?

Kanal a'da gazeteci Ömer Şahin'in sorularını cevaplandıran CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Sabahattin Ali'yi CHP'nin öldürttüğünü söylemiş ve ardından şunları eklemiştir demecine:

"Cumhuriyet dönemiyle ilgili pek çok hatalar oldu, yanlışlar oldu. Nazım Hikmet'i kim hapse attı? CHP. Sabahattin Ali'yi kim öldürttü? CHP. Doğrulara her zaman doğru deriz ama yanlışların da istismar edilmesi doğru değil, biz bunu söylüyoruz. Yoksa Celal Bayar da Kuva-yi Milliyecidir. Atatürk'ü Koruma Kanunu'nu DP çıkartmıştır."

Atatürk'ü Koruma Kanunuyla ilgili görüşleri sorulan Kılıçdaroğlu, "Atatürk bu milletin bağrından yetişmiş olan bir insandır. Bu ülkeye büyük hizmetleri olmuş bir insandır. Ne Atatürk'ü ne de bir başkasını özel bir yasayla korumanın bir anlamı yoktur" diye konuşmuştu bundan 11 yıl önce.

Lord Kinross’un Atatürk adlı kitabı bile sansürlü

Bilmem farkında mısınız: Lord Kinross’un ünlü Atatürk adlı biyografisi her baskısında biraz daha makaslanarak kuşa çevrilmektedir. (Merak edenler 1970 tarihli Sander Yayınevi baskısı ile 2016 tarihli Altın Kitaplar baskısını karşılaştırıp faciayı kendi gözleriyle görebilir: Sander baskısında s. 709-711; Altın Kitaplar baskısında s. 493-495).

Kanun hakem rolü oynamalı ve korumak istediği “kişi”nin leh veya aleyhindeki yayınlarda öncelikle dürüstlüğü temin için harekete geçmelidir. Lord Kinross’un Atatürk adlı kitabı 1970’lerde serbestçe satılırken bugün sansürlenmek zorunda kalınıyorsa kanunun baştaki amacından saptığından ve giderek bir sansür ve susturma mekanizmasına dönüştüğündendir.

Lakin güneş tutulduğunda güneşe bir şey olmadığı, onun ziyasından mahrum kalanlara yazık olduğu gibi kaybeden de hakikat olmaz, biz oluruz.