Yazı hayatı ile meşgul olanlar bilirler. Bazen ne yazsam diye düşünür durursunuz. Bir türlü yazıya başlayamaz, konuya yoğunlaşamazsınız.

Bu durum bir tıkanmışlık halidir. Her yazar, yazarlık hayatı boyunca bu duyguyu yaşamıştır. Hatta bu durumu işleyen çok güzel sinema filmleri bile çekilmiştir.

Böyle bir durumda ne yapmak gerekir? Nasıl bir çıkış yolu bulunabilir?

Her yazarın bu durumla ilgili bulduğu, denediği çözümler vardır. Tıkanmışlık halini, bir fetret dönemi olarak adlandırırsak, bu dönemden zaferle çıkan yazarlar olabildiği gibi bir kısır döngü girdabında boğulup giden yazarlar da vardır. Tıkanmışlık döneminden çıkamayanlar tükenmişlik sendromuyla karşı karşıya kalırlar.

Bugünkü yazımı bu konuyu ayıracağım. 'Tıkanmışlık sendromu' ile ilgili kişisel gözlemlerimi, deneyimlerimi ve bu alanda yapmış olduğum okumaları, araştırmaları ifade etmeye çalışacağım.

Rutinlerin dışına çıkmak

Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki bir yazar, ne kadar çok gözlem yapar, ne kadar çok okur ve ne kadar çok hayat ile içli dışlı olursa o kadar zengin yazılar yazabilir. Bir yazarın beslendiği kaynakların çeşitliliği çok ama çok önemlidir.

Eğer hayatınız tekdüze, monoton bir şekilde devam ediyorsa, günleriniz hep aynı, dar bir çerçeve içerisinde geçiyorsa sizin için tıkanma an meselesidir ve bu durumu da aşmanız oldukça zordur. Bu durumda atılabilecek ilk adım önce bu girdaptan çıkmak, bu kısırdöngüyü kırmaktır. Öncelikli yapılması gereken, mevcut rutinlerin dışına çıkmaktır. Hayata farklı pencerelerden bakmayı denemeniz gerekir. Biraz da risk almakla ilgilidir bu durum. Her zaman yenilikler beraberinde riski de getirir.

Örneğin, daha önce gitmediğin bir yoldan gitmek, uyku saatlerini değiştirmek, sabah daha erken uyanmak, daha önce okumadığın tarzda bir kitap okumak, daha önce dinlemediğin tarzda bir müzik dinlemek, daha önce izlemediğin tarzda bir film izlemek, yeni yerler keşfetmek, doğaya karışmak, doğayı yeni bir bakış açısıyla incelemek, ağaçlara dokunmak, rüzgârı hissetmek, yıldızlara bakmak, yeni insanlarla tanışıp onlarla konuşmak, çocuklarla vakit geçirmek, deneyimli, tecrübeli insanlarla sohbet etmek, yaşlı insanların tecrübelerini dinlemek ilk adım olarak çok iyi gelebilir bir yazara.

Yazımızın konusu bir yazar olsa da aslında bu öneriler hayatının her hangi bir yerinde tıkanan ve çare arayan herkese iyi gelebilir.

Mekân ve İlham

Yazı yazmadan önce uzunca bir düşünme, olgunlaştırma dönemi yaşanır. Düşünme evresini farklı, sıra dışı mekânlarda geçirmek fayda getirebilir. Bir yazar için öncelikli mesele konuyu belirlemek ve o konuya yoğunlaşmaktır. Bu yoğunlaşma konusu biraz da ilham ile ilgilidir.

Yaratıcı düşünceler, özgün fikirler, sıra dışı hayaller ve kurgular için de bazen farklı mekânlarda olmak insana iyi gelebilir. Bir sabahçı kahvesinde çay yudumlarken buğulu camlardan dışarısını izlemek, bir balıkçı halindeki koşuşturmayı izlemek, bir medrese avlusundaki şadırvanın su sesine dalıp gitmek, bir fırın önünde sıcak ekmek kokusunu ciğerlerine çekmek, güzel bir sahilde gün batımı izlemek de çok iyi gelecektir bir yazara. Aynen Orhan Veli`nin 'İstanbul`u Dinliyorum' şiirindeki gibi.

'İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiçsesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.'

İnzivaya çekilmek

Hayat öylesine hızlı akıyor ki bu hıza yetişmek nerdeyse imkânsız. Özellikle de biraz sakinlik arayanlar için, bir meseleye yoğunlaşmak, derinlemesine ilgilenmek isteyenler için.

Yazı yazmak için yoğunlaşmak gerekir. Özellikle de özgün eserler için ciddi bir zaman ayırmak gerekir. O yüzden yazarlar yılın belirli dönemlerinde inzivaya çekilerek çok kıymetli eserlerini yazarlar. Normal hayatın akışı için de çok özgün eserler verebilenler de olabilir. Ama onların sayısı çok azdır diye düşünüyorum.

Bu inziva süreci bir anlamda bir dinlenme, resetleme dönemi de olabilir. İnsan zihninin de dinlenmeye, sakin kalmaya ihtiyacı vardır. İnziva dönemi farklı meşguliyetlerle de değerlendirilebilir. Zirai faaliyetler, toprak, bağ, bahçe işleri de insan bünyesine çok iyi gelecektir.

O yüzden yılın belli bir döneminde hayatın hızlı akışına dur demek için kısa bir inziva hayatı bir yazar için iyi gelebilir.

Bertrand Russell 'Aylaklığa Övgü' kitabında tam olarak bir inziva hayatından söz etmese de buluşların önemli kısmını rutin olarak yapılan operasyonel işlerden sıyrılıp bir kenarda takılırken sarf ettiğimiz zamana borçlu olduğumuza, atıfta bulunuyor.

Sistematik bir çalışma hayatı, insanın üretkenliğini, yaratıcılığını öldürüyor diyor Daniel Pink, Drive kitabında.

Kelimelerin Gücü

Bir yazarın en büyük sermayesi kullandığı kelimeler ve hayal gücüdür. Yaratıcı yazılar yazmak hiçde kolay değildir. Tabiri caizse kelimelerle dans etmeye benzer. Ortaya çok güzel bir figür çıkarmanız gerekir. O yüzden kelimelere çok iyi hâkim olmanız şarttır. Türkçe dil yapısını çok iyi bilmeniz gerekir. Kelime dağarcığınızın normal bir insanınkinden katbekat fazla olması gerekir. Bunun için de disiplinli bir okuma, planlı bir çalışma şarttır.

İyi bir yazar, kelimeleri sıradan bir insan gibi kullanamaz. Dilin inceliklerini bilmesi gerekir. 'Gökyüzünün altında söylenmemiş söz yoktur' diye bir söz vardır. Evet, doğrudur. Söylenmemiş söz kalmamıştır da peki bunca şair, yazar ne diye uğraşıp durur?

Mesele, aynı kelimelerle farklı bir şey söylemektir. Mesele kelimelerin farklı dizilimidir. Özgünlük, farklı söylemektir. Binlerce yazar, binlerce şair de bunu yapmıştır.

Kelime dağarcığı ve söz dizilimi konusunda tıkanan bir yazar için kendini geliştirmenin en iyi yollarından biri de okuma çeşitliliğini artırmaktır. Sürekli aynı tür kitaplar ve aynı yazarları okumak yerine farklı türden kitaplar, farklı yazarları okumak da bir yazarın dil ve imge dünyasını zenginleştirir. Türk ve dünya edebiyatında çok sıra dışı yazarlar, çok özel kitaplar vardır. Onları da okumak gerekir. Okumayan bir yazar okunmaz.

Sıra dışı yazarların sıra dışı yazma hikâyelerinin derlendiği bir kitap vardır: 'Sıradışı Yazarlar[1]'

Açıklamasında şöyle diyor:

'Kimi, gece çalışmayı seviyordu, kimi gün doğarken. Kimi çalışma odasını gittiği her yere taşıyordu, kimi yatakta uzanmadan çalışamıyordu, kimiyse ayakta yazıyordu. Hayran olduğumuz cinayet sahnelerini küvette elma yerken yazan Agatha Christie hikâyelerini omzunda bir kediyle kaleme alan Edgar Allan Poe trafikte, arabasının içinde yazmayı seven Gertrude Stein;

Birbirinden tuhaf alışkanlıkları ve takıntılarıyla dünya edebiyatının önemli isimlerinin en özel anlarına tanıklık etmek istemez misiniz? '

Bütün bunlardan sonra yazı yazmak konusunda hala tıkanıklık yaşamaya devam ediyorsanız daha derinlikli bir sorgulama yapmakta fayda olabilir.

Yazı yazma konusunda unutulmaması gereken en önemli madde, şüphesiz sürekli yazmaktır. Her şeye rağmen yazı, ancak ve ancak yazmakla gelişir.

[1] Sıradışı Yazarlar: Joyce tan Dickens a Büyük Yazarların Takıntıları ve Tuhaf Alışkanlıkları, Celia Blue Johnson,Hep Kitap