• &bull 'Hanım! Çocuklar için bir şeyler hazırlasak olmaz mı? Öyle eli boş olmaz, çoluk çocuk, torun torba hep elimize bakar. 
  • 'Çocuklarla bir görüşelim. Ne ihtiyaçları varsa ona göre bir şeyler alalım.' dedi, Raziye Hanım da.

Erkenden kalktılar, sabah namazını kılıp her gün yaptıkları ibadetleri sakince eda ettiler. Sobanın çıkardığı ses odanın sessizliğine ayrı bir güzellik katıyordu. Yanan odunların kovanın üst kısmından aşağıya düşmesi, kozalakların mısır patlamasına benzer sesleri, basınçla birlikte çıkan gür gür sesi sanki bir huzur ortamının tarifsiz tasviriydi.

Doğanın kendi sesiydi bu. Odunların yanarken çıkardığı ses odanın içinde olduğu için böyle bir senfoni ortaya çıkıyordu. Sobanın üstünde bir güğüm hemen yanında bir çaydanlık ve fırın kısmında da patates ve soğan vardı. Patateslerin kokusu çoktan odanın havasını değiştirmiş ve midelerin bayram sevinci yaşamasını sağlamıştı.

Raziye Hanım bütün bu hazırlıkları akşamdan yapar ve seher vakti ibadet için kalktığı zaman sobanın üzerine koyuverir. Bir taraftan ibadetle meşgul olurken diğer taraftan da kahvaltı malzemeleri pişmeye başlar.

Havanın buz gibi esmesi, sobanın ısıttığı ortamda pek de hissedilmiyordu. Patateslerin kokusunu tarif etmek öyle kolay bir durum değil. Yaşayan kişiler bunu çok daha iyi anlayacaktır. Bir de sobanın hemen yanına kurulan tüplü sac vardır. Onun üzerinde pişirilen bazlamalar, sobada pişirilen patates, soğanlar öyle güzel görünüyordu ki, insan izlemeye doyamıyor. Deri peyniriyle yapılan gözlemeler ya da sıkmalar her damağa hitap edecek şekildeydi. Arzu edenler patatesle ya da peynirle veya çökelekle yiyebilirler. Bu sofra hemen her gün hiçüşenilmeden kurulur ve sabah kahvaltısı böyle yapılırdı.

Kahvaltı yapıldıktan sonra Raziye Hanım İstanbul`da bulunan üçoğlu için biraz pekmez, salça, kurutulmuş ürünler, bulgur, incir; Hazırlıklarını tamamladı. Her biri için bir koli ayarladı. Valizler de hazırlandıktan sonra iş otobüs bileti almaya geldi. Abdullah Efendi hemen telefon açtı ve biletleri ayarladı. Bir gün sonrası için hazırlıklar erkenden yapıldı, komşulara haber bırakıldı. Artık yolculuk için her şey hazırdı. Bundan sonrası dua etmek ve yolculuğun iyi geçmesi ve bir sıkıntı olmadan bitirilmesi için madden manen tedbirler almaktan ibaretti.

Bir gün sonra yine erkenden kalktılar, zaman geçmiyordu sanki. Bu heyecan yıllardır hep böyle yaşanmıştır. Kısa bir yolculuk ya da uzun bir yolculuk fark etmiyor. Her ikisinde de heyecan ve telaş yine oluyordu. Köy postası dedikleri otobüsün yıllardır sabah namazı vakti yola çıkmasından olsa gerektir. Hep erkenden kalkılır ve telaşlı bir tavır içerisinde olunur. Köy postasına binip ilçeye gitmek öyle kolay değildir eskiden. Akşamdan köy postasını kullanan şoföre haber gönderilir.

  • 'Sakın ha, beni bırakmasın yarın! Biz erkenden 'Çayır`ın' orda oluruz. Eğer orada değilsek mutlaka bizi beklesin.' şeklinde haberler verilirdi.

Şoför de bunları bildiği için sürekli kornaya basar ve sabah namazı vakti bütün köy halkını uyandırırdı. Bir tepeden diğerine bağırış çağırış devam ederdi. İşte Abdullah Efendi ve Raziye Hanım da yıllardır bu alışkanlıklarla büyüdükleri için bu heyecanı yaşıyorlardı. Komşuları Ali Dayı ile eşyaları arabanın bagajına koydular. Tüm hazırlıklar tamamdı. Geride kalan kızları ve torunlarıyla vedalaştılar, komşularla helalleştiler ve arabanın koltuklarına oturdular. Geride kalanlara camdan bir hoşça kalın işareti de ihmal edilmeden yapılmıştı. Şoför de kornaya basarak bu hoşça kalın selamını pekiştirmişti.

Artık yolculuk başlamıştı, bildikleri sureleri, yolculuk duasını okumaya başladılar. Otobüsün geniş bagajına tüm eşyalar yerleştirildi ve muavinin vermiş olduğu bagaj numarası özenle gömleğin cebine yerleştirildi. Koltuklarına geçtiler ve yine yolculuk için okunan duaları okumaya başladılar. Yolculuk için kullanılan ilaçları çoktan içmişlerdi. Muavin önce bilet kontrolü için otobüsü hızlıca dolaştı ve ardından yolculara su dağıttı. Aradan bir yarım saat geçmeden çay ve yanında kek ikramını da yapmıştı. İkramlardan sonra yaklaşık üçdört saat öylece gittiler. Ü çyerde mola vermişlerdi. Mola yerlerinde otobüsten inip çeşitli ihtiyaçlar gideriliyor ve tekrar belirtilen saatte otobüse biniliyordu.

Sabahın erken saatlerinde otogara varmışlardı. Akşamdan görüştükleri ve kararlaştırdıkları gibi erken saatte onları almaya gelen oğlu Salih`le buluştular. Salih hızlıca babasının ve annesinin elini öptü, eşyaları otobüsün bagajından arabanın bagajına aktardı. Bütün bunları o kadar hızlı yaptı ki, şaşar kalırsınız. Ü çadet koli, iki çuval ve bir valiz birkaçdakika içinde yer değiştirmiş ve arabanın bagajındaki yerini çoktan almıştı.

Büyük şehrin büyük dertleri daha otogarda başlamıştı. Yüzlerce araba kuyruk olmuş öylece bekliyordu. Eşyasını alan bir an önce otogardan çıkmanın telaşı içindeydi. Ancak öyle hemen çıkmak, ne mümkün? Biraz yavaş da olsa trafik ilerlemeye başlamıştı.

Raziye Hanım hiçbu sıkıntılara gelemez. Yıllarca Anadolu`nun geniş düzlüklerinde, bağ ve bahçelerinde öyle gönlünce dolaştığı için arabanın içinde öylece beklemek çok zoruna gidiyordu. 

  • 'Oğlum bu ne kalabalık? Kaza mı var yoksa?'

Salih,

  • 'Hayır, anne, İstanbul genelde böyledir. Trafik işte!' dediyse de ;

Raziye Hanım sıkıldığını, sıkıntıdan patlamak üzere olduğunu her haliyle belli ediyordu. Abdullah Efendi de pek farklı sayılmazdı, ancak onun pek sesi çıkmıyordu. Yolculuk zaten yormuştu, bir an önce eve gidip dinlenmek istiyordu.

Neyse ki çok da fazla beklemeden, yarım saat kadar, eve doğru yola koyuldular. Otogarın içinden çıkmak yarım saat sürmüştü. 

  • 'Her taraf trafik ışığı, yüzlerce levha var, yollar o kadar çok ve karışık. Evladım! Sen bu yolları hiçkarıştırmıyor musun? Bu kadar ışık, araba yormuyor mu sizi?'

 

  • 'Anne alıştık, ekmek parası, ne yapalım işte! Koşturup duruyoruz. Evden işe, işten eve hayat böylece akıp gidiyor. Şehri anlamaya, değerlendirmeye bile çoğu zaman fırsat bulamıyoruz. İş güçyaşayıp gidiyoruz.' dedi oğlu da.

Eve bir buçuk saat yolculuktan sonra vardılar. Eşyalar teker teker indirildi. Artık sıra gelen eşyaların dağıtımında ve yiyeceklerin tadına bakmaktaydı. Diğer iki oğlu da yaklaşık yarım saat sonra Salih`in evine geldiler. Kahvaltı, selam, kelamdan sonra gelen ürünlerin tekrar arabaya yüklenmesiyle devam ediyordu. 

  • 'Oğlum, iki gün sonra bizi almaya gel!' dedi Abdullah Efendi ortanca oğlu Hamza`ya. 

Arkasından da,

  • 'Ben buralarda çok duramam, koca şehir, bağ yok bahçe yok, kuş yok, inek yok, ben evden çıkınca bağ bahçe görmeliyim, o ağaçlarla konuşmalıyım ve onlara bakarak dinlenmeliyim.' dedi. 

 

  • 'Her birinizde iki üçgün durabilirsek iyi. O da fazla aslında ama ne yapalım sizin hasretinize ve torunlarımın hasretine dayanamıyoruz.'

Hafta sonu olduğu için diğer çocukların gelmesi de kolay olmuştu. Hepsini bir arada görme fırsatı olduğu için böyle karar almışlardı. Öğleden sonra herkes evine dönmüştü. 

Ortanca oğlu Hamza babasının dediği gibi iki sonra geldi ve anne ve babasını kendi evine götürdü. Ü çoğlu da gündüz vakti işe gittiği için ancak akşamdan akşama görüşebiliyorlardı. Akşam da geçvakitte geliyorlar. Yorgun argın, bitmiş tükenmiş bir halde oldukları için öyle uzun uzun sohbet edemiyorlar.

Abdullah Efendi gündüzleri mahallenin camisine gidiyor, oralarda vakit geçiriyordu. Caminin etrafında kendisi gibi birkaçemekli bulabilirse biraz muhabbet ediyordu. Başka da bir etkinliği yoktu. Daha ikinci gün sıkıntıdan patlıyordu. Keyifsiz, sürekli memleketten bahseden biri haline geliyordu. 

Abdullah Efendi, bahçesindeki ağaçları ikinci gün özlemeye başlıyordu. Dört duvar, her taraf beton, her taraf araba, insanlarda hiçsabır yok. Ben sıkıldım burada demeye başlıyordu. Şehir hayatı ona göre değildi. O evden çıkar çıkmaz açık araziyi, bağı bahçeyi görmeliydi. Alıştığı hayat öyleydi ve çok da güzeldi. Burası onun için hapisten farksızdı. İlk iki günden sonra nerede olursa olsun sıkıldığını belli ediyordu.

Maksat çoluk çocuğu, torunu torbayı görmekten ibaret olduğu için birkaçgün onlara yetiyordu. Dönüş telaşı gelmeden başlıyordu zaten. Bilet genelde gidiş-dönüş şeklinde alınıyordu. Döneceği gün de ayrı bir telaş oluyordu. 

Abdullah Efendi ve Raziye Hanım bir akşam vakti dönüş yolculuğu için erkenden otogara geldiler. 

Vedalaşırken, 

  • 'Oğlum Allah kolaylık versin hepinize! İşiniz zor, bu koca şehir beton yığını olmuş, çocuklar toprak, ağaçgörmez olmuş. Siz memlekete gelmenin bir çaresine bakın!' diyerek ayrıldılar. 

Eller öpüldü, sıkı sıkı sarıldılar ve hüzünlü ve umut dolu adımlarla otobüse doğru gittiler. Ayrıldıkları için hüzün, beton yığınlarından kurtulup ağaç, böcek, toprak ve çiçek görecekleri için de umutluydular. Koltuklarda yerlerini almışlardı. Aşağıdan eller sallandı ve son kez el kaldırıp indirdiler. Herkes içinden, hayırlı yolculuklar diyerek oradan ayrıldılar.