`height=

Geçtiğimiz hafta ülkemizde sevgililer günü kutlandı;

Sevgi ve aşkı herkes tarif etmeye çalışmıştır ama Fuzuli`nin tanımlaması bir başkadır:

'Aşk imiş her ne var âlemde,

İlim bir kıyl ü kâl imiş ancak.'

Yani 'Dünyada ne var ise aşkta varmış; İlim sadece dedikodudan ibaretmiş'

Aşk, yani sevginin nelere kadir olduğunu bir bilsek; Önce kendimiz olmak üzere hayata hep sevgiyle bakardık;

Bunu emekli sağlıkçı bir ağabeyin şahidi olduğu bir anekdottan paylaşmak istiyorum; Diyor ki:

'1980`li yıllar... Uludağ`ın eteklerine yaslanmış şirin mi şirin çok güzel bir Anadolu kasabasında sağlık memuruydum. Bu kasabada kurucu görevli de olarak tam 12 yıl görev yaptım. Uludağ`ın eteklerinde bulunan 12 köye hizmet vermeye çalışıyorduk.

İlk başta eşimle ben var iken sonraları personel çoğalmaya başladı. Bizden sonra bir doktor bir hemşire bir ebe arkadaş ile bir de hizmetli göreve başladı...

Bulunduğumuz kasaba ilçe merkeziyle dağ köylerinin arasında köprü vazifesi görmekteydi.

Ayrıca soğuk suları temiz havası yeşilliği ve doğal güzelliğiyle tatil ve piknik yeriydi. Vatandaşların çoğu gündüz bağında bahçesinde olduğu için iğne pansuman gibi hizmetlerini çoğu kez akşamları yaptırırlardı.

Sağlık ocağımızın ilk doktoru ihtisası kazanmış sağlık ocağımızdan ayrılmıştı. Yerine önce bir bayan doktor atanmış o da başka bir yere tayin olmuştu. Şimdi yine bir yeni mezun gençbir doktorla çalışmaya başlamıştık.

Camiye gidebilecek miyiz?

Mevsim yaz olduğundan o gün de fazla kalabalık değildi. Hizmetli arkadaş, hastalar bitince yanıma bir sandalye çekip oturdu. Bir yandan da doktorun odasını gözlüyordu. Çekingendi:

-Namaz vakti yaklaştı. Ne yapacağız? Camiye gidebilecek miyiz?

Haklıydı. Çünkü doktorumuz yeni gelmişti ve huyunu suyunu bilmiyorduk. Cami burnumuzun dibindeydi. Ama camiye gitmemizi sorun yapar mıydı?

Namaz vakti iyice yaklaşmıştı. Şöyle doktorun odasına göz attım. Dalmış bir kitap okuyordu. Acil herhangi bir hasta falan da yoktu. Olsa da ebe ve hemşire oradaydı. Ezan bitmeden, hizmetli arkadaşa 'hadi' gibi işret ettim camiye yürüdüm.

Namazı kılıp geldik. Doktor bey bize bir şey söylemedi ama camiye gittiğimizi ve namaz kıldığımızı anlamıştı. Hiçbir şey olmamış gibi işimize devam ettik.

Günler böyle geçerken bir gün Doktor : 'Hastalar bitsin de sizinle biraz konuşalım' dedi.

Doktorun odasına vardığımda zoraki gülümsedi:

-Hizmetliyle beraber, daireyi terk edip arada bir nereye gidiyorsunuz?

-Camiye namaz kılmaya gidiyoruz doktor bey, dedim.

Bir an düşündü. Sonra tane tane konuştu:

-Mesai saatinde izinsiz bir tarafa gidilmez, senin bunu bilmen lazım değil mi?

-Biliyorum ama hem cami burnumuzun dibinde hem acil bir durumda gitmiyoruz.

-Camiye mesai saatinde hiçgitmeseniz olmaz mı?

-Doktor bey, bu konuyu mesai saatine bağlıyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü ben günde sadece bir veya iki vakit için camiye gidiyor 15 - 20 dakika bir zamanı namaza ayırıyorsam mesai saati dışında veya akşam saatlerinde sağlık ocağını açık tutarak ilçe halkına hizmet veriyorum. Yani ben bu hakkı fazlasıyla millete geri ödüyorum. Bu yönden vicdanım rahat ve müsterih olun.

Böylece konuyu kapattık. Kısa bir süre sonra doktor beyi İstanbul a ihtisas için yolcu ettik. Doğrusunu söylemek gerekirse vedalaşmamız da resmî ve soğuk olmuştu.

Biz de birkaçyıl sonra tayinimizi Balıkesir`e yaptırmış ve o kasabadan ayrılmıştık

10 yıl sonraydı;

`height=

Bursa Ulucami de bir ikindi namazında, camide ezanın bitmesini beklerken gözüme birisi çarptı. Dönüp dönüp baktım. Evet, bu oydu; Şaşırdım.

Namaz bitince selam verirken o da beni gördü. O sakindi.

'Allah kabul etsin Aslan Bey dedi' gülümseyerek.

Kapıya doğru yürüyoruz ama ben hâlâ şaşkınlığımı üzerimden atmış değilim. O bendeki şaşkınlığı ve heyecanı anlamış olacak ki gülerek söze başladı:

-Beni burada görünce şaşırdın değil mi?

'Evet' anlamında başımı salladım.

-Ama oluyor işte, diyerek güldü. Birer çay içelim dedi;

Çay bahçesine geçtik. Hiçdeğişmemişsin filan derken kendini anlatmaya başladı:

-Size on yıl önce yaptıklarımı hatırlayınca ne kadar yanlış ve haksızlık ettiğimi şimdi daha iyi anlıyorum.

Mahcup olmuş gibi yüzüne bakıyorum.

-O zaman benim kalbim ne kadar katı, gözlerim ne kadar körmüş, gerçeği nasıl olmuş da görememişim. Biliyorsun İnegöl`den ayrıldıktan sonra İstanbul`da büyük bir hastanede Genel Cerrahi ihtisası yaptım. Sonra burada Onkoloji Hastanesinde göreve başladım. Bizim bu hastane biliyorsun işte adı üstünde kanser hastanesi. Adı bile insanı ürkütmeye yetiyor.

Burada göreve başladıktan sonra çok hastalarla karşılaştım, çok değişik insanlar tanıdım. Burada göreve başladıktan iki yıl sonra benim bölüme iki hasta geldi.

İkisi de kanser hastasıydı

`height=

İkisi de erkek aynı yaşta hastalıkları da aynı, yani hemen hemen ikisinin de bütün özellikleri birbirini tutuyor. Yalnız farklı olarak bir durumları vardı, o da inançve maneviyatları. İkisini de muayene ettim, tahlil, film, biyopsi ve diğer gerekli ne varsa yapıldıktan sonra ikisine de kanser teşhisi koyduk. Her zaman yaptığım gibi hastalıklarını ve durumlarını anlatmak için ikisini de ayrı ayrı odama çağırdım.

Maneviyatı zayıf olan büyük merak ve korku içindeydi. Sonucu öğrenince âdeta yıkıldı ve geçmişçesine isyan etmeye başladı.

Diğeri olayı 'Allah tan gelene ne denir sabır' dedi. Bu iki hastayı aynı odaya aldırdım. Onların durumunu takip ederek karşılaştırmak istedim. Sonuçhayli şaşırtıcıydı;

Ertesi gün ve daha sonraki günlerde bu iki hastayı takip etmeye başladım. Maneviyatı yüksek olan moralini yüksek tutuyor, maneviyatını hiçeksiltmiyordu. Her geçen gün biraz daha iyileşiyordu.

Bir süre sonra, onunla özel konuşmak istedim. Herkese moral verecek kadar enerjisi olan yüreği sevgi dolu bu hastayı odasına geldiğimde yerinde bulamadım.

Nerede olabileceğini hemşire hanıma sorduğumda çekingen hâlde 'galiba namaza gidiyor' dedi. Sonra da 'bunca yıllık hemşireyim böyle bir hasta görmedim. Â deta hasta değil bize moral kaynağı. Biz ona moral verecek yerde o bize moral veriyor...' dedi...

Bir ikindi namazı vakti onu takip ettim, ağır ağır mescide gidip büyük bir huşu ile âdeta kendinden geçmişçesine, namaz kıldı ve ellerini kaldırarak dua etmeye başladı:

Herkese dua ediyordu

'Allah`ım sen büyüksün sen her şeye kadirsin, sen bizi yaratan bize hayat veren Rabbimsin, sen kıldığımız namaz hürmetine bana ve senden şifa bekleyen bütün hastalara sağlık ver...'

Gözyaşlarıyla yalvararak neredeyse kendinden geçmiş ağlıyordu. Bu manevi kuvvet bu inanış ve bu manevi kudret ve sevgi ona çok büyük destek oluyor her gün biraz daha iyileşiyordu.

Bu iki hastaya bizim yapacağımız tedavi bitti. Gerisi sadece onların moral takviyesi ve inançlarına kalmıştı. Sonuçne oldu biliyor musunuz?

O iki hastadan moral olarak çöken ve her şeye isyan eden hastamızı maalesef kaybettik... Bu hastamız ise belki inanamayacaksınız Aslan Bey ama gayet güzel tedavimize cevap verdi, iyileşti ve şu anda hayatta.'

-Allah Allah nasıl oldu bu?

-Nasıl olacak hayata sevgiyle bakması moral ve Allah a olan inancı sayesinde. Çünkü biz her zaman söylemiyor muyuz 'ilaç, doktor tedavinin yarısı, gerisi hatta daha fazlası insanın kendi moral gücü, maneviyatı ve inancı' diye.

İşte bunun en güzel örneği bu hastaydı ve bu değişikliğe şaşırmadım desem yalan olurdu.

-Peki namaza başlamanız nasıl oldu?

Gözlerini gözlerime dikti gülerek, tebessümle:

-Bütün bunları yaşadıktan sonra siz olsanız nereye giderdiniz?

-Haklısınız doktor bey diyerek tebessümle karşılık verdim.