Söz konusu cennet mi, yoksa… ?

Kendilerini doğru yola götürecek, anayola çıkaracak, felaha erdirecek, feraha kavuşturacak; Feraset ve sezgiden, doğru ölçü ve düşünceden, izan ve anlayıştan, gerçekleri görecek basiret ve vizyondan, hayatın bütün alanlarını kuşatan çirkinlik, fenalık ve kötülüğün pratiğinden uzaklaştıracak, iyilik, güzellik ve doğruluğun niteliğini kazandıracak hayat bilgisinden ve dahi dünya-ahiret hayatı dengesini kazandıracak dini bilgi, ahlak ve eğitimden uzak olunca… Kendilerini aldatanların peşine takılıp koşmak, insanlığın taaa ezelden beri en büyük «serüveni, tercihi ve hatası» olmuştur.

Dürüst ve düzgün hayat yaşayan, inançve iman sahibi insanlar için, bir başkasını “aldatmamak” nasıl ki dinî, ahlâkî, vicdani ve insani bir görevse…, aynı zamanda ibadet ve yaptıkları hayırları günahlarına perde yapanlara, dini iyi bir müslüman olmak için değil de bir takım dünya menfaatine ulaşmak için kullananlara karşı aldanmamaları da çok önemlidir.

Dünyada herşey zıddıyla kaimdir. Dünyada daima iki farklı taraf, iki farklı ses vardır. Bir tarafta iyilik ve güzellik varsa, diğer tarafta kötülük ve çirkinlik vardır. Kirlilik varsa, temizlik de vardır. Yaşlılık varsa, gençlik de vardır. Bir şeyin aşağısı varsa, yukarısı da vardır. Açlık varsa, tokluk da vardır.  Ucuzluk varsa, pahalılık da vardır. Ceza varsa, mükâfatta vardır. Cennet varsa cehennemde vardır. Aldatan varsa, aldanan da vardır.

**

Cennet ve cehennem, “Allah”, “Tanrı”, “İlah”, ya da “aşkın bir güç” inançve korkusu hemen hemen bütün dinlerin özünde vardır. İnsanlar, en çok, mensup oldukları dinlerine olan derin bağlılığı ve saygıları üzerinden aldatılmaktadırlar.

Dini bir rant kapısı olarak gören, iyi bir mümin olmak için değil, dünya menfaatine ulaşmak için kullanan, insanları öbür dünyaya dair anlattıklarına inandırarak “aldatanlar” kadar; onların akılalmaz vaatlerine ikna olarak “aldananların”, seçimlik bir oy’la cennete kestirme yoldan kapağı atacağını düşünen imanı ve ahlakı gevşek “kolaycıların” hiçmi kusur ve kabahati yoktur?

Kabahat, yalnız kendilerine bu dünyada sabır, öbür dünyada cennet vadedenlerde mi?

Kenya'nın ilk devlet başkanı Jomo Kenyatta, bağımsızlıklarını kazandıklarında şunu söyler:

Misyonerler Afrika’ya geldiklerinde onların elinde İncil bizim elimizde toprağımız vardı. Bize gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde ise topraklarımız vardı...

**

İnsan zayıf, duygusal, çabuk unutan, aldatılmaya müsait bir varlıktır.

Gelmiş, yaşamış ve geçmiş herkesin bir hikâyesi vardır. Bir kişinin maddi veya manevi kayıp ve eksiklerinden duyacağı gözyaşı, dram, açlık, yoksulluk, yalnızlık, aldatılmışlık, aldanmışlık, sevgisizlik, terkedilmişlik, anlaşılamama, taciz, tecavüz, öfke, şiddet, kumar, aşk, ihanet, entrika, keder, hüzün, alkol, madde vb. onlarca acı ve hüzün yüklü olay bir hikâyenin içinin doldurulabileceği belli başlı muhtemel ortak sorunlardır.  Tabii, sonu mutlu, mesud, bahtiyar biten hikâyeler de yok değildir.

Bu olgularla desteklenmiş, yeri ve zamanına göre içleri Vatan, Millet, Sakarya sevdasıyla doldurulmuş,  Din, Kitap, Allah, Peygamber, cennet ve dua ile bezenmiş, güçlü hitabetle anlatmış kırık bir hayat hikâyesi herkesin ilgisini çeker. Dikkatinizi vererek dinlemediğinizde, ayrıntıları gözden kaçırdığınızda, olaylara fazla kapıldığınızda yalancıya, dilenciye, dolandırıcıya içdünyanızın kapılarını kolaylıkla aralar, duygularınıza yenilir, sonrasında da teslim olursunuz.

Toplumsal bir sorun ve sosyal bir yara haline gelen, bulvarlarda, sokaklarda, cami önlerinde, trafik lambalarında dilenen dilencilerin ürettikleri yalanlar ile seçim dönemlerinde siyasilerin meydanlarda verdikleri vaatleri, akıl, mantık ve vicdan süzgecinden geçirmediğiniz, iman potasında eritilmediğimiz sürece duygu ve düşüncelerinizde açılan çatlakları asla kapatamazsınız.  

Güçdurumda olduğunu düşündüğünüz kişinin eksikliğini hissettiği şeyi yerine koyma çabanız, içinizde beslediğiniz acıma duygunuz ve kurduğunuz empati de ne kadar içten olsanız da işittikleriniz, duyduklarınız, gördükleriniz doğru mu?

Anlatılanlar gerçek mi? Yoksa hepsi kurgulanmış, çalışılmış bir yalanın parçaları mı?

Eğer bütün bu şahit olduklarınız doğruysa aklen, ruhen, vicdanen ve ahlaken zaten sorun yok demektir. Ancak, aksi bir durumla karşılaşılması halinde ise bunun adına “aldanma” deniyor, “aldatılma” deniyor, “kandırılma” deniyor ve dahi “dolandırılma” deniyor.

Aldatmanın da aldatılmanın da, kandırmanın da kandırılmanın da, toplumsal barışsızlık ve huzursuzluğun da en büyük nedeni “ahlak” sorunudur.

Ahlak nedir diye aramaya, onu bulmaya çalıştığınızda felsefi, sosyolojik ve dini kavramlarla ifade edilmiş onlarca tanım çıkar karşınıza. Ahlak’ı kısaca; insanın kendi kendisiyle (öz olarak) ve etrafındaki-yakınındaki ve dahi diğer kişilerle günübirlik sürdürülebilir ilişkilerinde nasıl davranması ya da davranmaması gerektiğini gösteren değer yargıları…, yaşadığı, içinde bulunduğu toplumda genel olarak uyması beklenilen kurallar, yapması gereken görevler…, kendisini iyi veya kötü olarak vasıflandırılmasına yol açan maddi ve manevi nitelikleri, huyları ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışları ve dahi içdünyasını ve “nefs”ini idare edecek bütün bir “hal’in” adıdır.

26. ABD Başkanı Theodore Roosevelt “Ahlak’ın” önemini şu sözüyle ifade eder:

'Eğer bir insanı akıl yönünden eğitip de ahlak yönünden eğitmiyorsanız, toplumun başına yalnızca bir bela yetiştiriyorsunuz demektir.”

Akıl, ahlak, vicdan ve iman fakirliği iktisadi fukaralıktan, ekonomik fakirlikten, züğürtlükten, çulsuzluktan ve dahi meteliksizlikten daha can yakıcıdır. Düşünün,  aklını, imanını, vicdanını ve ahlakını kaybetmiş bir toplumda barıştan, refahtan, saadetten, huzurdan, ekonomik kalkınmışlıktan bahsedebilir misiniz? 

Ahlâki derinleşme olmadan, kalbi pis ve necis duygulardan arındırmadan sureti haktan gözükerek icra edilen ibadetlerin şekli ibadetten öte gitmeyeceğinin en iyi örneğini Hz. Ömer (ra) şöyle dile getiriyor.

“Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız. Konuştuğunda doğru söylüyor mu? Kendisine bir şey emânet edildiğinde emânete riâyet ediyor mu? Dünya ile meşgul olurken helâl-haram gözetiyor mu? Ona bakınız.” 

 

Zaten günümüzde bütün mesele “Kaht-ı Rical” ve “el emin” insan kıtlığı değil mi?  

**

Günümüzde, gerçekler öylesine kolay çarpıtılıyor, hakikatler öylesine kolay perdeleniyor ki, yalanla gerçeği, eğriyle doğruyu ayırdedebilmek oldukça güçleşiyor.

Vatan-Millet-Sakarya diyen herkes milliyetçi, vatansever ve idealist,

Allah-Kitap-Peygamber diyen herkes dürüst, samimi ve hakiki müslüman,

Allah rızası için… Allah ne muradın varsa versin…  Allah seni çocuklarına bağışlasın diyerek para ve yardım toplayanlar ise gerçek ihtiyaçsahipleri ve dürüst birileri olmayabilir.

Peygamber efendimiz (s.a.s.) bir gün Medine pazarına gider. Bir buğday yığını dikkatini çeker. Hububatın yanına giderek, yığına elini daldırır. Ancak buğdayın altı, görünen üst kısmı gibi çıkmaz, parmakları ıslanır. Satıcının, ıslaklığın yağan yağmurdan kaynaklandığını söylemesi üzerine Allah Resûlü (s.a.s.);

“Öyleyse insanların görmeleri için ıslak olan kısmı üste koyman gerekmez miydi? Bizi aldatan bizden değildir.”

Diyerek ticarette doğruluk ve dürüstlüğün önemine, “Ahlak’ın” yapılan bütün faaliyetlerin, davranış ve icraatların, verilen sözlerin özü olduğuna dikkat çeker.

**

Evet… Ahir zamandayız.

İnsanın; aklını, vicdanını ve dahi merhamet duygusunu kaybettiği…

Para, güçve nüfuzun aklın ve imanın önüne geçtiği…

Fitne ve yozlaşmanın limit tanımadığı, insanın özünde iyi nitelikleri yitirdiği, helalden uzaklaştığı, harama yakınlaştığı, dejenere olduğu, fikren bozulduğu, milli ve manevi değer yargılarını umursamadığı zamanın “bir anını, bir parçasını” yaşıyoruz.

Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (sav) yaşadığımız zamanın zorluğunu Hadis-i Şerifte şöyle buyuruyor;

“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, dininin gereklerini yerine getirme konusunda sabırlı/dirençli davranıp Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.”

Âlemlere rahmet olarak gönderilen, son peygamber Hz. Muhammed (sav) efendimiz bir başka Hadis-i Şerifinde de şöyle buyurmaktadır:

“Ahir zamanda dünya menfaati için dini alet eden riyakârlar çıkar. Sözleri baldan tatlıdır. Bunlar kuzu postuna bürünmüş birer kurttur.”

**

İnsan aklı ve kalbiyle insandır. Allah'ın emir ve yasaklarını, dinî ibâdetleri ve yükümlülükleri yerine getirmekte aklı olanlar sorumludur; aklı olmayanlar dini açıdan sorumlu değildir.

Amel, inançve ibadetle ilgili mutlaka bilmesi, öğrenmesi icabeden temel dini bilgiler ile günlük hayat konularını işleyen, peygamber efendimizin (s.a.v) hayatına dair bilgileri de içeren “Muhtasar İlmihal” kitabını ne yazıyor, ne anlatıyor diye kaçkişi merak edip okuyor?

“Kafamdaki soruların cevabını burada bulabilir miyim” diye muhteviyatını kaçkişi inceliyor?

Kişi, ben müslümanım diyor ve bunu diliyle söyleyip, kalbiyle tastik ediyor mu?

Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (sav)’e gönderilen, Allah’ın buyruklarını içeren Müslümanlığın temel kitabı Kur’an-ı Kerim’i alıp okumayı kalbinden ve aklından geçiriyor mu?

Son dinin “İslam” olduğunu, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (sav)’in, yüce Allah'ın insanlara gönderdiği son peygamber olduğunu, bundan sonra asla peygamber gelmeyeceğini bilmeyecek kadar sağır, kör ve cahil mi?

Müslüman her kişi; kendini Allah’ın adı ile aldatmaya kalkışan, dini; çıkar, koltuk, baskı, egemenlik aracı olarak kullanan “sosyal din mühendislerin” saldırıları ile başa çıkabilecek, onlara cevap verebilecek bir “sosyal din mühendisi” gibi kendini yetiştirmeli, dini rant kapısı haline getiren münafıkları, yani “doğan görünümlü şahinleri” yakından tanımalıdır.

Dinlediklerini not almalı, sahih kaynaklarda yazan bilgilerle mukayese etmeli, çözüm diye yapılan önerileri, bulunulan vaatleri, söylenilenlerin gerçek hayatta pratik bir karşılığı var mı yok mu diye düşünüp yorumlayacak bilgi ve birikimi kendine kazandırmalıdır.

Allah (cc) Hucurât Suresi, 6. Ayetinde şöyle emrediyor:  

“Ey iman edenler! Bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman olmamanız için, yoldan çıkmışın biri size bir haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın.”

**

İslam dininin bir mensubu olan, dinin vecibelerini eksiksiz yerine getirdikten sonra yaptıklarının karşılığı olarak cennetle mükâfatlandırılmak her müslümanın büyük arzusudur.   

Güzellikleri ve nimetleri insan aklının alamayacağı kadar büyük bir yer olduğu ayet ve hadislerle sabit olan “Cennet’e” girebilmek için gösterdiğiniz çaba yeterli mi?

Kişiyi cennete götürecek de cehenneme sürükleyecek de ancak ve ancak kendi amelidir. Her kişi kendi amelinden hesaba çekilecektir. Bu dünyada aldığınız ödünç-borçpara gibi, öbür dünyada ödünç-borçamel alış-verişi yoktur.

Cennet; yapılan bir anlaşma, bir iş karşılığı veya bir başka nedenle (haşa) “promosyon” olarak vadedilemez...

Cennet; hayattayken (haşa) erken rezervasyon yaptırılan bir dinlence yeri de değildir.

Hafızalarımızı şöyle bir zorlayalım ve hatırlayalım…

Kendilerine oy verenlere “ruzi mahşerde” hesap sorulmayacağını, verdikleri oyun “Berat belgesi (kurtuluş)” olacağını söyleyenlerin…

Mahşerde, Allah’ın karşısına çıktıklarında kendilerine oy verenlerin, verdikleri oylarından dolayı Allah’ın hiçbir hesap sormayacağını ve doğrudan cennete gireceklerini iddia edenlerin  

Partilerinin Allah ve Resulünün gemisi olduğunu, bu gemiye binmeyenlerin gidecekleri yerin cehennem olduğu tehdidinde bulunanların

Kendilerine oy veren seçmenlerin, halkın vergileri ile yapılan hastanelerin, yol ve köprülerin, havaalanlarının, hızlı trenlerin günahlarının sileceğini öne sürenlerin

Cennet ve cehenneme hangi durumlarda, hangi şartlarda girilip girilmeyeceğini bilmedikleri düşünülebilir mi?

**

Daha birkaçhafta önce Kenya'da “açlık tarikatı” mensubu onlarca kişinin, tarikat lideri papaz’ın 15 Nisan'da kıyametin kopacağı ve açlıktan ölmeleri halinde cennette Hz. İsa ile tanıştıracağı vaadine aldanarak kendilerini ölüme sürükledikleri haberini okuduk.

Cesetler üzerinde yapılan otopsilerde birçoğunun “organlarının” yerinde olmaması, bazılarının boğularak veya dövülerek öldürüldüğünün ortaya çıkmasını nasıl okumalıyız?

Açbırakmaya teşvik ederek cemaat üyelerini aldatan, onların ölümüne neden olan tarikat liderinin kafasının arka planındaki asıl düşüncesinin “cennet olmadığını” anlamamak mümkün mü?

**

Amerika, Teksas’da büyümüş bir gazeteci Grace Halsell; Amerika’da fanatik Hristiyan cemaatlerin kıyamete yakın bir zamanda, tanrı olduğuna inandıkları İsa’nın yeniden yeryüzüne geleceği ve bunu hızlandırmak için de dünyanın kaosa sürüklenmesi tezini işlediği “Tanrıyı kıyamete zorlamak” kitabında, bir din adamının “bir keresinde sekiz milyon dolara ihtiyacı olduğunu, aksi takdirde Tanrı’nın kendisini yanına çağıracağını” söyleyerek takipçilerinden bu parayı topladığını yazar.

**

Tanrı’nın ve evrenin birbirinden ayrılmaz iki parça olduğunu savunan İtalyan filozof ve gökbilimci Giordano Bruno; kötü ve ahlaksız insanların dünyadaki işlerinde kendilerine menfaat sağlamak için dini nasıl kullandıkları hususunda şunu söyler;

·        Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar.

**

Hala görüyor, duyuyor, okuyor ve dahi anlıyoruz ki, “Din ve inançları üzerinden insanların istismar edilmesi” yakın tarihin bir meselesi olmamakla birlikte çok uzak geçmişten beri insanların karşılaştıkları bir realite olarak karşımıza çıkmakta ve çıkmaya da devam edecek.

**

Evet…

Bir tarafta, bilgisizlikleri ve cahilliklerinden faydalanarak insanları din ve inançları üzerinden aldatanlar

Diğer tarafta, dinin emir ve yasaklarını öğrenmekten aciz, aklını ve kalbini kendi çalıştırmayıp başkalarına teslim etmiş, bilgisizliklerini ve cahilliklerini kabul etmeyen, din ve inançları üzerinden aldananlar/aldatılanlar

İslam’ın kurallarını, Peygamber efendimizin sözlerini, hayattayken birçok alanda yaptığı uygulamaları, tavsiyelerini ve dahi sünnetlerini bağlamından kopararak, amacından saptırarak kullanmak… İster cehaletten olsun, ister bilgisizlikten olsun, ister siyaset gereği bilerek-kasten yapılmış olsun “Dini istismar etmek” yanlıştır, çirkindir, ayıptır, vebaldir.

Kanunu bilmemek kişiyi nasıl ki sorumluluktan kurtarmıyorsa, aklını ve kalbini kullanarak doğru yolu bulamayanlar da sorumluluktan kurtulamaz. 

**

Ahir zamanın öyle bir anındayız ki, at izi, it izine karıştı…

Din, kötü insanların, elinde esir oldu. Bazı insanlar gayelerine, kirli emellerine ulaşmak için dini basamak yaptılar ve kullandılar. Arzu ettikleri dünyalıklarına dini alet ederek ulaştılar. Kendilerini Allah (cc) katında ayrıcalıklı, seçilmiş, ödüllendirilmiş, yetkilendirilmiş, özel birileri olduklarını söyleyerek gelecek ve kurtuluşun kendilerinde olduklarını iddia edenler, bütün devirlerde “dine” büyük zarar verdiler. Din istismarcıları, ahlakı yozlaştırdı, toplumu dejenere etti, toplumun inançdünyasında büyük tahribatlara yol açtı. Şahsi çıkar, siyasi menfaat ve nüfuz sağlamak için dini siyasete tahvil etti. İnsanlar, güvenilir olma, yalan ve yalancılardan uzak durma, doğruluktan ve dürüstlükten yana olma, el-emin olma vasfından gittikçe uzaklaştı.

**

İslam akıl dinidir. İslam mütefekkir insanların dinidir. Müslümanlıkta aklın, düşüncenin büyük bir  yeri ve önemi vardır. İslam dininin en önemli unsurlarından birisi tamamen akla ve hikmete uygun olmasıdır. Aklını kullanan aydın bir müslüman ahirette kendi kurtuluşlarına dahi güçleri yetmeyecek fanilerin peşine takılmanın, kendisini kurtuluşa erdirmeyeceğini, hangi yolun kendisini cennete ulaştıracağını, hangi yolun da kendisini cehenneme götüreceğini pekâlâbilir.

Allah aşkına bir düşünün.

Peygamberler ve onların hayattayken cennetle müjdeledikleri dışında hiçbir kimsenin cennete doğrudan girebilme teminatı yokken ve dahi son nefesinde imanını koruyup koruyamayacağından emin değilken, akıl sahibi bir müslüman, din istismarcılarının “imanı zayıflatan” bu vaatlerine aldanması mümkün mü? 

Seçimlerde kullanılan bir oy, mahşerde hesabı kolay vermek için berat olur mu?

Bonservis veya kartvizit yerine geçer mi?

Cennetin kapılarını aralar mı?  

Cennete girmek, orada altından coşkun pınarların aktığı güzel yerlerden bir yer kapmak bu kadar kolay, basit ve zahmetsiz mi?

Peygamberlerin davetine uymayacaksın, iman etmeyeceksin, Allah’a kulluk vazifelerini ihmal edeceksin, öbür dünyaya, ahirete ait ne kadar iyi ve temiz iş varsa erteleyeceksin, bu dünyada her türlü naneyi yiyeceksin sonra da seçim zamanlarında kullanacağın bir oy ile cennetten güzel bir köşe kapacaksın… Öyle mi?

Memur olmak, bir kamu kuruluşuna kapağı atmak, sonrasında makam, mevki, statü sahibi olmak için koşturduğunuz kadar koşturmayacaksınız…

Konjonktürel hesaplarla, geçmişi olmayan, köksüz, paravan bir tabela şirketi kurarak İhalelerden pay kapmak için uğraştığınız kadar uğraşmayacaksınız

Dünya hayatında para, zenginlik, güçve servet sahibi olmak için, biraz daha şöhret, biraz daha tanınır, biraz daha meşhur olmak için döktüğünüz terin, bir damlasını dökmeyeceksiniz

Sırf zevk, eğlence, sefa, zaaf, heva ve hevesleriniz uğruna tükettiğiniz ömrünüzün, harcadığınız zamanın günde bir saatini ibadete ayırmayacaksınız

Allah’ın rızasını kazanmak için hiçbir emek vermeyeceksiniz, kulluk ibadetlerinizi ihmal edeceksiniz…

Eee sonra da, vereceğiniz bir oy’la (haşa) kontenjandan cennete gireceksiniz… Öyle mi?

**

Cennete girmenin, bazı yasak savma yöntemlerine başvurarak, KPSS şartı aranmayan bazı “özel kalem Müdürlükleri” ile “Müşavirlik” makamları gibi istisnai kadrolar kullanılarak kamu hizmetine girmek kadar kestirme kısa yoldan bir yöntemi olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Ya da âhirette bütün insanların amel defterlerinin tartıldığı, dünyada yaptıklarının önlerine konulacağı, bütün fiil ve eylemlerinin hesabını verecekleri “mahkeme-i kübrâ’da”, (haşa) girecekleri “mülakat kalktı” da, “cennete açıktan atama” yapılıyor da bizim mi haberimiz yok?

Cennete girmeyi, bürokraside sıkça karşılaşıldığı gibi siyasi referansla hallolacak, açılacak bir telefonla, yapılan bir nezaket ziyaretiyle çözülecek kadar basit bir mevzuu olarak mı görüyorsunuz?

Aklını kullanan, kendisini gerçeğe ulaştıracak sezgiye sahip her bir müslüman bu yolun kendisini cennete çıkarmayacağını, bu yolla cennetin kapısını aralayamayacağını ve dahi kapısına kadar ulaşıp tokmağını dahi çalamayacağını bilir.

Bir Hadis’i Şerifte Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyuruyor…

“Ey kızım Fatıma! Babam peygamber diye güvenme Rabbine karşı kulluk vazifeni yap eğer Allahtan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam.”

Mahşerde “VİP Müslüman”, “Makbul Mümin”,  “Olağan Mütedeyyin” torpili yoktur…

Cennete referansla, kartvizitle, bonservisle Müslüman kabulü de yoktur…

Böyle bir metodun, böyle bir yöntemin ve dahi böyle bir usul ve tarzın Allah katında hiçbir geçerliliği de yoktur… 

Aklınızla ve kalbinizle bir düşünün. Allah belli bir cemaatin, derneğin, vakfın, örgütün, yapının, kliğin değil, bütün âlemlerin rabbidir. Allah’ın rahmeti, herşeyi ve herkesi kapsar. Cennet; hiçbir siyasi oluşumun, hiçbir mesleki örgütlenmenin, hiçbir sivil toplum kuruluşunun ve dahi hiçbir dini tarikat, cemaat, İslami hareket, sosyal grup ve camianın ve yapılanmanın, dernek ve vakıfların tekelinde değildir. Hiçkimse Allah’ın kâinattaki tüm varlıkları kucaklayan rahmetini tekeline alamaz.

Bu dünyada işlerini gördürdükleri gibi öbür dünyada-mana âleminde; amel defterlerindeki borçlarını sildirebileceklerini, hesaplarını kapattırabileceklerini, geçmiş günahlarından arınabileceklerini, kontenjandan sorgusuz-sualsiz cennete girebileceklerini düşünenler büyük bir yanılgı ve ziyan içindedir.

Aksi yönde onlarca delil olmasına, Televizyonlarda, gazetelerde, sosyal medyada onlarca haber çıkmasına, sonu felaketle biten onlarca musibete rağmen, yanlışta bu kadar ısrarlı olmanın anlamı nedir?

Bir saniyesine bile hükmedemediğiniz bir hayat için, fırıldak olmanın bir gereği var mı?

Bu dünyada itibar, öbür dünyada ahiretinizi kaybetmeye değer mi?

**

Sağlam iradeye sahip bir müslüman, hakiki bir müslüman olmanın gereğini hakkıyla yerine getirir, akıl, kalp ve imanını başkalarına emanet etmez. Din tacirlerinin iradesini sınırlamasına, sıfırlamasına ve ipotek altına almasına rıza göstermez. 

Fikri ve vicdanı hür bir müslüman, ölümlü birilerini, din ve devlet büyüklerini, kanaat önderlerini, yaşam koçlarını, cinci, üfürükçü, falcı ve büyücüleri, ideolojik ve politik liderleri mutlaklaştırmaz. Makamı, mevkii, ilmi, malı, mülkü, şanı, şöhreti, serveti ne olursa olsun, onları “İlah” mertebesine çıkarmaz. “İdol” ve “Put” haline getirmez. Peygamberlerde dahi olmayan bir gücü, bir kudreti, bir vasfı ve bir kabiliyeti onlara yüklemez. Onları, olağanüstü, gözlemlenen ve bilinenin üstünde ve ötesinde (aşkın) bir gücün sahibi olarak görmez.

Kıbleyi bilen, alnı secde gören bir müslüman, Milli ve Manevi değerlerine sahip her vatandaş aklını, duygularını ve dahi vicdanını başıboş bırakarak, hayatlarını kendilerini uçuruma sürükleyenlerin yolunda harcamaz…

Akl-ı selim bir müslüman; sözkonusu cennetse, gerisi teferruat diyenlerin peşlerine takılmadan önce “kimler kimlerle beraber” geçmişlerine, künyelerine bakar, sorgular ve öyle karar verir, tercihini duygularını öne çıkararak değil, aklını kullanarak yapar…

**

Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyuruyor;

“Mümin, aynı delikten iki defa sokulmaz.”

İyi ve temiz yürekli müslümanlar; garibana, açolana, fakir-fukaraya, sadakaya muhtaçolana sabır tavsiyesinde bulunan ve cennet vadedenlerin, bu dünyada haram ile cenneti yaşadıklarının elbet birgün farkına varacaklardır.

Sözkonusu cennetse ve Allah’ın rızasını kazanmaksa, ne aldatan olacağız, ne de aldanan.