'İnsan Ne Kadar Toprağa İhtiyaçDuyar' adlı hikâye için James Joyce, 'Edebiyat dünyasının gelmiş geçmiş en iyi hikâyesi,' demiştir. Gerçekten edebiyat dünyasının gelmiş geçmiş en iyi hikâyesi mi, onu bilemem ama koronavirüs salgınından sonra benim durumumu, hikayenin kahramanı Pahom a benzetiyorum. Yıllar önce Tolstoy`un bu hikayesini okuduğumda, bir insanın doymazlığını biraz komik bulmuş, insan nasıl bu duruma düşer demiştim. Dün hikayeyi yeniden okuyunca aslında benim hikayemi anlattığını fark etti.

Hikayeyi okumayanlar için özetleyeyim. Bu hikayede sahip olduğu ile yetinmeyen, hep daha fazla ve daha verimli toprak sahibi olmak isteyen Pahom un yaşadıkları anlatılmaktadır.

Zengin bir tüccarın eşi olan abla köye, fakir bir çiftçi ile evli kız kardeşini ziyarete gelir.

Abla, şehir hayatının rahatlığını, çocuklarının giydiği zarif elbiseleri, yedikleri lezzetli yemekleri anlatır, övünür. Küçük kız kardeş 'Hayat şartlarımı seninki ile değişmem' der. 'Sıkıcı olabilir ama tasasızdır. Siz ihtiyacınızdan daha çoğunu kazanabilirsiniz lakin herşeyi bir anda kaybedebilirsiniz. Bu sebeble debdebeli bir hayat sürebilirsiniz ama sürekli endişe içindesiniz. Atasözünü duymuşsundur. 'Kar, zararın kardeşidir.'

Kadının kocası Pahom kulak misafiridir. 'Tek derdimiz toprağımızın az olması. Yeteri kadar toprağım olsa kimseden hatta şeytandan korkmam' der.

Şeytan Pahom`un şansını açar. Köyün zengini kadından az bir toprak satın alarak başlayan ihtirası, sonun başlangıcı olur.
Bir akşam evlerinde misafir ettiği bir yolcu, Volga`nın kıyısında ekinlerin at boyu büyüdüğünü, toprağın ucuz olduğundan bahseder.
Bunu duyan Pahom durur mu, köyündeki arazilerini satıp savar, Volga`nın kıyısında 400 dönüm satın alır. Artık durumu çok iyidir ama hâlâ hep fazlasını ister.
Yolu Pahom`un çiftliğinin yakınından geçen seyyar bir tüccar ona uzaklarda, Başkirlerin yaşadığı uşsuz bucaksız bakir topraklardan bahseder. Bu topraklar o kadar geniştir ki insan bir sene durmadan yürüse sonuna ulaşamaz. Bin rubleye tam beş bin iki yüz dönüm arazi alındığını söyledi.
Pahom yanına hediyeler alarak gene yollara düşer ve Başkirleri bulur. Her şey tüccarın anlattığı gibidir. Pahom toprak satın almak istediğini söyler. Hediyeler Başkirleri memnun etmiştir. Obanın en yaşlısı çağrılır.

'İstediğin kadar toprak seç' der yaşlı adam, kahkahayla. 'Çok arazi var.'

'Kaça?'

'Günlüğü bin ruble. Bir günde ne kadar mesafe kat edersen o kadar toprak senin olacak.'

'Bir günde insan çok mesafe kat edebilir.'

'Hepsi senin' der ihtiyar gülerek. 'Ama bir şart var. Eğer güneş battığında başladığın yere dönmüş olmazsan toprağı da paranı da kaybedersin.'

Ertesi sabah güneş doğarken Pahom ve Başkırler bir tepede buluşur. Reis başındaki kalpağı yere koyar ve 'İşaretin bu... Başladığın ve bitireceği yer burası.'
Pokhom bin rubleyi kalpağın içine atar ve yola çıkar. Beş kilometre yürüdükten sonra sola dönmeyi düşünür ama 'Daha erken, beş kilometre daha yürüyeyim' diyerek yola devam eder.

Sonra sola döner. Yürüdüğü yerleri işaretleyerek hırsla devam eder. Toprak o kadar güzel ki bir türlü geri dönmek istemez. Birden bire durup geriye baktığında güneşin inmeye başladığını görür. Başlangıçnoktasına doğru koşmaya başlar. Nefes nefesedir. Neden bu kadar uzağa gittim! Ya her şeyi kaybedersem! Adımlarını sıklaştırır. Fakat tepenin yamacına vardığında güneş batmıştır.

'Burada güneş hâlâ batmadı, acele et' diye bağırır Başkırların reisi. Pahom son bir gayretle koşar. Sırtından ter boşanarak, bacakları titreyerek, tam güneş ufukta kaybolurken başladığı yere gelmeye muvaffak olur.

- İyi adam! Diye bağırdı reis, bir sürü toprağı oldu! Ama Pahom duymaz. Ağzından kan gelerek ölür ve oracıkta gümerler. Bir uçtan diğer uca yüz seksen santim uzunluğundaki bir toprak parçası Pahom`a yetip artmıştı bile.

Şimdi buradan kendi hikâyeme gelecek olursak. Sultanahmet`de küçük bir lokanta açmıştım. Bu lokantam bana önce o kadar büyük geliyordu ki anlatamam. Zamanla lokantamı etrafını alarak genişlettim lakin bana küçük görünmeye başladı. Artık yeni yerler arayışına girdim. Deniz manzaralı üçkatlı beş yüz kapasiteli bir restaurant kiraladım. Uzun bir tadilat sonrasında restorandı açmaya muvaffak oldum. İşlerde o kadar iyiydi ki, anlatamam. Bir kez daha çok kazanma hırsı içime girmişti. Bu büyük restaurantta beni tatmin etmedi. İki tane otel devir alıp tadilata başladım. Bu arada koronavirüs salgını başladı. Mart ayından bu yana işletmelerimiz kar etmek bir yana büyük zarar ediyor. 'Kar, zararın kardeşidir.' Atasözünün ne kadar isabetli olduğunu burada gördüm.

Buradan ders alır mıyım bilmiyorum!

Yoksa salgın sona erdiğinde ihtiraslarım galebe çalar, kaldığım yerden koşturmaya başlar mıyım?