Hamid Bey oksijeni olmayan bir odada yaşıyordu!

Hattat Muhsin Demirel ile ilm-i hat, fenn-i hat, Ü stad Hamid Aytaç, Risâle-i Nur neşriyat çalışmaları ve Kur an-ı Kerî m kitâbeti hizmetleri üzerine Ankara daki evinde kültür tarihçisi Mehmed Akif Köseoğlu ile birlikte gerçekleştirdiğimiz hasbıhalin üçüncü bölümüdür.

İbrahim Ethem Gören: Hamid Bey e gelelim dilerseniz...

`height=

Muhsin Demirel: Bittabi, Fırıncı Ağabey in tavassutuyla tanıştım ilk defa. Ben liseyi bitirirdikten sonra 1980 yılında Ankara ya gelinceye kadar Hamid Bey le olan irtibatımı devam ettirdim. Hatta hastaneye yatmasına biraz da fakir katkı sağladı. Hamid Bey in yazdığı Kur an-ı Kerim üzerinde yaptığımız çalışma 1971 den 1975 e kadar yaklaşık 4,5 yıl sürdü.

İbrahim Ethem Gören: Hamid Bey ile talebelik münasebetiniz ne kadar sürdü?

Muhsin Demirel: 9 sene. Ama, zaman zaman yoğun, zaman zaman daha gevşek bir şekilde devam etti. Zaman zaman da kaçak talebeydim. Bizim, Hoca yla olan münasebetlerimiz diğer talebeleriyle olduğu gibi değildi.

İbrahim Ethem Gören: Niye değildi?

Muhsin Demirel: Çünkü, Risale-i Nur Cemaati bazı matbuat hizmetlerini benim üzerimden yazdırdı Hamid Bey e. Mektû bât ile Sözler i Halim Efendi ye yazdırdılar. Diğer tüm risalelerin yazılarını Hamid Bey e fakir yazdırdı. Cevşen ül-Kebî r, Hizb-ü Envar i l-Hakâik ın Nû riye vb. gibi evradlar ile Sözler ve Mektubat ın dışındaki tüm risalelerin yazılarını Hamid Bey e yazdırdık. Dolayısıyla bizim Hoca yla münasebetimiz sadece hoca-talebe münasebeti değildi, bir işçi-işveren, dede-torun, evlat-baba vb. garip bir münasebetimiz vardı.

Hamid Bey oksijeni olmayan bir odada yaşıyordu.

Mesela Hamid Bey oksijeni olmayan bir odada yaşıyordu. Kur an ekibi olarak yeri geliyordu hocanın odasının damını aktarıyorduk, yeri geliyordu hocanın kullanmakta olduğu iş hanının çeşmesini değiştiriyorduk. Hoca havasız kalmışsa alıp Çamlıca ya götürüp temiz hava, Emirgan a götürüp boğaz havası aldırıyorduk. Hocaya zaman zaman yedirmek-içirmek de bizim vazifelerimiz arasındaydı. Bu itibarla biz Hoca yla sadece hoca-talebe münasebeti içerisinde olmadık. Büyük bir neş e içerisinde geçti Hoca yla teşrik-i mesaimiz. Ayrıca Hamid Bey in yazdığı Kur an-ı Kerim in tashihi meselesi vardır. Hocayı Kocamustafapaşa ya, -şimdi Hattat Mümtaz ın kaldığı Tevruz Apartmanı na- götürüp tashih yaptırırdık.

İbrahim Ethem Gören: Hattat Mümtaz Seçkin Durdu mu?

Muhsin Demirel: Evet. Orada Bediüzzaman Hazretleri nin en yakın talebelerinden Tahirî Mutlu Ağabey vardı. 'Ağabey' diyorsak dedemiz yaşında. Ü stad Bediüzzaman ın talebesi. Oraya giderdik Hoca yla. Tashih için Hoca yı oraya götürürdük. Dolayısıyla Hoca yla çok sarmal, çok karmaşık bir münasebetimiz oldu. Yani sadece hoca-talebe münasebetimiz yoktu.

İbrahim Ethem Gören: Hamid Bey in hüsn-i hat sanatını öğretme metodu nasıldı?

Muhsin Demirel: Hocanın herhangi bir metodu yoktu. Yazdığınız meşke çıkarmasını yapar verirdi. Bozuk harflere hiçbakmaz, nisbeten düzgün olanlarını düzeltirdi. Bunu biz çok sonra farkettik. Bozuk zaten bozuk. Diğeri oldukça düzgün, bari bu oldukça düzgünü tam düzelsin gibi bir düşünce. Şimdi Hocaya çok hak veriyorum. Duyduğumuza göre eski hattatlar yazıyı tarif ederlermiş, şurada kalemi şöyle yap, şurada pirenin ciğeri kadar bağ koy vs gibi. Hoca yazıyı tarif etmezdi. Çünkü Hoca yazıyı talim ile öğrenmemiş. Hamid Bey dâhi bir şahsiyet. Hamid Bey in fotoğrafik bir hafızası vardı. Gördüğünü kayd ediyor, yazıyı böylece öğrenmiş, normal bir hattat gibi müfredatı geçerek değil. Dâd-ı hak râ kabiliyet şart nist (Cenab-ı Hakk ın lütuf ve ihsanında kabiliyet şart değildir) denilmiş. Hakk tecelli ederse, imdad ederse kabiliyet falan, hiçbir şey gerekmez.

Mehmed Akif Köseoğlu: O dönemde başka hattat yok muydu? Necmeddin Okyay a gitmediniz mi hiçmesela!

Muhsin Demirel: Olmaz mı! Maalesef gitmedim. O zaman çocuğuz birader! Düşünün, 17 yaşındayım ben Hoca ya ilk gittiğimde! Ben Hoca yı bulabilmişim. Bir Allah ın kulu o zaman 'Necmeddin Efendi ye de gidin' dese gideceğim.

Mehmed Akif Köseoğlu: Kemal Batanay a da mı gitmediniz?

Muhsin Demirel: Kemal Batanay a gittik. Hamid Bey in yanında Kemal Batanay ın adı anılmazdı bizim nezdimizde. Veya o zaman çocuk aklımızla öyle algılıyorduk. Kemal Batanay şu anda olsa gidip ayağının turâbı olayım. O zaman bir Allah ın kulu 'Falancaya da git' şeklinde bir tavsiyede bulunmadı. Fakir, Cemil Meriçin talebesi aynı zamanda. Cemil Meriçe gittim diye ben eşten dosttan devamlı muâhaze gördüm! 'Ne kadar iyi ediyorsun da Ü stad ile görüşüyorsun, ayrıca şöyle yap, not al, şunu sor, böyle yap' şeklinde bir şey kimse demedi bize.

Mehmed Akif Köseoğlu: Cemil MeriçBey i nasıl buldunuz?

Muhsin Demirel: Kendi kendimize bulduk. Hüdâyi-nâbit! Şimdi ben gençlere 'Şöyle yapın, böyle yapın' şeklinde tavsiyelerde bulunuyorum. Ama bana kimse bu türden tavsiyelerde bulunmadı. Hatta Hamid Bey e gittiğim için de muâhaze edildim. (Birazdan oraya geliriz.) Cemil Meriçe gittim diye muâhaze edildim. Hat sanatı ile uğraştım diye farklı bir muameleyle karşılaşmadım. Bu böyle uzun yıllar sürdü.

İbrahim Ethem Gören: Hamid Bey in en mübâriz vasfı neydi sizce?

Hamid Bey dev bir adamdı.

`height=

Muhsin Demirel: Hoca dev bir adamdı. Biz dağların üzerindeki karı göremeyiz, bulutların üzerini göremeyiz. Şunu söyleyeyim. Bu mübarek sanatın asırlardır gelen son mümessiliydi Hamid Hoca. Son mümessili... Belki Himalaya kadar olmasa bile Ağrı dağı kadar büyük bir adamdı. Sen Ağrı dağının tepesini görebiliyor musun?

İbrahim Ethem Gören: Göremiyorum.

Muhsin Demirel: Ağrı dağının zirvesini ancak 100 kilometre uzaktan görebilirsiniz. Yanına gittiğinizde zirveyi göremezsiniz. Hoca hakkında ne söyleyelim. Hocamızdı yani.

Mehmed Akif Köseoğlu: Pekiyi nasıl olurdu? Size bağırıp çağırır mıydı, alttan mı alırdı?

Muhsin Demirel: Yok canım. Hocayla hukukumuz gayet iyiydi. Mesala Hasan Çelebi Hoca gelirdi. Çok edepli, Hoca nın yanında pek konuşmazdı. Biz öyle değildik, serbesttik. Biz evladı gibiydik bir nevi. Hocayla iş yapıyoruz, para veriyorum Hoca ya. Yazı yazdırıyorum. Ben düşünün 17-18 yaşındayım, Hoca o zaman 80 küsur yaşında. Ama patron benim, parayı ben veriyorum!

Mehmed Akif Köseoğlu: Parayı veren düdüğü çalar yani!

Muhsin Demirel: Parayı veren düdüğü çalar! Ama bir taraftan meşk ediyorsun, talebesin. Bir taraftan Hoca nın yazdığı Kur an ı baskıya hazırlıyorsun. O dönemde Kur anla ilgili burada bahsetmek istemediğim bir sürü problemler oldu, bunun üzerine Hoca bize bir kağıt yazıp verdi.

Hamid Bey: Muhsin Demirel Yazdığım Kur an üzerinde tasarrufa sahiptir.

'Talebelerimden İsmail Yazıcı, Muhsin Demirel ve Habib Akbulut Yazdığım Kur an üzerinde tasarrufta bulunmaya yetkilidir.'

Mehmed Akif Köseoğlu: Bu yazı duruyor mu?

Muhsin Demirel: Duruyor tabii ki, şimdi mezkû r kâğıt İsmail Yazıcı Ağabey de duruyor. Düşünsenize biz daha 17-18 yaşlarındayız. Hamid Bey bize böyle güveniyor 'Benim yazım üzerinde tasarruf yapabilirsin' diyor. Hoca ile aramızda böyle bir güven var.

Hattat Hamid Bey: Al sana müsaade!

Neticede size Hamid Bey, hat sanatıyla ilgili bir iş üzerinde, kendi yazdığı Kur an üzerinde çalışabilmeniz için izin veriyor. Al sana müsaade! Şimdi milletin erişmediği, erişemeyeceği şeylere ben 17-18 yaşlarımda erişmişim. Ama bugün bu mânâyı anlayacak kaçkişi var? Bugün bu iş maddileşmiş. Her şey Dolar ile Euro ile, Türk parasıyla, vesaireyle, mekanik şeylerle ölçülüyor. 'İleride, hattat oluruz da, yazı yazarız da, üç-on para kazanırız da...' gibi mülahazalar bizim hayalimizin, hafızamızın uzağından yakınından geçmiyordu. Hele Hoca sağ iken.... Ne haddimize.

Mehmed Akif Köseoğlu: Sizin Hamid Bey le böylece çok özel bir münasebetinizin bulunduğunu öğrendik. Başkaları ders almaya Cağaloğlu ndaki o ofise, iş hanına mı geliyordu? Ne oluyordu?

Muhsin Demirel: Hoca nın iki buçuk metreye iki buçuk metre bir odası vardı. Dünyada bundan daha mezbele bir yer olamaz. Mezbele bunun yanında derli toplu kalır. Öyle bir yer.

Mehmed Akif Köseoğlu: Kimler gelip gidiyordu?

Muhsin Demirel: Herkes geliyordu. Kral da gelir, padişah da gelir!

Mehmed Akif Köseoğlu: Ders almak için kimler geliyordu?

Muhsin Demirel: O zaman ders alan belki beş altı kişi var. Tabii benim görmediğim veya üzerinden elli sene geçti hatırlayamadığım kimseler vardır.

Mehmed Akif Köseoğlu: Kimler var?

Muhsin Demirel: Hasan Çelebi Hoca var, bir. İki, Adanalı Ahmed Fatih.

İbrahim Ethem Gören: Ahmed Fatih Andı. En uzun süre Hamid Bey den ders alan talebelerden biridir. Muhammed Fatih Andı nın ve Tahir Fatih Andı nın babasıdır.

Muhsin Demirel: O şehir dışından, Adana dan gelip giderdi. Beni severdi. Hatta bir defasında bana Hucurât Sû resi nin 13. ayeti celilesinden bir bölüm olan 'İnne ekremeküm ındallahi etkâküm'ü hâvî yazdığı bir yazısının fotoğrafını hediye etmişti.

İbrahim Ethem Gören: Başka kim vardı efendim?

Muhsin Demirel: Hüseyin Kutlu geliyordu. Hüseyin Kutlu tabii ki bizden epeyce evvel başlamış derslere. Ama ben mesela Hüseyin Ağabeyi (Öksüz) hiçgörmedim veya hatırlayamıyorum. Hüsrev Subaşı geliyordu, Talip Mert geliyordu, Turan Ağabey (Sevgili) de Hoca nın talebesidir ama ben O nunla sonradan tanıştım, Hocanın yanında hiçgörmedim. O tabii Hasan Çelebi Hocadan da eskidir. Kemancı İzzet Bey diye biri geliyordu. Bir bankanın müdürüydü, hangi bankanın şimdi hatırlayamıyorum.

İbrahim Ethem Gören: Ders mi alıyordu?

Muhsin Demirel: Evet, ders alıyordu Hoca dan.

Mehmed Akif Köseoğlu: Medineli birisi var mıydı hocam?

Muhsin Demirel: Birçok kişi geliyordu.

İbrahim Ethem Gören: Yusuf Sezer geliyor muydu?

Muhsin Demirel: Bizden sonradır onlar. Hoca Cumartesi günleri öğleden sonra talebe kabul ediyordu. Biz haftanın yedi günü, yirmi dört saat yanındaydık. Hattatlardan biri bana 'Sen Hamid Hoca nın yanına ne zaman gittin, ben seni hiçgörmedim?' diye sordu. Ne diyeceksiniz herkes konuşuyor.

Çünkü bizim münasebetlerimiz Kur an-ı Kerim bağlamında.

Biz istediğimiz zaman Hoca nın yanına girip çıkıyoruz. Hoca, talebeyi Cumartesi günü öğleden sonra kabul ederdi. Çelebi Hoca da hemen her zaman Cumartesi günleri öğleden sonra geliyordu. Biz çok mecbur olmadıkça Cumartesi günleri öğleden sonra hocanın yanına gitmezdik. Neden gitmezdik? Çünkü oda küçük, orada iki kişi oturabiliyordu. Ü çüncü kişi ancak ayakta durabiliyordu da ondan. İki kişi oturuyor, bir kişi de ayakta duruyor. Bu kadar. İki tane oturacak yer var, bir tabure var, bir de portatif somya ve koltuk olabilen bir şey var, Hoca orada yatıp kalkıyor.

Mehmed Akif Köseoğlu: Peki sizin bildiğiniz, 'İcazet verdim' dediği kimler var?

Muhsin Demirel: Hasan Çelebi var, Hüseyin Kutlu var bildiğim, Turan Sevgili var, Talip Mert var. Ben Ankara ya gittikten sonra Hoca nın son bir iki senesinde bazı kimseler icazet almış. Yapılan bir araştırmaya göre Hoca hayatı boyunca 40 kadar hattata icazet vermiş. Bunların içinde Haşim Bağdadi de var. Bence iyi de etmiş. Hoca mukaddes ateşi söndürmedi.

Hamid Bey yalnız yaşadı.

Hoca yalnız yaşadı. Bir ferd-i vahid idi.

1980 yılında, Ankarada DPT nin imtihanını kazandım. Arkadaşım Dr. Hasan Hüseyin Yalçın o dönemde Haydarpaşa Numune Hastanesi nde ihtisas yapıyor, dahiliye ihtisası. Dr. Hüseyin i de birkaçkez Hamid Bey e götürmüştüm. Hatta bir defasında Hamid Bey ona celi divani hat ile ismini yazmıştı, hatıra kabilinden.

Biz de Ankara da Planlama Teşkilatı na gireceğiz, bir arkadaşımla beraber, sağlık raporu alacağız, tam teşekküllü bir hastaneden alınması isteniyor. Arkadaşım o dönemde Dr. Hüseyin ile İstanbul da aynı evde, nur dersanesinde kalıyor, Cerrahpaşa da, bizim evin karşısında... Dr. Hüseyin e 'Raporu sizin hastaneden alalım.' dedik. Tamam, 'Yarın gelin' dedi. Gittik hastaneye, Hüseyin in delaletiyle sağlık raporlarımızı hallettik. Ayrılmadan Hüseyin ile konuşuyoruz.

'Hamid Bey in Numune Hastanesi ne yatması.'

Dr. Hüseyin e 'Yahu Hüseyin, Hamid Bey iyice yaşlandı, perişan vaziyette. Hoca için bir hastane olsa da, orada Hoca yı muhafaza etsek' dedim. 'Bir bakalım azizim' dedi. Biz çıkıp Ankara ya geldik. Hüseyin, Numune Hastahanesinin Baştabibi Dr. Müfid Ekdal Bey ile görüşmüş. O da muvafık görmüş ve Hoca yı Numune Hastanesi ne öylece yatırmışlar. Yani Dr. Hüseyin kardeşimiz vesile oldu Hamid Bey in hastaneye yatmasına. Böylelikle ömrünün ahirinde, son iki senesinde Hoca yı hastanede misafir ettiler. Memuriyet için Ankara da bulunduğumdan son zamanlarında yeterince meşgul olamadım maalesef.

Hamid Bey i hiçkimse sahiplenmesin!

Hamid Bey i hiçkimse sahiplenmesin! 'Hoca ya şöyle yaptık, böyle yaptık' diye konuşmasın.. Hastaneye yattıktan sonra da vefâtına kadar hemen her gün İsmail Yazıcı ağabey baktı, Hamid Bey e. Hoca öldükten sonra kör ölür badem gözlü olur misali tutanın elinde kaldı! Hamid Bey sefaletin içinde yaşadı, sefaletin!

Mehmed Akif Köseoğlu: İsmail Yazıcı da hattat mıydı?

Muhsin Demirel: Bizimle birlikte yazmıştı.

İbrahim Ethem Gören: Mehmed Şevket Eygi Bey gelir miydi?

Muhsin Demirel: Mehmed Şevket Eygi Kur an yazdırmaya geldiğini biliyorum ama rahmetliyi orada görmedim ben, görmüşsem de hatırlayamıyorum, üzerinden neredeyse 50 sene geçti.

İbrahim Ethem Gören: Hamid Bey den bir hatıranızı istirham etsem...

Muhsin Demirel: Hamid Bey e Cevşen-i Kebir i yazdırıyoruz. Fırıncı Ağabey le birlikte yanına gittik. Fırıncı Ağabey e 'Yâhu Fırıncı Cevşen-i Kebir i yazarken bu gece sabaha kadar okudum ağladım, ağladım yazdım' dedi. Hamid Bey, bizim gibi değil! Yazdıklarının mânâsını da biliyor. Hoca böylesi rakî k-ül kalb bir insandı. Kanatimce Cenab-ı Hakk bazı adamları sorgusuz cennete alacaktır.

İbrahim Ethem Gören: İnşaallah.

Mehmed Akif Köseoğlu: Hocam cami yazılarını yazarken tevafuk ettiniz mi Hamid Bey e?

Muhsin Demirel: Tabii ki gördüm. Ankara Kocatepe Camii nin yazılarını yazarken Hoca nın yanındaydım. Hoca yı ne kadar perişan ettiler.

Mehmed Akif Köseoğlu: Nerede yazdı?

Muhsin Demirel: Odasında yazdı. 40 cm. lik bir yerde 60 cm. lik elif çekti.

Mehmed Akif Köseoğlu: Kocatepe Camii nin yazılarını yazdığı esnada Hoca nın yaşadığı sıkıntıları anlatır mısınız? Hoca ya nasıl muamele yaptılar.

Muhsin Demirel: Çok sıkıntı çekti. Hamid Bey tarihlere sığmaz bir hattattır. Ama kendisine neler yaptılar, neler!

Mehmed Akif Köseoğlu: Olayı anlatır mısınız?

Muhsin Demirel: Kocatepe Camii nin yazılarını Hoca ya sipariş ettiler.

Mehmed Akif Köseoğlu: Kaçyılları, 70 ler mi?

Muhsin Demirel: Evet, 70 ler. Kocatepe Cami nin yazılarını hazırlarken Haşr Suresi nin son ayetlerini (Hüvalla hüllezî ...) yanımızda yazdı, eskiz kâğıtlarına... (Elllerini iki yana açarak işaret ediyor.) Bu kadar Elif i, şu kadarcık bir zeminin üzerinde yazmıştı. Başı yok, sonu yok, nasıl istif ediyordu bilinmez.

Mehmed Akif Köseoğlu: Kareleme metodu ile değil mi?

Muhsin Demirel: Ne karelemesi kardeşim! Hoca senin benim gibi adam değil ki, 'Cııııızzzt diye' çekiverirdi kocaman Elif leri. Elif in yarısını yazıyor, tahta bitiyor, kaldırıyor havada yazmaya devam ediyor, kâğıdın başı yok sonu yok! Yazının bir tarafı oradan sarkıyor, bir kısmı, elinde, bır kısmı bilmem nerede, kâğıda bakacak, serecek yeri yok. Orada istifliyor yazıyı, kafada istifliyor. Ve o dönemde 85 yaşında. Hoca orada 54 metre uzunluğunda Fetih Suresi ni yazdı.

Kış günü telefon ediyorlar 'Hoca gel Ankara ya'. Ortalık kar kış. Timurlenk in Ankara muharebesini yaptığı zamandan beri böyle kış görülmemiş... Hamid Bey 85 yaşında. Ankara ya gidecek, Kocatepe nin yazılarıyla ilgilenecek! Hasbünallah! Sen koca Diyanetsin! Uçak kaldırabilirsin böyle bir iş için, Hoca yı ayağına çağırıyorsun. Hoca nasıl gidecek? Bunun üzerine Hocaya sipariş ettikleri yazıyı almaktan vaz geçtiler.

Hamid Aytaç: Tarih sizi muahaze edecek!

Hocanın bir mektubu var: Tarih sizi muaheze edecek diyor.

Mehmed Akif Köseoğlu: Sizde mi mektup?

Muhsin Demirel: İsmail Yazıcı Ağabey n Hamit Bey i yazdığı kitapta mektup yer alıyor. 'Ben' diyor Hoca. 'Rakım, Sami, o ayarda bir hattatım. Hatta bazı yazılarım onlardan daha da ileride' diyor. Kiminle muhatap oluyorsunuz?

Gittiler üçüncü derecede bir hattata, Mahmut Öncü ye yazdırdılar. 'Hamid olmazsa Mahmud olsun' dediler.

Yarın: Hamid Bey hattatların atasıdır.