Dava ve fikir adamı, Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in talebelerinden, edebiyatçı, gazeteci, yazar, senarist, aktör, tiyatro ustası Üstün İnanç’a rahmeti vesile merhumun yol arkadaşlarından gazeteci-yazar Mehmet Cemal Çiftçigüzeli ile bir e-mülakat gerçekleştirdik.

İbrahim Ethem Gören: Üstün İnanç’ı ne zaman ve nasıl tanıdınız?

Mehmet Cemal Çiftçigüzeli: Üstün İnanç’ı hem üniversite talebesi ve hem de gazetecilik yaparken tanıdım (1966). Söz konusu yıllarda MTTB bir mektep gibiydi. MTTB üniversite öğrencileri başta olmak üzere bütün talebelerin sorunlarını çözüm için uğraşan bir sivil toplum kuruluşu, bir sanat ve kültür merkezi, talebelerle yurtsever aydınlarımızın, akademisyenlerimizin, yazarlarımızın, kanaat önderlerinin, fikir adamlarının tanıştığı, kaynaştığı, müzakerelerde bulunduğu, ülke ve toplum meselelerinin, dünyanın konjonktürü çerçevesinde münakaşa ve münazaraların yapıldığı bir mahvildi. Bir nevi insana yatırım fabrikası gibiydi.

Mehmet Cemal Çiftçigüzeli Foto 1

Aşırılık ve tutuculuk da bu dönemde ciddi bir gelişmeydi. Bu çerçevede bizim çizgimizdeki bir insanın sendikalaşması, sanat, tiyatro ve sinemayla alakadar olmasına pek şık bakılmazdı. Dışlanırdı, ötekileştirilmeye çalışılırdı, şefkat tokatı yiyeceği iddia edilirdi. İnsanlarımızın ibadetlerini yapması yeterliydi biçiminde bir görüş hakimdi. Oysa televizyonunun olmadığı o yıllarda çoğu genç için kitap, sinema, tiyatro, spor karşılaşmaları olmazsa olmazlardandı. Vizyona giren sinemaları ben takip ederdim. Benhur ve Supartaküs filmlerine kuyruğa girdiğimi hatırlarım. Tiyatrolar da o zaman diliminde –tabir caizse- İstanbul’da bal ayı yaşıyordu. Şehir Tiyatroları yanında, özel olarak Dormenler, Kenterler, Gazanfer Bilge-Gönül Ülkü, Muammer Karaca, İstanbul, Bulvar, Dostlar, Genar, Çevre vs. tiyatroları vardı ki hepsi de kapalı gişe oynardı. Bu tiyatroların tümüne gider ve sahnelenen eserleri izlerdim. Tiyatro Yazarı Haldun Taner de önemli bir isimdi. Keşanlı Ali Destanı bir olay olmuştu. Tiyatro ve sinema dergileri vardı. Yeni Melek, Emek, Atlas, Bulvar, Site sinemalarının dışında üyelere açık bir kulüp olan Sinema Tek de ayın filmleri oynardı.

Bu kulvarda Üstün İnanç’ı tanımam bir ayrıcalık oldu. Çünkü MTTB Sinema ve Tiyatro Kulübü etkindi. Kitap Kulübü de öyleydi. Öğrencilere yeni çıkan bütün eserler iskontolu olarak sahiplendiriliyordu. Yine moda olan ve egzistansiyalizm-varoluşculuk’un kurucusu, parti içi hesapları ve ideali için ölmeyi-öldürmeyi anlatan Jean Paul Sartre’in Kirli Eller eseri MTTB Tiyatro Kulübünde sahneleniyordu. Sonra Abdullah Kars’ın sahibi olduğu Hazreti Ömer’in Adaleti tiyatrosunda da Üstün İnanç’ı görüyordum. Hele bir de Necip Fazıl ile olan yakınlığı bana çok daha sıcak geldi. Üstad için MTTB, gözü mesabesinde önemli bir yerdi. Bizim için de üstad öyleydi. Bu çalışmaları yakından takip ediyordum. Dolayısıyla kitap ve fikir dostu Üstün İnanç’ı, tiyatroyu, sinemayı seviyordum. Bu dostlukta, bu gelişmede bir medeniyet tasavvuru hissediyordum.

Mehmet Cemal Çiftçigüzeli Foto 2

Çiftçigüzeli: Var olmak kavgasında sanat elzemdir!

Böyle bir portre beni etkilemişti. Böylelikle Üstün İnanç’ı ve tiyatroyu sevmiştim. Lisan-ı haliyle bize çok şey anlatıyordu. Sanattaki eksikliğimiz de sırıtıyordu böylece. Var olmak kavgasında sanatın yeri olmalıydı ve elzemdi. Gerekliydi.

Arz ettiğiniz portrenin anahtar mefhumlarını da konuşalım dilerseniz…

Bu portrenin anahtarı tek kelime ile sanat. Olmazsa olmazımızdı sanat, kitap ve kültür.

Sizce merhumun alametifarikası neydi?

Üstün İnanç’ın alameti farikası; ideolojinin sanatsız ve kitapsız yapılamayacağıydı. Fikren sancılanmadıkça, okuyup düşünmedikçe, tefekkür etmedikçe yerimizde sayacaktık. Hep hamaset önde olacaktı. Sorunlar üst üste biriktikçe birikecek. Birileri de gelip üstüne oturarak bu damardan beslenecekti. Sanat, kitap ve kültür ise bunun panzehiriydi.

Müslüman Türk irfanı için ürettiği katma değerlere de rehberliğinizde okuyucularımızın irfanına arz edelim…

Müslüman Türk irfanı için Vatan Şairi Namık Kemal ile başlayan akımın, fikrî gelişmenin Üstün İnanç ile devam etmesi ve bütünleşmesiydi. Hayatı ile örtüşmüştü Üstün İnanç’ın.

Üstün İnanç Foto 2

İncinmeyen ve incitmeyen İstanbul beyefendisi olan Üstün Ağabeyin insânî, vicdânî, ahlâkî vasıflarına ve meslek âdâbına da değinelim…

İstanbul beyefendisi Üstün İnanç’ın İslami, insani, medeni ve uygar ilişkileri üst seviyedeydi. Örneği azdı. Çünkü bir cemaati, bir tarikatı, bir görüşü temsil etmiyor, som altın gibi inanmış biri olarak “sanat” diyordu, “kültür” diyordu, başka bir şey demiyordu. Bunların da sinema, tiyatro ve kitap ile hayata geçirilebileceğine inanıyordu. Bütün ömrünü de öyle vakfetti. O yıllarda ağabey konumunda olan büyüklerimiz gençlerin sinema, tiyatro gibi yerlere gitmesine pek sıcak bakmazlardı. Ayrıca kendi yayınlarından başka herhangi bir kitap okunmasına müsaade etmezlerdi. Ağızlara biber sürerlerdi. Oysa Üstün İnanç tam tersi teşvik ederdi, okuduğumuz bir eseri, izlediğimiz bir sinema filmini veya tiyatroyu bizimle tartışır, görüşümüzü sorar, bazen kabullenir, zaman zaman da itiraz ederdi. Ancak bu kesinlikle kırıcı olmazdı. Kimi vakitlerde de “Ben öyle düşünmemiştim ama, siz haklısınız” diyecek kadar da mütevazıydı. Bu özellik, çoğu ağabeyimizde yoktu. Önemli bir kısmı gurur ve kibir abidesiydi, itiraz edilmesine pek sıcak bakmazlardı, siz ısrar ederseniz dışlanmayı veya ötekileşmeyi göze almanız gerekirdi. O farklıydı, çünkü Üstün İnanç hem okuyor, hem tefekkür ediyor ve hem kendisini yeniliyordu. Temsil kabiliyeti yüksekti. Giyimine ve kuşamına dikkat ederdi. Kendisini hiç tıraşsız ve kravatsız görmedim. Konuşması, güzel Türkçemizin en şık örnekleriydi. Kızdığına, azarladığına da hiç şahit olmadım. Tam tersine sizinle paylaşmayı severdi. Birlikte olmaktan duygulanırdı. Konuşmasında siyaset olmazdı.

Hatıralarınız…

Merhum Üstün İnanç Ağabey ile çok hatıram var.

Bunlardan bir tanesini Öp Beni Asitane kitabımda anlattım. Bir grup arkadaşıyla Fikir Tiyatrosu’nu kurmuştu. Nihat Armağan rahmetlinin de Fikir Yayınevi vardı. Fikir, artık su yüzüne çıkıyordu bizim için. Fikir Tiyatrosu ve Üstün İnanç, Necip Fazıl’ın Ulu Hakan Sultan İkinci Abdülhamid Han eserini sahneye koyacak, galası da Adapazarı’nda yapılacaktı. Abdülhamid rolünü o yıllarda Yüksek İslam Enstitüsünde okuyan ve aynı zamanda Abdülhamid’e de çok benzeyen merhum Abdülkadir Sezgin arkadaşımız üslenmişti. O yıllarda moda olan Üstad da açılışta hazır bulunacaktı.

Büyükdoğu’nun iki atlısı Üstün İnanç ve Gündoğdu Serhatlıoğlu benim bu galaya gelmemi çok istediler. Profesyonel gazeteciliğe henüz başlamıştım, Babıali’de Sabah gazetesinde hem muhabir ve hem de röportaj yazarıydım. Ben de küçük kardeşleri olarak emir telakki ettim. Oyunun sanatçıları daha önceden Adapazarı’na gitmişlerdi. İstanbul-Sakarya yolu o yıllarda tek gidiş-geliş idi. Üstelik aşırı yoğundu.

Üstadın metafizik evladı “azat kabul etmeyen köle” dediği, “uçaktan hızlı gider, kamyondan çok yük taşır” diye niteliği seyyar satıcı entelektüel ağabeyimiz Hilmi Oflaz da Necip Fazıl eserlerinin sergilendiği ve satışının gerçekleşeceği tezgâhı sinemanın önünde çoktan açmıştı.

Üstad Necip Fazıl’ı, Üstün İnanç ile birlikte lüks bir arabayla aldık. Aracımızı Yusuf Sarıoğlu kullanıyor... Necip Fazıl öne oturdu. Ben, Üstün İnanç ve Gündoğdu Serhatlıoğlu arka koltuktayız. Önce Sirkeci arabalı vapur iskelesine gittik. O yıllarda Boğaziçi köprüsü yoktu. Arabalı vapur kuyruğu her zaman olduğu gibi Yenikapı’ya kadar uzanıyordu. Üstadın kızacağını ve aniden bir karar değiştireceğini biliyorduk. Kabataş vapur iskelesine geçtik. Orada da kuyruk Fındıklı’dan başlıyordu. Daha azdı ama yine kuyruk vardı. Necip Fazıl hiçbir şeyin farkında değildi. Biz ise panik olmuştuk. Çünkü galaya yetişemeyecektik. Üstün İnanç bana baktı, ben kendisine! Üstad kızıp orada inebilirdi. Benim aklıma, gazetecilerin basın önceliği geldi. Benim sarı basın kartım yoktu ama böyle bir önceliğimiz mevcuttu. Sarı basın kartı için hem sürem dolmamıştı hem de benimle sözleşme bile yapılmamıştı henüz.

Çiftçigüzeli: Sağ tandanslı gazeteler böyledir maalesef!

Sağ tandanslı gazeteler böyledir maalesef! Necip Fazıl’ın gazeteci olduğunu bildiğimden “Üstad basın önceliğimiz var, biz hemen vapura bineceğiz, siz bana sarı basın kartınızı verirseniz, gösterip, sizi de orada bekleyeyim.” dedim. Bu gelişmeye Üstün İnanç sevindi, hatta beni teşekkür mahiyetinde teşvik de etti. Üstad bana döndü;

-O nedir sevgilim?

Başıma sıcak sular dökülmüştü sanki. Sarı basın kartını hatırlamadığına göre üstadın yok demekti.

-Gazetecilere verilen bir nevi kimlik gibidir sarı basın kartı üstadım.

Üstün İnanç hop oturup hop kalkacak ama belli etmemeye çalışıyor. Necip Fazıl bu galanın iyi bir organize olmadığı için orada araçtan inebilir, bir taksiye atlayıp evine gidebilir de.

-Yok bende öyle bir şey. Nereden veriliyorsa alalım.


-Üstadım Ankara’da Basın Yayın Genel Müdürlüğü bütün gazetecilere veriyor sarı basın kartını.

Üstün İnanç’ın yüzünün rengi değişti. Çünkü üstadı hepimizden iyi tanıyordu.  Kuyruğa girsek birkaç saatte ancak sıra gelir. Adapazarı, ayrıca hemen yola koyulsak bile üç saatlik bir güzargâh. O da trafik aşırı yoğun değilse. Üstün İnanç kolumu dürtüp duruyor. Sanki “Bunu sen halledersin” gibilerden. Bu vapura mutlaka binmemiz gerekiyordu. Zaten bu da son şansımızdı. Donup kaldık hepimiz. Üstün İnanç ve Gündoğdu Serhatlıoğlu bunu sen halledersin gibilerden göz kaş edip duruyorlar sürekli. Bir sessizlik oldu. Araçtan indim. Araçları vapura alan görevlinin yanına gittim. Arkadaşlar arabada bekliyor. Görevliye yaklaştım ve dedim ki;

-Memur Bey, Üstad Necip Fazıl, talebeleri Üstün İnanç ve Gündoğdu Serhatlıoğlu arkadaki arabadalar. Ancak..

“Ancak” dedim öyle kalakaldım. Diyeceğim ki “Yazar Necip Fazıl gazetecidir. Basın önceliğimizi kullanmamıza müsaade edin. Ancak sarı basın kartımızı yanımıza almayı unutmuşuz.”  Düşüncemde bir yanlış ve abartma yok. Görevlinin gözleri aracımızı aradı, sonra bana baktı, koşarak arabamıza doğru gitti. Bendeniz de peşinde... Üstün İnanç ve Gündoğdu Serhatlıoğlu’nun heyecanı had safhada, merak içindeler. “Üstad hangi araçta demiştiniz?” Yeniden gösterdim. Araca yaklaşan görevli üstadın eline sarıldı. Öpmek istedi.  Üstad hiç oralı bile olmadı. Görevli ise milli piyango çıkmış gibi sevinçten uçuyor. Kendinden geçmiş, bu şansı bir ayrıcalık kabul ediyor gibiydi. Bittabi aracımızdaki sürücü ve konuklar da.

Üstad;

-Haydi sevgilim işimiz var. Adapazarı’nda galaya yetişeceğiz. Nasıl yapıyorsan yap bizi karşıya geçir. Daha uzun bir yolumuz olacak.

-Elbette efendim, şoför arkadaş aracınızı vapura doğru sürsün, içeri girsin, efendim.

-Bana değil sürücüye söyle.

Görevli trafiği kesti. Herkes nefretli nazarla bize bakıyor. Oysa hepimiz sevinçten dört köşeyiz, Üstün İnanç kolumu sıktı, tebessüm etti teşekkür mahiyetinde. Aracımıza da herkes bakıyor. “Aa Necip Fazıl’a bakın..” diyenlerin sayısı arttı. Üstün İnanç çok rahatladı.

Harem’e geçmiştik ama, nafile, çünkü trafik felç. Otobüs, kamyon birbiri ardından uzun kuyruklar oluşturuyorlar. Kaz yürüyüşüyle gidiliyor sanki. Arkasından özel araçlar, minibüsler. Arada bir metre bile mesafe yok. Hatta Tuzla çatına kadar atlı arabalar da trafiğe girince zorlaştırmaktan öte, iyice sıkıntıya sokuyorlardı yolu, trafiği. Üstad hiç konuşmuyordu. Üstün İnanç’ın ise sanki dili tutulmuştu sevinçten. Yola çıkmıştık ya, gerisi ne gâm!

Bu yoğun trafikte Adapazarı’na kadar üstadı konuşturmaya çalıştım. O sıralarda üstad bir gazetede yazmıyordu. Arabalı vapura girmek için beklemekten de sıkılmıştı. Konuşmak istemiyordu. Üstün İnanç bana işaret ediyordu Üstadla konuş, sinirleri yatışsın gibilerden.

-Üstadım bir gazetede yazmayı düşünmediniz mi?

-Ne demek o?

-Makaleler yazmak bir İstanbul gazetesinde!

-Benim bir gazetede yazı yazmayı düşünmem önemli değil. Bunun için bir patronun bana gazetesinde yazı yazmam için teklifte bulunması gerekir.

-Elbette

-Ben her gazetede yazı yazarım. Hangi şartlarda ve kime karşı olursa olsun, fikrimi söyler, meseleleri kendi açımdan yorumlarım. Dünya malı, dünyada verilecek mevki ve şöhret bana ve davama ters düşecek bir kelime bile yazdıramaz.

-Tabii ki üstadım.

Sohbet başlayınca Üstün İnanç’ın morali yükseldi. Kıl payı da olsa galaya yetişeceğiz. Doğrusu biraz da geç kalınmıştı.

-Hangi gazetede yazarsam yazayım, o gazetenin kısa bir sürede fikrimizin rengini alacağını söylersem, her halde boyumu aşan bir iddiada bulunmuş olmam.

-Muhakkak üstadım.

-Bundan dolayı içinde yaşadığımız günlerde hiçbir gazete patronunun bana teklifte bulunacağını sanmıyorum.

Sohbet koyulaşıyor, aracımız bile sanki tebessüm ediyor.

-Rızkı veren Allah’tır. Ya rızkımızı verir, ya da canımızı alır. Çok bunalırsam Beyazıt Meydanı’na bir sandık atar ayakkabı boyarım.

Önce Üstün İnanç , sonra hepimiz birlikte bir “Esteğfirullah Efendim” çektik. Bu cevabımıza kızdı;

-Yanıma da “Otuz üç eser sahibi Necip Fazıl” diye bir levha koyarım. Halk ve ülkeyi yönetenler utansın. Ben neden utanayım.

-Tabii ki efendim.

Hepimiz hayretler içindeyiz. İktidarda o yıllarda Adalet Partisi var, ülkeyi onlar yönetiyor.

-Bunlardan alacağımız paradan çok, vereceğimiz hizmet, öreceğimiz fikir hamûlesi önemli. Başka hizmet vasfına sahip değiliz.

Sohbet uzadıkça Üstün İnanç mutlu, çünkü kendisi galayla ilgili programı da bir yandan kontrol ediyor, bazı hususların yapılıp yapılmadığını bilmediği için heyecanlı. Bu bakımdan sohbetin iyi gitmesinden mutlu.

Üstad, Yapı Kredi Bankası Genel Müdürlüğü’ne gittiğini, Genel Müdür Kazım Taşkent’tin “Komünizma” adlı eseri neşrettiğini, bundan ciddi bir telif aldığını, ancak zarfın içindekini merak ettiğini anlattı ve sordu;

-Kazım’dan ayrılır ayrılmaz nereye gittiğimi tahmin edersiniz?

Sanki hepimiz öğrenmişçesine “Tuvalete üstadım” dedik. Necip Fazıl “Evet tamı tamına bin liraydı” dedi. Üstada bu para bir hafta bile yetmezdi. Bir gazete 25 kuruştu o günlerde, bugün 10 TL.

Dört saatte Adapazarı’na vardık.

Gala 10 dakika önce başlamalıydı, geç kalmıştık. Ayrıca yarım saatte galanın yapılacağı sinemayı bulabildik.

Üstün İnanç üzgün, yorgun ve koşuşturmaya başladı. Üstelik karnı da açtı. Üstad ise bu gecikmeye kızıyor, bir batılı gibi titiz. Bizi Hilmi Oflaz karşıladı. Üstad elini öpmek isteyen Hilmi Oflaz’a “Fare tıkırtısından ürkecek kadar hassas, kralları önünde eğecek kadar cesur aziz dostum İşportacı Hilmi! Sen uçaktan hızlı geldin. Biz kağnı arabasının bile gerisinde kaldık. Tam bir fiyasko.”

Üstün İnanç Foto 1

Üstün İnanç, Üstattan daha fazla üzgün ama belli etmiyor. Necip Fazıl o kadar rahatsız olmuştu, ha patladı ha patlayacak derken salonda “üstad üstad” tezahüratları onun biraz olsun kızgınlığı çözdü. Protokol sırasında herkes yerini aldı bu çılgın tezahürat yapılırken.

Üstün İnanç’ın, Üstadın hoşuna giden bu tezahürata da kızarak fırça atabileceğini tahmin ettiği için tedirginliği daha da arttı. İnsanlar üstadın elini öpmek için sıraya girdi, birbirini iteleyip duruyorlardı. Üstün İnanç sağa sola koşturuyor, önemsediği kişi ve yerleri kontrol ediyordu. Nihayet gonk vurdu. Sahne açıldı. Ancak üstada yapılan tezahürat dur durak bilmiyor, tam tersi şiddetleniyordu. Üstad, Üstün İnanç’ı yanına çağırdı ve “Bu ahmakları susturun. Tiyatro böyle seyredilmez. Öğrensinler. Yoksa ben susturacağım.”

Üstün İnanç izleyicilere “lütfen susun” diye işaretler yapmaya başladı. Başarılı da oldu. Seyirciler bıçakla kesilmiş gibi sustular. Üstün İnanç’ı yolculuk değil de bu gelişmeler yoruyordu. Çünkü seyircilerin de, yöneticilerin de hatta sanatçıların da içi içine sığmıyordu bu ilgiden. Salon sustu, tiyatro gösteriye başladı. İleri bölümlerde bir suikast sahnesi olacaktı.

Halen devam eden 2. Abdülhamid Han sevgisi o yıllarda da zirvedeydi. Tiyatro gösterimi sürdü. Sahnede 2. Abdülhamid rolüyle Abdulkadir Sezgin var. Ermenilerin Padişaha suikast sahnesine gelindi. Padişah faytonla Yıldız Hamidiye Camii önünde suikaste uğrayacaktı. O yılların teknolojisi yeterli olmadığından bomba sesi ve bundan ötürü faytonun atlarının haykırışı teypten seslendiriyordu. İşte suikast bombası suikasttan önce erken patlayınca bir skandal gibi etki yaptı. Salondaki izleyiciler fark bile etmedi birkaç kişi hariç. Aynı zamanda bir tiyatro yazarı, önemli bir tiyatro izleyicisi olan Necip Fazıl “rezalet.. rezalet” diye ayağa kalkmak üzere iken iki kişi üstadı fuayeye çıkardı. Ancak oyun devam etti. Üstün İnanç üstattan fazla üzgündü. Ama alâka tahminlerin fevkindeydi. Çoğu kişi bunun farkına varmadı bizim haricimizde. Üstün İnanç ve Hilmi Oflaz hiçbir şey demediler, sigara tuttular üstada. Necip Fazıl her nefeste rahatladı. Dumanı içine çekmeyi değil de görüntüsünü seyre başladı. Az da olsa rahatlamış, tepki göstermeyecek gibiydi. Üstelik salondan hâlâ alkış sesleri geliyordu. Tiyatro tamamlandı. Bütün salon üstadı sahneye çağırıyordu. Fikir Tiyatrosunun iki kurmayı ve Büyükdoğu’nun iki atlısı Üstün İnanç ve Gündoğdu Serhatlıoğlu ile birlikte üstad salona girdi, mikrofonun başına geçti, Necip Fazıl konuşacak ama tezahürattan konuşamıyor ve nihayet patladı; “Ahmaklığı bırakın, ahmakları aranızdan ayıklayın da konuşmama başlayayım ve tamamlayayım!” Salon sus pus oldu. Üstad konuşmasını yapabildi.

Eser tuttu, Sultan 2. Abdülhamid Han rekor seviyede gösterime girdi sahnelerde. Bu Üstün İnanç’ın büyük başarısı ve gururu oldu. Kendi itirafıyla “Suikast sahnesi bir teknik arıza idi. Keşke olmasaydı. Bizi eleştirmek isteyenler önce bunu hatırlatıyorlar, eser bütün Türkiye’de kapalı gişe oynadı!”

Çok gelir girdisi sağladı Fikir Tiyatrosu. Ancak başta Üstün İnanç olmak üzere hiç kimsenin hayatındaki akış değişmedi, evi daha pahalı bir semte taşımadı, arabası son model, giyim kuşamı marka olmadı. Hayat dünkü gibi devam etti.

Üstün İnanç bu başarısını magazin basınına yansıtmadı. Gerçekten büyük bir başarı idi. Abdullah Kars gibi çok para kazanınca sahneyi bırakıp, İzmir’de aldığı çiftliğe çekilmedi. Ailesini yıkmadı. Tam tersini gerçekleştirdi. Tiyatro ve sanat olmazsa olmazıydı. Para kazanmak değil, sanatla iyilikler ve güzellikle yansıtmak çok daha önemliydi. Hiçbir zaman da bir cemaat tiyatrosu yapmadı, kamu ve toplum menfaatini her şeyin fevkinde tuttu. Bağımsız bir aydın, inanan ve yaşayan bir muhafazakâr olması, hep ufuk görmesi, kendisini yenilemesi onu romanda, tiyatroda ve sinemada sanatın önemli bir ismi haline getirdi Üstün İnanç’ı. Görünüyor ve hissediliyordu ki Üstün İnanç yeni bir medeniyet tasavvurunun hayata geçirilmesine çalışıyordu.

Merhum, lisan-ı haliyle bugünün ve yarının insanına neler anlatıyordu?

Sadece kitaplarıyla, sahneye koyduğu, filme çektiği eserlerle değil, sorumluluk aldığı makamlarla ve güçlü dostlarıyla hiç değil hep kendi oldu Üstün İnanç. Bir talebeyle birlikte öğrenci olabiliyor, herhangi bir aydınla entelektüel tartışmaya girebiliyor, bir emekçi ile alın terini paylaşabiliyor, karşısındakini sabır ile dinleyebiliyordu. Hep içimizde ve aramızda oldu. Yaş ve grup farklılığını öne çıkarmadı. Paylaşmasını bildi ve önerdi. Üretmeyi görev saydı. Dostluğu hatır bildi.

 

Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar…

Benim ilave etmek istediğim husus; aydınlarımız kendilerini çok sevmemeli. Sevgilerini diğer canlılarla paylaşmalılar. Dolayısıyla önce başkalarından başlamalılar sevmeye, sevgi, şefkat yansıtmaya. Günümüzde maalesef “ben olmazsam burası batar” zihniyeti fazla resim veriyor. Oysa ülkemiz ve toplumumuz çok güçlüdür. Bütün badirelerden sıyrılmasını bilmiştir. Çünkü insana yatırım öndedir. Kemal Tahir’in dediği gibi “Be biz Osmanlıyız..bizde adam çoktur!”

Üstün İnanç Foto 3

Son olarak Üstün Ağabey özelinde kamuoyuna nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?

Hamaseti artık geride bırakmalıyız. Günümüzde, önümüzü görmeliyiz. Hâlâ sinemacımız yok. Hâlâ tiyatrocumuz yok. Hâlâ romancımız yok veyahut kâfî değil. Olanların da zaruretlerinden tâkatları yetmiyor. Belli yerlere ulaşamıyorlar. Paylaşmayı ve üretmeyi öğretmeli ve yaşamalıyız. Tarık Buğra vefât etti, yerini dolduramadık. Sezai Karakoç vuslata erdi, yeri boş duruyor. Yücel Çakmaklı Hakk’a vardı, beyaz perde öksüzlüğünü koruyor. Üstelik her şeyimiz var, ancak yeni nesillere gökdelenlerden başka bırakacağımız kayda değer bir şey yok. Sebebi ise analitik düşünceden, eleştirel yapıdan mahrumuz.

Üstün İnanç gitti, hem sinemacı, hem tiyatrocu ve hem romancı bir aydınımızı bilmiyorum ne vakte kadar bekleyeceğiz. Sadece TRT, 14 kanalıyla bizim, özelleri saymayın bile; genel medya bizim, ayrıca; ama evrensel boyuttaki insanımızı hâlâ beklemeyi sürdürüyoruz. Bilmem kaç vakte kadar? Üstün İnançlar gidiyor, yerine dur bakalım kimi yerleştireceğiz?. Merak etmeye değer.

Not: Fotoğraflar için Mehmet Cemal Çiftçigüzel üstada ve Ahmet Dur beye müteşekkirim.

 

İbrahim Ethem Gören/01.03.2024-Yazı No: 573