Bir çocuğun bisiklet sürmeyi nasıl öğrendiğini herkes bilir. Çocuk belirli bir yaşa geldiğinde bisiklet sürmeye önce dört tekerlekli bir bisiklet ile başlar. Sonra üzerinde dengede durmayı öğrenir. Dengede durmanın yanında bir yandan da pedal çevirmeyi öğrenir. Daha sonra dört tekerlekten birisi çıkarılır. Çocuk üçtekerlekli bisiklet sürmeye devam eder. Ü çtekerlek ile uzmanlaştıktan sonra üçüncü tekerlek kaldırılır ve çocuğun arkasından hafif destek verilerek iki tekerlekli bisiklet sürmesi öğretilir. Hatta bazen çocuğun arkasından verilen hafif destek bırakılır ve belirli bir süre çocuğun kendi kendine gitmesi izlenir.

Bisiklet öğrenme sürecinde çocuğun daima arkasından destek olunur. Ne zaman ki çocuk kendine güvenip tek başına sürmeyi öğrendi, o zaman bırakılır. Bisiklet sürmeyi öğrendikten sonra çocuk artık özgürdür ve özgürce bisikletini sürer. Bazı çocukların hiçkimseden yardım almadan kendi kendine, düşe kalka öğrendiği de bilinir. O çocuklar hayata daima daha güçlü başlar aslında.

Öğrenme de böyledir aslında. Bu bisiklet örneğini çok temel bir öğrenme yasasını izah etmek için verdim. Bisiklet yerine konuşma, yürüme, yüzme gibi alanları da koyabiliriz. Öğrenmenin temelinde bireyin kendi çabası, merakı vardır. Bu merak ve çaba doğuştan gelir. Hiçbir çocuk yoktur ki kendi kendine yürümeyi, konuşmayı, yemek yemeyi, anadilini öğrenmesin. Çocuklara bunları büyükler öğretmezler. Çocukların kendileri öğrenirler. Büyükler sadece doğru bir örneklik sergilesinler ve çocuklarla sağlıklı bir iletişim kursunlar yeterlidir aslında.

Çocuklar son derece meraklıdırlar. Her şeyi öğrenmek isterler, keşfetmek isterler, denemek isterler, dokunmak isterler. Muazzam bir öğrenme isteği taşırlar. Okula gittiklerinde, eğitim öğretim hayatına başladıklarında aynı isteği taşımıyorlarsa bir şeyler yanlış gitmiş demektir.

Yanlış olanın ebeveynlerin, eğitimcilerin ve eğitimle ilgili sorumluluk sahibi olan büyüklerin tutum ve davranışlarındadır diyebiliriz. Şimdi bu düşüncemizi Maria Montessori`nin[1] de düşüncelerinden yararlanarak biraz daha açalım.

Çocuğun eğitiminden sorumlu kişilerin onun önüne koyduğu engellilerin nasıl oluştuğunu ifade etmek gerekirse bunun sebebi eğitimcilerin öğretmeye olan hevesleri ve çocuğun kendi kendine öğrenmesine izin vermemeleridir.

Biz büyüklerin ya da öğretmenlerin bitmek bilmeyen bir şeyler öğretme hevesi bazen en büyük engel olabiliyor çocukların hayatlarında.

Öğretmenin elinde bulunan müfredat, bütün sınırları ile çocuğa 'burada durmalısın, daha ileri gidemezsin' demektedir.

Yetişkin sınırları, öğretmenlerin koyduğu çerçeve, çocuğun içkuvvetlerini ve potansiyelini hesaba katmadan onun öğrenmeye karşı gösterdiği doğal yaklaşımı göz ardı ederek bilgiye, öğrenmeye belirli bir çerçeve getirir.  [1] Çocuğunuz Hakkında Bilmeniz Gerekenler, Maria Montessori, Kaknüs Y.

Çocuk bu göreceli sınırlar içerisinde hapsolur. Daha öteye geçemez. Doğal olanı yok eder. İşte bu da öğrenmenin önündeki en büyük engeldir.

Doğru yaklaşım şu olmalıdır. Eğitimciler çocuğun arkasında durmalı ve çocuklara gidebildiği kadar ilerlemesi izin vermelidir.

Öğretmen çocuğun önüne geçtiğinde ise belirli bir sınır koyduğu için çocuğun zihnine bir gölge gibi çöker ve o çocuğun daha geniş ufukları görmesini, yeni yerler keşfetmesini istemeden de olsa engellemiş olur.

Çocuğun önünde durmak yerine arkasında yer almak çok daha yararlıdır. Aynen bisiklet sürmeyi öğretirken yaptığımız gibi. Arkasında durmak ve onun gelişimini büyük bir keyifle izlemek çocuğa büyük bir destek anlamına gelir ve çocuğun içkuvvetlerinin açığa çıkmasına yardımcı olur. Tıpkı bir tohumun çimlenmesi, bir çiçeğin açması gibi;

Bu şekilde davranıldığında çocuğun daha önce görülmeyen, bilinmeyen, derinlerde gizli kalmış enerjisi, yeteneği ortaya çıkar. Eğitimin ilk görevi bu enerji patlamalarını kolaylaştırmak, yeteneğin keşfedilmesini sağlamak ve bunların önündeki engelleri ortadan kaldırmak, doğal olarak var olanı eğitimle zenginleştirmektir.

Medeniyetlerin tarih boyunca gelişimine yön veren biricik varlık çocuklardır aslında. Çocuklardaki potansiyel enerji doğru bir şekilde ortaya çıkarılır ve doğru bir şekilde yönlendirilirse medeniyetin ilerlemesine çok büyük katkı sağlar.

Bütün bu gerçeklere rağmen, çocukları hala ülke olarak, dünya olarak ihmal ediyoruz. Özellikle de 0-6 yaş arasını çok ihmal ediyoruz. Çocukların her bakımdan en hızlı gelişim gösterdiği dönem 0-3, 3-6 yaş aralıklarıdır. Bu dönemlerde bırakınız bir yılı bir gün bile çok önemlidir. Hem fiziksel, hem zihinsel hem de duygusal açıdan çok hızlı bir gelişim evresini yeterince iyi değerlendiremiyoruz.

Hâlbuki bütün bir ömrün şifresi orada gizlidir. Ü lkelerin istikbali, insanlığın geleceği orada uyumaktadır. Bütün imkânlarımızı 0-6 yaş çocuklarının eğitimine, gelişimine ayırmalıyız.

Çünkü bir insanın hayatta başarılı olup olmayacağı, eğitim hayatı, geliri, aile hayatı, sosyal hayatındaki başarısı, mutluluğu ve devamında toplumun, milletin kalkınması, refahı hep o yıllara bağlıdır.