Geçen yazımıza devam ediyoruz.

AY: SnErguner, benim gibi, TRT Genel Müdürlüğü`ne de aday oldunuz. İdealistsiniz, elinizi taşın altına koymak istiyorsunuz.. Amacınız neydi? TRT  sanatçılarının TSM_YHM`nin uslup, ağız, hançere, çalma  ve tavrını devam ettirdiklerine inanıyor musunuz? Neler yapılmalıdır?

ERGUNER: Evet, konservatuarda öğrencilik,  asistanlık ve öğretim üyeliğimizin,  arkadaşlığımızın yanında bizim ortak yönlerimizden biri de bu, TRT ve iletişim alanı. İkimizde aday olduk. Benim, durumum  daha kurumsal. Şimdi, benim 1975 yılı, bahar aylarında  TRT İstanbul Radyosu`nun açmış olduğu sanatçı sınavıyla neyzen olarak radyo sanatçısı olmuşluğum var.  Gerçi o tarihlerde kadro yoktu, ama yoğun radyo-televizyon programlarına katılıyordum ve bu yüzden de İktisat Fakültesi`ndeki eğitimime güçlükle gidebiliyordum, daha sonra kadrolu ney sanatçısıyken,  TRT içinde ilk resmi  sınavla  kazandığım ve belgeyle de atandığım  klasik koro ve tasavvuf müziği  koro şefliğimin ardından 2004 Nisan`ında TRT Müzik Dairesi Başkanı olarak atandım. 2006 Ağustos`da da kendi isteğimle, sanat çalışmalarımı daha rahat yapmak için  emekli oldum TRT`den.  Böylece, TRT`de 31 yılımı tamamladım.

Aslında, Erguner ve TRT` bağlamında bakıldığında, biraz da geriye gidersek, rahmetli babam ve hocam Neyzen Ulvi Erguner`in  1964`te  yarbay iken emekli olduktan sonra emeklilikten vazgeçerek  o zamanki adıyla  'Modal Tek Sesli Müzikler Müdürü' (günümüzde  Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği Müdürlüğünü kapsıyor) unvanıyla,  15.06.1967`de  atanmasıyla benim de musikiye meraklı bir çocuk ve gençolarak Radyo günlerim var   13 yaşımdayım o zaman, okuldan çıkar, babamın yanına gelir, büyük üstadların  sohbetlerini ve icralarını dinlerdim, kimdi bunlar, Münir Nureddin Selçuk, Salih Dizer, kemani Necati Tokyay, Cüneyd Orhon, Mustafa Nafiz, Şekip Ayhan Özışık,  Cevdet Çağla gibi üstadlar, hani - TRT okulmuş- derler ya elbette okuldu. Bu konuları geniş yazdığım Radyo- TRT ve Türk Musikisi` kitabımı yayınlamak üzere yoğun çalışıyorum, orada da anlatıyorum.

Babamdan önce, 1949`da ve öncesinde İstanbul Radyosu`na neyiyle ve musiki bilgisiyle katkı veren büyük babam neyzen ve bestekâr Süleyman Erguner var. Bunun üstüne kendi dönemim olan 1975-2006 (31 yıl) yıllarını da koyarsak yaklaşık 70 yıllık 'Erguner-TRT' formülüne ulaşabiliriz.  Bu birikimlerle ve geçmişle ve sorumlulukla Genel Müdürlüğe  2014 ve 2016`da aday oldum ve RTÜ K`teki oylamadan ilk üçiçinde çıktım. Hatta son seçimde 9 RTÜ K üyesinin 7 oyunu alıp, seçilen üçkişinin içinde  birinci olarak  hükümete sunulduğum  bilinir.  Ancak, RTÜ K`ten seçilerek üçkişilik listede olduğum iki seçimde de (2014 ve 2017)  tercihleri  başkaları oldu. Önemli değil, mesele hizmettir, yayın kalitesidir, niyetimiz sâfi  ve bâkî ve de  esas olan HÜ VELBÂ KÎ ;

TRT`de,1966 yılından beri musikiyi, ses ve saz sanatçılarının icralarını, görevlerine, sanatlarına olan düşkünlük ve ciddiyetlerini yakından, canlı olarak gören bir sanatçı olarak senin de sorduğun üzere gördüğüm, duyduğum seviyeyi şahsen özlüyorum. Ayrıca, bu sadece müzik alanında değil, yayıncılığın diğer alanlarında da  yine senin de farkında olduğun üzere, eleştirilebilecek  konular illa ki olur,..  Müzik konusu ise, gittikçe deve kuşu gibi kafa üstü giden bir hal aldı politika nedir?, nasıl bir müzik yayını yapılmak isteniyor?, Radyo Sanatçılığı nedir?, kriterleri nelerdir?. Çok eski değil, müzik sektöründe yıllarca geçerli olan Radyocu, Radyo Tavrı, Radyo Ağzı, Radyo Sanatçısı' şeklinde ölçüler vardı. Bu, hem bir disiplini, hem de niteliği ifade ederdi. Keza genel olarak  televizyon programlarına bakınız, (gerçi ben izlemiyorum ama çevremizden dostlarımızdan duyuyorum)  muhakkak ki takdir edilesi sanatçı dostlarımız ve gençsanatçı kardeşlerimiz vardır. Ancak genelden bahsedersek bu böyle; Yani, eskilerin  fem-i Muhsin-güzel tavır, ağız,  icra` dedikleri seviyeden bahsediyoruz.

Neler yapılmalıdır? dediğimizde, yayıncılık açısından idari ve teknik düşüncelerimizin dışında her ne kadar bu terimlere katılmıyorsam da şu an,  ülkedeki  ve Türk musikisi ile meşgul olan yurt dışındaki tüm müzik icra ve eğitim kurumlarında   'terminolojik olarak geçerli olan 'Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği' alanlarında uzman yöneticilerle eski disipline dönüş, reyting telaşı olmadan, hatıramızdaki ve hayallerimizdeki müziğe ve müzik disiplinine kavuşmak' gerekir. Repertuarların genişletilmesi gerekir, her program, hemen hemen aynı şarkılar, türkülerden oluşuyor. Eski eserlerin yanında, sanırım şimdi en az 25.000`nin üstüne çıkmış olan yeni besteler raflarda veya  bilgisayar dosyalarında duruyor. Özel radyolar  bu eserlerin en güzel kayıtlarını  arşivlerinden vererek  reytingin üst sıralarındalar?  Reklam ve reyting  tasasından çıkarak' sanat yapma tasasına' girilmesi gerekir. Derdimiz, 'musiki ve sanat' olmalıdır. Kadroya geçen gençarkadaşlarımızın da nasılsa girdim` gibi üzücü düşünceden ayrı olarak,  bir sanatçı gibi çalışmaları, Radyo sanatçısı unvanını hakederek  taşımaları lazım. İnşallah böyledirler. Daha da çok tavsiyemiz, düşüncemiz var  tabii ki teknik, sosyal  ve müzikal olarak;

AY: Benim gibi,2809 Sy.Kan.geçici 10.md. mağdurusunuz, yıllarımız yanlış hesaplanmış ve Y.Doç. olmuştuk. Sonra, başvurularımıza rağmen bir türlü düzeltme yapılmadı.  Nihayet yabancı dili aldınız. Ama, emeklilik vakti gelmişti. Unvan sanat-müzik alanına ne getirdi? Müzik-sanat kurumlarının ve unvanlı müzik-sanat akademisyenlerin çoğalmasının 'müzik alanına' olumlu etkisi oldu mu?

ERGUNER: 1980 sonrası meydana getirilen Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), 1983 yılında Ü niversitelere bağlı konservatuarlar ve müzik bölümlerinde çeşitli statülerde, kadrolu ve ders saat ücretli görev yapan sanatçı öğretim elemanlarına, hem sanat çalışmaları ve/veya öğretim yılları sayısına göre unvanlar verdi.  Dört yıllık yüksek öğretim diploması şartı olan sanatçı hocalar, önce sanat çalışmalarını gösteren bir dosya yaptı ve ardından her üniversite bu adayları yabancı dil sınavına aldı. Hatta, ben Almanca`dan girmiştim   Cevdet Çağla, Cahit Atasoy, Erol Deran, Mutlu Torun, Göktan Ay gibi hocalar da bu sınavlardaydı. Aradan  iki  yıl geçti ve 1985 yılında gazeteler unvan alan hocaları ve unvanlarını yazıyordu. Ben de, Türkiye`de iki doçentten biriydim. Ancak, toplumda ve özellikle kendi üniversitemizde büyük bir olumsuzluk yaşandı, 'YÖK KONDU PROFESÖRLER diye; Baskı sonunda, YÖK, bu komisyon kararını onaylamadı ve herşey iptal oldu. Ardından,   radyolog ve koro şefi  Dr. Nevzad Atlığ, Prof. oldu, sanırım  1985`de; Aralık 1987`de unvanlar açıklandı, ama özellikle Türk Musikisi dalında olanlara haksızlık yapıldı,  genellikle batıcılar ve tiyatrocular Prof. oldu, Türk Musıkisi mensupları  Doç. ve Yrd. Doç.  oldu. Özellikle, ikimizin ayrıca yılları yanlış hesaplanmış  bize Yrd.Doç.lik geldi. O listede Yrd. Doçolan  kişi/kişiler  kısa zamanda Doç. yükseltildi.  Ben tam o sırada  1988`de Marmara  Ü n. Sosyal Bilimler Enst. de doktora kazanmıştım  Yrd. Doç. olarak   fakat   yüksek lisans belgem olmadığı için YÖK ve üniversite kabul etmedi ve ben Yrd. Doç. olarak tekrar  Marmara Ü n.`de  'Türk Din Musikisi A.B.D.' yüksek lisanstan başlayarak doktoramı  1997`de bitirdim. Aslında, bize verilen unvan,  bir  A4 parçası YÖK bildirgesiydi o kadar, fakat bunun yanında unvan alan herkese, geçici 5. Md. İle SANATTA YETERLİLİK BELGESİ verildi, ama İTÜ TMDK`ya İTÜ Rektörü`nünn karşı çıkması ile verilmedi. Biz bu haktan mahrum bırakıldık. Kim, kimler  yaptı bunu? Bu da sanırım Türk Musikisi alanında  bazılarına uygulandı  ve/veya en yakınımızda birşeyler döndü.. Doç. olanlara Prof.lük için bu belge önemli değildi ve onlar  beş yıl sonra zaten  Prof. oldular ama bizlere YÖK tarafından unvanlar verildikten sonra altı ay içinde bu belgeyi alma imkanı olduğu bildirilmedi. Yani,  İTÜ bünyesindeki Türk Musikisi Devlet Konservatuarı`nda kadrolu ve benim gibi ders saati ücretli sanatçı hocalara bu bildirilmedi, bu belki de birilerince kasdî olarak yapıldı ve/veya bunun yanında -Türk musikisi mensuplarıyız- diye de göz ardı edilmiş olabiliriz, diye de düşünüyorum neden haberimiz olmadı, demeyeceğim, bize neden bildirilmedi? Bunun cevabı var tabii, ama geçmiş olsun hepimize;

Daha sonra, zaten TRT`de kadrolu sanatçıydım,  akademik alanda  yer alsam da unvan peşinde koşamadım, bir de yabancı dilden muaf olmamıza rağmen,  tekrar yabancı dilden sorumlu olduk.  Düşünün ki, TRT`den emekli olduktan sonra Doçentliğimi 2018`de alabildim. Bu bir büyük bir mağduriyet  ve  haksızlık. Öğrencilerimiz Doç., Prof. oldular, evet onlarla gurur duyuyoruz ama onlarda  bizlerin bu durumuna üzülüyorlar. Normalde  ikimizin de  sadece doktora`  yapmamızdan ötürü çoktan Prof.luk unvanını almamız lazımdı. Bu konuda, sen  çok ve ciddi uğraşıyorsun.  YÖK ve Cumhurbaşkanlığı nezdinde mağduriyetimizi arz ettik seninle, ama bize dönüş ve bir ilerleme olmadı.

Akademik unvan, esas olarak doktoradır, zaten dünya akademisyenliğinde de böyledir.   Ayrıca, mesleki olarak aslen NEY sanatçısıyım, neyzenim. Yurt içi ve dışında konserlerim, albüm çalışmalarım, makale, kitap vs. devam ediyor ve özellikle sanat çalışmalarımı esas olan 'NEYZEN SÜ LEYMAN ERGUNER'  unvanımla yapıyorum. Tabii ki, üniversite bünyesinde 'Doç.Dr.' unvanımı kullanmak durumundayım.   

Müzik kurumlarının ve akademisyenlerinin çoğalması  olumludur. Hayatın gerçeği, çocukluğumuzdan itibaren yaşam sonuna kadar müzik hep var. Neşemizde, kederimizde  yoldaşımız müziktir. Özellikle, yüzyıllardan akıp gelen büyük bir repertuarla,  yazılı kaynaklarıyla,  üstadlarıyla hazineye sahip musikimiz ne yazık ki, Cumhuriyet döneminden günümüze yeterli ve gerekli ilgiyi görememiştir.  Yine, çok iyi bildiğin gibi  Radyolar ve eğitim bazında yasaklanmalar, engellemelerin ardından musikimizin üniversiter yapıya da kavuşması, musikimizin güvenliğini sağlamaktadır. Burada, Türk musikisi derken, Klasik Türk Musikisi, Türk Sanat Musikisi` Türk Halk Musikisi   gibi tüm  alanları kastettiğimi ifade ediyorum. Ancak, gençarkadaşlarımızın bizim sıkıntıları çekmediği kesin sanatında &ndash biliminde standart seviyede olsa da yabancı dili aşanlar unvanlarına kavuşuyorlar peki sanat ne oldu? Sanat alanında yapılan akademik çalışmalar ne kadar yerinde, makaleler, kitaplar ve müzikal faaliyetlerin bütün bu kriterlerin atbaşı gitmesi ve tartışmasız akademik sanatsal ve bilimsel ölçütünü taşımalı  diye düşünüyorum. Sanat başka, akademik sanat başkadır sanatçı başkadır, akademisyen sanatçı başkadır ve bu kavramların, unvanların  neresindeyseniz gereği  yapılmalıdır.

AY: Bir müzik akademisyeni-sanatçısı olarak, ülkemiz insanının sanat-kültür konusuna yaklaşımı konusunda neler söyleyebilirsiniz?

ERGUNER: Ü lkemiz insanı diye sorarsan işimiz fena!  Genele aldığımızda geniş alanlı  bir  anket modeliyle sokağa çıktığımızda, sen de aynı zamanda bir iletişimci olarak bu konuda ümitli misin? Şöyle hayal edip düşünelim  ve soralım 100 kişiye Son okuduğun kitap nedir ? Son hangi müziği dinledin? Müzikte tercihiniz ne? Peki bir de müzik toplumuna soralım, müzisyenlere, akademik müzikçilere hatta En son hangi müzik konulu kitabı ve ne zaman okudun? Kültür ve sanatın temsili ve tüketilmesi ve arzı konusunda en kötü noktalardayız? Ayrıca  'sanat liyakatının' da göz ardı edildiği, siyasal ve yancı tercihlerin çok öne çıktığı  bir dönem. 1980`de kırılma oldu negatif olarak ve 1995 sonrası çöküş arttı. Şimdi, neredeyiz? Artık Itrî , İsmail Dede, Tanburi Cemil Bey,  kimdir, önemi nedir?  Bunları ve  Â şık Veysel, Muzaffer Sarısözen, Talip Özkan, Neşet Ertaş`ı dinlemek müzikte klasiği ve iyi bir seviyeyi gösterirken bunları tercih eden 80 milyonun yüzde kaçıdır?.. Müzikçiler, resmi ve özel müzik politikalarını yönetenler, eğitmenler  fil dişi kulelerinde mi  yoksa devekuşu misali kafayı kuma mı sokmuşlardır?;

Devam edeceğiz; .