Babı hümayun sarayın, tam mânasile, saltanat kapısıdır. Saraya girmek buradan başlar.  şehrin içinden gelen ana caddenin (Divanyolu) saraya kavuştuğu yerde açılmış olan âdeta bir zafer takı görünümündeki Bâb-ı Hümâyun`dur. Sarayda yapılacak alaylar ve teşrifa­ da bu kapıdan başlanır. Kapının üze­ rindeki yaldızlı arapça yazıdan Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırıldı­ ğı anlaşılmaktadır. Tarihi 883 (1478) dir.  Fatihle beraber İstanbulun zaptın­ da hazır bulunan Dursun bey surun ve kapının inşası hakkında şu malû ­ matı veriyor:
« Ve bu sarayı dilküşaya gene bir sur çektirip frengi ve türkî , müdevver ve müselles ve enva ve evzaı lâtifeyle musanna burgazlarla ve dergâh kapılarile bir güzel kale düzetti. Ve kalenin surile saray duvarının arasını bağ ve bostan ve bahçe ve gülistan ey­ ledi. Cabeca çeşmeler ve havuzlar ara­ sını bağ ve bostan ve gülistan eyledi.» Fakat inşaat tarihini haber vermi­ yor. Hatta Çinili köşkün yani Sırça sarayın da inşasını anlatıyor. Fakat Sırça sarayın inşası surun ve kapının inşasından daha evveldir: 877 (1472) dedir. Hatta devrin en büyük şairle­ rinden Ahmed paşa sarayın inşası hitam bulduğu zaman şu tarihi söylemiştir:  Bündı sarayuna budur ahseni tarih  Kim ide mübarek tapuna hayyütüvanâ.  Babı hümayun üzerindeki 883 (1478) târihi gözönüne alınacak ve Sırçalı sarayın da 877 (1472) de bitti­ ği düşünülecek olursa, o zamanın ta­ binle, sarayı cedidi âmirenin inşasına 1472 den evvel başlandığı ve 1478 de inşaatın hitam bulduğu anlaşılır. Ka­ pının üzerindeki kitabeyi yazan da, Ali bin Yahyaüssafî dir.  O zamanlar babı hümayunun üstünde odalar ve daireler vardı: Fati­ hin nefsine mahsus ufak bir daire, kapı arası hazinesile defterdarlara mahsus bir yer... Alt tarafında da ka­ pıcılar koğuşu.  Şehnameci Lokmanın 1579 da başlayarak 1584 de hitama erdirdiği Hünernamedeki nefis resimler ve hatta ikinci Mahmud zamanında Avrupalı ressamlar tarafından yapılan estanplar tetkik edilecek olursa, bu daireler kapının üzerinde vaktile inşa edilmiş olduğu gibi görülür.  Bu devirden sonra müteaddid defa­ lar tamirat görmüştür. Kapının dışındaki kitabenin altında ikinci Mahmu­ t`un ve içtarafında da Sultan Azizin tuğraları mahkû k bulunması da buna bir delildir.  Babı hümayunu kapıcılar beklerdi. Bunlar kapıcı ocağına mensuplardı.  Zabitleri ve bütün saray kapıcılarının zabitleri, kapıcılar kethüdası idi. Fakat bütün kapıcıların mafevki kapıcıbaşı idi.  Fatihin kanununa göre kapıcıbaşılık mühim bir memuriyetti, « bir ce­ miyeti âli» olsa, vüzera, kazaskerler, defterdarlar ve saireden sonra, mecliste kapıcıbaşı ve mirahur otururdu. Bidayette yalnız bir kapıcıbaşı vardı. Daha sonra dörde, hatta ona iblâğ edildi. İçlerinden biri başkapıcı oldu. Eflâk ve Buğdan beyleri değiştikçe, yerlerine onlar götürürler, büyük bir servetle geri dönerlerdi.  Kapıcılar kethüdası onun madunu idi. Fakat dergâhı âli ile babı hüma­ yunu bekliyen kapıcıların başı, o idi.  Babıhümayun inşa olunduğu yıl (883) kapıcıların miktarı elli kişi idi. On yedinci asırda ise, yalnız dergâhı âli kapıcıları 1925 kişiye, babı hümayun kapıcıları da 417 kişiye baliğ oldu. Kapıcıbaşı ile kapıcılar kethüdasın­ dan başka, bir de kapı ağası vardı ki, o içhalkından yani enderun takımın­ dan Babüssaade ağası idi, ve rikâbı hümayuna bir şey arzetmek salâhiye­ tini de haizdi. İçhalkının başı o idi. Kapıcıbaşı ile kapıcılar kethüdası dış halkındandı. Bir « cemiyeti âli» de oturabilirler, fakat divanda oturamazlardı.  Fatihin kanunnamesinde şöyle bahsedilir:  « Çavuşbaşı ve reisülküttab ve kapıcılar kethüdası hizmetkârdır. Divan­ da oturmazlar. Ve ağalardan miri ilim ve kapıcıbaşı gelmek lâzımgelse anlar dahi oturmazlar.»   Sarayın kapüarı asırlarca sıkı bir inzibat altında tutuldu. Fakat bu kapılar neler görmedi. Halk o kapılara hücum etti. Kanlı başlar, boğulmuş vezirler hep o kapı önlerinde görüldü. Kapıya tapan veziri azamlar o kapı aralarında boğuldu ve o kapının dışı­ na fırlatılıp atıldı.  Babı hümayun! Kimine saadet ka­ pusu, kimine maktel oldu. Anadoluda katledilenlerin kanlı kelleleri getirilir, babı hümayun önüne dökülürdü.  Kavanoz İbrahim paşa Yedikulede boğduruldu. Ölüsü Yedikuleden babıhümayun önüne kadar, ayağına ip bağ­ lanarak, sürükletildi. Babı hümayun önünde on günden fazla kaldı. Öyle koktu ki, halk oralardan geçemez ol­ du. Ü çüncü Ahmed, damadı Nevşehir­ li İbrahim paşayı boğudurduğu za­ man da öyle olmadı mı?
« Veziri at kuyruğuna bağlayıp ve sürüyüp Divanyolundan babı hümayuna götürüp bıraktılar. Ve lâşesi ye­ di sekiz gün mikatrı babı hümayunda şöyle yatıp şahım ve lâhmini kilâbı lâşehar gıda edip vücudü bir kafes kal­ dı.»   Bâb-ı Hümâyun, üstündeki köşk veya kasrın yok olması ile gerçek hüviyetini bir dereceye kadar kaybetmiş ve 1868 tamirinde cepheleri aslından değişik bir görünüş almış bulunmakla beraber Osmanlı tarihinin en büyük sarayının ana girişi olarak büyük bir tarihî değere sahiptir. İstanbul`da fetihten sonra yerleşen Türk mimarisinin ilk örneklerinden olarak da sanat tarihi bakımından ayrıca önem taşır.