2020- 2021 eğitim, öğretim yılı, küresel bir salgın hastalığın gölgesinde başladı, devam etti ve 2 Temmuz Cuma günü sona erdi. Hiçbirimizin alışık olmadığı, normal dışı, belirsizliklerle ve bilinmezlerle dolu bir eğitim-öğretim yılı geride kaldı.

Yaşanan sürece bütüncül bir bakış açısıyla baktığımızda Millî Eğitim Bakanlığının çok büyük emekler harcamasına rağmen eğitim, öğretim açısından çok ciddi kayıpların yaşandığı, çok da iyi yönetilemeyen bir süreçolduğu herkesçe bilinmektedir. Özel okulların bütün olumsuzluklara rağmen süreci biraz daha iyi yönettiğini, akademik eğitime ciddi emek ve zaman ayırdıklarını biliyoruz fakat orada da çok nitelikli ve kalıcı bir eğitim, öğretimin yürütüldüğünü iddia edemeyiz. Çünkü, uzaktan eğitimin kendi doğasından kaynaklanan bir sürü zorluğun olduğunu bilmemiz gerekiyor ve o yüzden başlı başına ele alınması gereken bir mesele ayrıca.

Bu yazıda üzerinde durulacak asıl mesele, uzaktan eğitimin kendi başına çok iyi ya da kötü olmasından ziyade bizzat olayın içindeki insanların, yöneticilerin kişisel yaklaşımları olacaktır?  

Çünkü geride bıraktığımız bir buçuk yıllık bir uzaktan eğitim sürecinde birbirinden ilginçve ilham verici kişisel başarı hikayelerine de şahit olduk. Süreci iyi ya da kötü yapanın biraz da içindeki insanların yaklaşımlarına bağlı olduğunu gördük.

Her şeye rağmen bu süreççok daha iyi olabilir miydi?

Elbette olabilirdi.

Kendi çalıştığım ve bizzat bildiğim birkaçkurumun uzaktan eğitim sürecini başarılı bir şekilde yürüttüğünü biliyorum. Bu başarıda birçok faktörün katkısı olmakla birlikte en büyük pay şüphesiz öğretmenlerin olmuştur. Çünkü uzaktan eğitim sürecinde işin kalbinde öğretmenler vardı. Öğretmenlerimiz yeni şartlara çok hızlı bir şekilde adapte olarak kendilerini geliştirdiler ve daha ilk günden sisteme hem zihinsel olarak hem donanım hem de beceri açısından hazırlandılar. Hiçbir boşluğa düşmeden okuldaki normal ders programı ve diğer çalışmalar aynen uzaktan eğitim sürecine transfer edilmiş oldu. 

Salgın süreci herkes için ayrı bir imtihan meselesi olmuştur. Herkes kendi kişisel hikayesini yaşadı ve yazdı bu süreçte. Kimimiz yeni tecrübelere, yeni deneyimlere ve yeni gelişmelere yelken açtık, öğrenme kapasitemizi sonuna kadar kullandık ve çağın bize sunmuş olduğu imkanlardan azami derecede faydalanmayı bildik.  Onlar için bu salgın süreci binlerce fırsatların sunulduğu ve binlerce kazanımların elde edildiği kârlı bir süreçolmuştur. Diğer yandan kimimiz de bu süreci daha durağan, daha verimsiz, biraz da sürece, sisteme, kurumlara sitem ederek, kızarak geçirmeyi tercih ettik desek abartmış olmayız.

Aslında bütün insanlar için aynı şartlar, aynı kısıtlamalar geçerli olmasına rağmen bazılarımız için bu süreç, fırsatlar barındırırken bazılarımız içinse acıların, olumsuzlukların egemen olduğu bir dönem olmuştur.

Hayat, bize her zaman seçenekler sunar ve bizler de kendi tercihlerimizle yol alırız.

`height=

Vietnam savaşlarında görevli bir subayın karısı, annesine bir mektup yazar. Der ki 'Anneciğim, savaşın şartları çok acımasız ve ağır, artık tahammülüm kalmadı, dayanamıyorum. Bana bir çıkış yolu göster' der.  Annesi de cevaben şöyle yazar.  'Kızım her gün sabah uyandığında ve pencereni açtığında önünde iki seçenek var ya yerdeki çamuru ve bataklığı görürsün ya da gözlerini gökyüzüne kaldırıp sonsuz maviliği, kuşları ve özgürlüğü görürsün.  Sen, ikincisini tercih etmelisin, bak, o zaman daha mutlu olacaksın' der. 

Hep öyledir, hayat her zaman bize seçenekler sunar, biz de bir yolu tercih ederiz. Bazen kendimizi, kendi ellerimizle karanlığa mahkû m ederiz. Kendi hayatımıza, dünyamıza, zihnimize, düşünce ve duygularımıza prangalar vurur, esaret altına alırız. Kendi algılarımızdan ve kendi varsayımlarımızdan oluşan bir dünya kurarız ve oraya kendimizi mahkû m ederiz.

Çevremizde yaşanan bütün olumsuzlukların, küresel sıkıntıların, ekonomik krizlerin, haksızlıkların sebebini bir yerlerde aramayı seviyoruz. Bütün faturayı bir başka kişiye, bir kuruma, daha olmadı bir dış güce bağlamayı tercih edebiliyoruz. Aslında bu, kaçıştan, ötelemekten başka bir şey değildir. 

Amacımız önce kendi hayatımızda, sonra yakın çevremizde mutlu ve sağlıklı bir hayat sürmekse içinde olduğumuz bu gemiyi zor zamanlarda sağlam bir şekilde menzile ulaştırmak için herkesin sorumluluk alması gerekmez mi? 

Beklentilerimizi, hayallerimizi, ideallerimizi, planlarımızı, eylemlerimizi yeni gerçekler ışığında revize etmeli ve adımlarımızı ona göre atmalıyız diye düşünüyorum. Aksi takdirde kendi hayatımızın kahramanı kendimiz olamayız. Yazılan hikâyede, başrolde hep başkası olur. 

Evet, kendi hayatımızın başrolünde kendimiz olmalıyız, peki nasıl?

Çözüm binlerce yıl öncesinden geliyor.

'İki bin yıl kadar önce Toltekler, insanın üçustalığından söz etmişler ve bu üçustalıkla insan hayatta mutluğu, özgürlüğü yakalayabilir demişler. 

`height=

  • Farkındalık ustalığı, 
  • Dönüşüm ustalığı, 
  • Sevgi, niyet ve inançustalığı

Aslında bu üçustalık birdir ve hakikat tekdir. Bize ıstıraptan çıkış yolunu gösteren, bizi mutluluk, sevgi ve özgürlükten oluşan gerçek doğamıza döndüren bu üçustalıktır' der, Beşinci Anlaşma isimli kitabında D.M.Ruız.

Başarılı ve mutlu bir hayat sürmenin ilk sırasında farkındalık ustalığı yer almaktadır.  Farkındalıkla yaptıklarımızdan, eylemlerimizden, oluşturduklarımızdan zevk alırız. Çünkü farkındayızdır. Farkında olmak bir şeylerin içinde olmak ve hissetmektir.

Farkındalık yargısız bir şekilde şimdiki ana odaklanabilmek amacıyla, dikkatinizi toplayabilmektir.

İkinci sırada ise dönüşüm ustalığından söz edilir. Dönüşüme karşı koysak da dönüşümü kolaylaştırsak da sanal gerçekliğimiz sürekli dönüşüm içindedir.  Eğer dönüşümü kendi bilincimizle uygularsak ve farkında olursak onunla mutluluğu yakalamış oluruz. Dönüşüm konusunda öncü olamasak bile içinde olmamız bile bize birçok açıdan avantajlar sağlar. 

Son olarak ise sevginin, niyetin ve inancın ustası olduğumuzda hayatımızın tüm gidişatının, dümeninin, özünün de ustası oluruz. Kendi hayatımızın kahramanı biz oluruz. Başkasının yazdığı senaryoyu değil kendi yazdığımızı yaşarız, yaşadığımızı yazarız.

İçimizde ve dışımızda algıladığımız bilgiyi, düşünceyi, duyumu, zannı yorumlama ve ona tepki verme şeklimiz bizim aklımıza yön verir. Devamında ise duygularımıza ve davranışlarımıza yön verir. 

İnsanın zihninde ustalaşması dikkatin tam kontrolü ile mümkündür. İnsan zihninin niteliğini, özelliklerini, sınırlarını ve nelere gücünün yettiğini anlarsak gerçeği, hakikati görmemiz daha kolay olacaktır. 

Kendimize hâkim olmak farkındalık ister. Bu farkındalıkla inandıklarımıza, duyduklarımıza, bilgilere bakarsak hakikati daha hızlı bulabiliriz.

Varsayımlar üzerinden, zanlar üzerinden konuşmamalı, hareket etmemeliyiz. Varsayımlar bizi yanıltır. Biz de başkasını yanıltırız. Bizim kafamızda oluşturduğumuz kurgular, hayaller gerçekle taban tabana zıt olabilir. Şayet bu durumdan çıkamazsak bir kısır döngü girdabında boğulur gideriz. İnsan kendi zihninde yalan bir dünya oluşturur ve zamanla kendisi de inanmaya başlar ve bu yalan dünya bizim kelimelerimize, düşüncelerimize ve davranışlarımıza yön vermeye başlar. Kendi dünyasını değiştirmek isteyen önce kelimelerini değiştirmesi gerekir. Kelimelerini değiştiren davranışlarını da değiştirir ve davranışlarını kontrol edebilen biri başkalarının dünyasını da değiştirebilir.

Varsayımlar, insanın kendine söylediği yalanlardan başka bir şey değildir der yazar aynı kitapta.

Varsayımlardan kurtulmanın en iyi yolu soru sormaktır. Bilmediğimizde, anlamadığımızda türlü türlü varsayımlarda bulunmak yerine sorular sorabiliriz. Sorular anahtar gibidir. Her soru bir kapıyı açabilir. 

Tekrar başa dönersek evet, herkes kendi seçimleriyle şekillendirildiği bir hayatı yaşıyor. Daha iyisi mümkün mü? Evet mümkün. Yeter ki, bakış açımızı değiştirelim ve doğru soruları soralım.