Mevsimlerden ilkbaharla sonbahar, aylardan da nisan ile eylül diğer mevsimler ve aylar tarafından hep kıskanılmıştır. Nedendir bilinmez, bütün yazılar ve şiirler bunlar üzerine yazılır şarkılar, türküler bahara söylenir de yaza, kışa pek dokunan olmaz.

Aşka dair, neşeye, dirilişe dair ne varsa, nisan toplamış hüzne, kedere, ayrılığa, ölüme dair ne varsa da eylül toplamış bünyesinde. Peki siz, ekim ya da kasım olsanız, eylülü mayıs ya da haziran olsanız da nisanı kıskanmaz mısınız?

Hem de nasıl kıskanırsınız değil mi?

Biraz düşünebilsek aslında, her ayın, her mevsimin ayrı bir güzelliği, ayrı bir ihtişamı var. Bu ihtişam, bu ayrıcalık elbette tabiatın ruhunu okuyabilen, doğayla empati kurabilenleler için geçerli. Mevsimlerin gelip geçtiğini, ayların birbirini kovaladığını takvimlerden öğrenenler nerden bilecekler, hangi ayda hangi gizler hangi mevsimde hangi hayatlar saklı...

Bir gece vakti, ansızın, olanca şiddetiyle ekim tarafından kapım çalınmasaydı ben de fark edemeyecektim, hangi ayın gidip hangi ayın geldiğini.

İyi ki çaldın kapımı ekim yağmuru, ekim bereketi. Uzun zamandır hasrettim sana.

Ekim ayı, eli boş gelmez. Cömert ve bereketli aylardandır o. Beraberinde bol miktarda yağmur, gök gürültüsü ve şimşek getirir. Bir seher vakti ansızın ya da bir ikindi vakti kuşatıverir her yanınızı. Bazen de sabah uyandığınızda, o çoktan ziyaretini tamamlamış, yerini sakin, pırıl pırıl bir güne bırakmıştır. Her yer tertemizdir. Toprak mis gibi kokmaktadır.

Ekim yağmurları pencerelerinizi yıkar bütün coşkusuyla ve tabii yüreğinizin kirini, tozunu da alır götürür beraberinde.

Camınıza çarpıp oradan usulca kayan her damla, sizden bir şeyler götürür toprağa. Bazen keder, bazen de acıdır sizden uzaklaşıp giden.

Yeryüzü doyar suya, boğazına kadar. Hele uzun bir yazdan sonra susuzluktan çatlayan toprak, öylesine açar ki avuçlarını ekim yağmuruna... Kana kana içer suyu ve coşar, kabarır toprak da tekrar yeşerir üzerindeki otlar.

Dallar, yapraklar kendilerini teslim eder yağmura. Yıkanıp paklanırlar ve tertemiz olduktan sonra kışa hazırlanırlar ve gelecek baharı beklemeye koyulurlar, sessizce köşelerinde.

Her şey bu kadar sessiz değildir ekimde. Bunca iş, nasıl halledilsin gürültüsüz, patırtısız. Elbette ekimin de kendine has bir musikisi vardır. Kimi zaman yağmur şakırtısı, kimi zaman gökyüzünü bir anda aydınlatan şimşek, kimi zaman da gecenin sessizliğini olanca dehşetiyle bölen gök gürültüsü. Bu seslerin hepsi birbirine karışır ekim yağmurlarında. Çoğu zaman da bir armoni oluşturur bu farklı enstrümanların sesleri.

Birazcık da korku, endişe hakimdir, gök gürültülü yağmurlarda yeryüzüne. Eh, ne diyelim, o kadar da olsun: Bunca güzelliğin yanında o da küçük bir kusur olarak dursun hani. Sonra hepten kendimizi kaptırır, kendimize gelemeyiz ekim sarhoşluğunda.

Ekim yağmurlarından söz açıp da romantizmden, duygusallıktan, bahsetmemek olmaz tabi. Yağmur altında, ıslanmış yapraklar üzerinde kol kola yürümek ve sırılsıklam ıslanmak, iliklerine kadar yağmur damlasını hissetmek tarifsiz bir zevk olsa gerek.

Saçlarınıza düşen bir damlanın yavaş yavaş omzunuzdan aşağılara inmesini hissetmek, üzerinizde ağırlaşan paltonuzla bütünleşmeniz ekim yağmurlarından alınacak en büyük pay bence.

İşte bir gece vakti ya da her hangi bir vakit haberli ya da habersizce kapınızı çalan ekim yağmurlarına kapınızı sonuna kadar açın. Sakın ha! Reddetme gafletinde bulunmayın. Onunla dostluk kurma çabası içinde olun. Fırsat bulursanız, vakit de müsait ise hiçdurmayın, kendinizi dışarı, sokağa atın. Yağmuru yağarken hissedin. Toprağın kokusunu iliklerinize kadar çekin. Dışarı çıkamıyorsanız, vakit ne zaman olursa olsun, pencereyi birkaçdakikalığına da olsa açıp yağmurun kokusunu ciğerlerinize kadar çekin onun sesini duyun, mû sikî sini içinizde hissedin.

Her zaman, her şeyi siz yönetmeyin, bazen de kendinizi yağmura teslim edin.

Göreceksiniz, ekim yağmurları alıp götürecek sizi hatıralarınıza.