Cemal Anadol ağabey bu yazıları çoğaltacaktı. Metropolden Portreler başlığı altında kitaplaştıracaktı. Ekonomi-Politika dergisinin 2004 yılında kapanmasıyla birlikte birkaçyazı daha yazdıktan sonra bu yazılarını yazmayı bıraktı.

Bu yazıda da geçen simaların bir kısmını tanıdım. Kimi vefat etti kimisi de hayatta. Bazı konuları ve isimleri sormam lazım. Yazıda geçen Sivaslı yiğit Nasrettin`i aradım. Ulaşamadım. Sorularıma en iyi onun cevap vereceğini biliyorum. Cancan`ı da tanıdım gibi. Ama emin değilim. Hepsini soracağım. Ama kendim için.

Yazıda geçen Burhan Kazgan, Cevdet Çekiç, Vefik Selgüzün, Fahrettin Cazbantoğlu ve Nejdet Tahiroğulları da Cemal Ağabey ile ahiret yurdunda. Hepsinin ayrı bir lezzeti vardı. Mekanları cennet olsun ve Burhan Kazgan`la baş başa kalalım.

'Cevdet Çekiç, Ramazan Külbahar ve Trakyalı Abdülkadir iyi arkadaştılar. Düşündü, taşındılar gençliğimize birlik ruhu ve vatan sevgisi aşılamak için faaliyete geçtiler.

Bu yeni oluşum, geleceği ümit var bir kuruluştu. Onu yüceltmek için de bu idealist üçlü kolları sıvadı ve başarılara atıldılar. Bir gün İstanbul`daki tanınmış otellerin birinde sosyal bir toplantı tertip ettiler. Bu toplantıya Burhan Kazgan isimli o gün için gençbir hocayı da davet ettiler. Burhan`ın o günkü konuşması beğenilmiş ve idealist üçlü o gün kendisine kurdukları derneğin başkanlığını teklif etmişlerdi. Bu teklif Burhan için bulunmaz bir fırsattı ve tabii ki bu fırsat geri çevirmedi.

Sonra günler günleri aylar ayları kovaladı idealist üçlü ile Burhan`ın aralarına kara kedi girdi. Burhan 'ne yapsam da bu herifleri buradan uzaklaştırıp kendi çoluk çocuğumu işin başına koysam' diye gün sayıyordu. Sonunda olan oldu birbirlerini yolsuzlukla suçladılar. Ancak idealist üçlü bu ithama yakışmayacak kadar temizdi.

O sırada bir kuruluş derneğin su ve elektrik ihtiyaçlarını da karşıladı. Artık bundan iyisi can sağlığı olacaktı.

Dernek tanınmış ekonomist ve sosyologlarla şenlenmiş, hatta Cumartesi günleri pilav şenliği ile eşin dostun, bayram günlerinde ki buluşmaları gibi arkadaş toplantıları haline gelmişti. Hele dernekteki ping-pong masası bütün haftayı yorgun- argın geçiren Müfit Güçlüata, Vefik Selgüzün, Hunca Oskay için bulunmaz bir fırsattı. Bugünlere tanınmış ormancı Bahri Bey de katılıyordu.

Sonra birden bire ne oldu ise oldu. Bunların hepsi birer birer, hatta ikişer ikişer bu mekânı terk ettiler. Burhan Kazgan`ın kendisini oralara getiren Cevdet Çekiç, Ramazan Külbahar ve Trakyalı Abdulkadir üçlüsünü kaçırdı gibi yavuklusunu kıskanan çapkın misali, kalabalıkları oradan uzaklaştırdığını söylediler.

Bu olay oradaki pek çok görünmeyen canlı şahidi olan Sivaslı yiğit Nasrettin için hiçde şaşırtıcı olmamıştı. Tabii ki Fahrettin Cazbantoğlu için de...

Burhan Kazgan, 1984 yılında huylandığı Kemal Hoca`nın ağzını yokluyor ve 'Bizim için KİT adamı diyorlarmış. Ne yaptık ki?!..' diye dert yanıyor ve ağız yokluyordu.

Yıllar sonra Burhan Kazgan için, yakın bir ülkede bir 'Mason Locası' açtığı iddiasını 'tekzip etsin' diyen Kemal Hoca`yla, Burhan Kazgan`ın dostlukları bozulması, zor adamlarından birisi olan Hasvefa Tutkal 'Olmayan şey tekzip edilir mi?' diye garip bir soru ile cevap verirken, Kemal hoca sözünü yapıştırıyordu: 'Olmayan şey yalanlanır. Olan şey yalanlansa da bir bilen ispatlarsa, duyanların tepkisi daha büyük olur.'

Ona 'Kurt Kemal' derlerdi. Çok kızmıştı

-'Burhan`ın kendisini beğenmişliği ve yanlışları ne olursa olsun, teşkilat faydalı bir hizmet yapıyor. Karalamanın böylesi, bu kadar da fazla' diye bağırdı. Onun için Burhan`ın kendisinden başkalarını da sevmesi o kadar önemli değildi.

Cevdet, çok çileler çekmişti. Bir gün, Cancan onun için uzaklara ziyarete gidiyordu. Kemal hocaya 'Bir emrin var mı? Cevdet ağabeye selamını söyleyeyim mi?' dedi. Kemal hoca İliklerine kadar donduğunu hissetti. Cevdet`e gönderecek bir sigara parası bile yoktu. Ağlamamak için kendini zor tuttu. Cancan`a güçlükle 'Güle güle git. Güle güle. Ona sevgilerimi götür. Allah yardımcısı olsun' diyebildi. Yüreği burkuldu.

Kurt Kemal bir gün Cancan ı meyus ve üzgün bir halde gördü. Cancan ona Kemal Hoca`nın ısrarıyla ve güçlükle derdini anlattı: O sırada iki yaşında bir oğlu varmış. Minik oğlu sekiz aylık gibi imiş. Konuşmak ne kelime, yürüyemiyormuş. Kalbi delikmiş. Doktorlar 'Bu çocuğun iyileşmesini beklemeyin, ölecek' diyorlarmış.

Kemal hoca iliklerine kadar donduğunu hissetti ve 'onu ancak Allah bilir' diye bağırdı. Cancan o sırada Burhan`ın derneğinde çalışıyordu. Kemal hoca, Cancan`a 'Burhan`a söylesene, çocuğu hastaneye göndersin' dedi. Aldığı cevap Kurt Kemal`i büsbütün öfkelendirdi.

-'Burhan da doktorlar gibi. Bana gülüp, alay ediyor!..'

Kurt Kemal, cebinden bir kart çıkarıp camianın yiğit oğlu Saldıray Kurtulmuş`a yazdı: 'Mübarek Ramazan ayındayız. Sen hayır yapmasını seversin. Cancan`ı iyi dinle. Gözlerinden öperim.'

Saldıray o sırada Ankara`dan gelmiş, çevresindeki beş müdürlüğü birden idare ediyordu. Cancan`la ve oğlu ile derhal ilgilendi. Bugün oğlu dokuzuncu sınıfta. Allah`a şükür artık sağlığından bir şikâyeti yok.

Bir ara Burhan`ın çevresi Serhan Demiryol, Hasvefa ve Doktor İsmail, direktöre alkış tuttular. Ya Torstçu Nejdet Tahiroğulları`na ne demeli. Pekiyi bu ne sevgi, bu ne ızdırap.. Onun çıkarı neydi?

Başlangıçta onlara bakıp Direktörü faydalı sananlar aldanmışlardı. Yaptığı yanlışlar yüzünden direktörün koltuğu da diploması da sallanıyordu.

Burhan`ın çeşitli mahrumiyetler içerisinde yüksek lisans ve doktora yapan soydaş çocuklarda hayrı yoktu. Kapısını çalanlara 'Gidin ülkenizde çalışın, oralara hizmet edin' diye çok kişiyi geri çevirirken, o ülkelerdeki 15-20 dolar maaşla çalışmanın güçlüğünden ve onların Türkiye`deki okuma şartlarından üçkuruş kazanmak için dükkân kapılarındaki mücadelelerinden haberi bile yoktu; '