CAFER VAYNİ: Esat Adil`le ilgili başka söyleyecekleriniz var mı efendim?

ATTİLÂ İLHAN: Esat Bey`le tanışıklığımız aynı yerlerden başlıyor. İnsan olarak fevkalade iyi bir insandı. Çok yumuşak, hoşgörülü. Çok ta büyük dramlar vardır hayatında. Eşi delirmişti. Tımarhanedeydi. Oğlunun da bir dramı oldu sanıyorum. Sonra yalnız başına yaşıyordu. Buna rağmen Esat Adil, Sarı Mustafa`nın yaşlılığında ölünceye kadar ona yardımcı oldu. Partinin içinde başı sıkışan herkese yardım etmeye çalışırdı. Hafif bir duyma zoru vardı kulağında. O yüzden de alçak sesle konuşurdu. Meselâ iyi bir hatip değildi. Partide
konuşurken sesini arkadakiler duyamazlardı. Böyle bir insandı. Sosyalizmi biliyordu. Fakat ağır basan yönü sosyalistlikten çok demokratlığıydı. Yani, Türkiye`deki faşist yönetime karşı demokrasiyi savunuyorlardı aslında. Tezlerine ve gazetelerine bakarsan daha çok bunu görürsün.

CAFER VAYNİ: Hürriyeti savunuyorlar.

ATTİLÂ İLHAN: O zaman biz hürriyet davasındaydık. Çünkü Türkiye`de hürriyet yoktu. Önce hürriyet olacak ki sonra sosyalizmi savunabilirsin. Bu zaman yazdığım şiirlerde hep hürriyet diye bağırmışım. Bir şiir yazıyorum. İçinde 'işçilerin otomatik çekiçleri' diye bir yer geçiyor. Yaşar Nabi Nayır basmıyor şiiri. Hâle bak. 'İşçiler' geçiyor diye basmıyor. Bu derece büyük bir baskı var üstümüzde. O yüzden, o zaman hep beraber hürriyeti savunuyorlardı. Hürriyet geldikten sonra sosyalizmi savunuyorlardı. Sosyalist düşünceleri de söylediğim gibi ikinci Enternasyonale daha yakındı. Ü çüncü Enternasyonale değil. Bu yüzden de aramızda hır çıkıyordu bazen. O daha özgürlükçü bir sosyalistti. O zaman Stalin dönemi düşünülürse, komünistler çok totaliterdiler. Fikir durumu buydu.
1950`den sonra pek yazdığını sanmıyorum Esat Bey`in. Daha çok dava ve
hapishanelerle uğraştı. Yazdıkları da daha ziyade fikri değil, geçinmek için olmuştur. Çünkü küstü. Hayata küstü. Müstearı, Adiloğlu idi. Ateistliğini bilmiyorum. Hiçkonuşmadım.

CAFER VAYNİ: Esat Adil Müstecabi`yi başka kimlere sorabilirim?

ATTİLA İLHAN: Esat Bey`le ilgili Orhan`dan (Müstecabi) bilgi edinebilirsin. Sadık Alboran`dan edinebilirsin. Mahmut Erhan`dan sağsa edinebilirsin diyemeyeceğim. Çünkü Mahmut Erhan`la yakınlığı yoktu. O profesyonel gazeteci olarak gelmişti Gerçek`e. Sonradan da onun milli istihbaratla çalıştığı gibi bir laf çıktı. Yani gazetenin içinde milli istihbaratın casusuymuş gibi bir laf çıktı.

CAFER VAYNİ: 1946`da Esat Adil, Rusya ile ilişkisi var diye suçlanıyor. Siz buna ne dersiniz?

ATTİLÂ İLHAN: Rusya`yla ilişkisi bu söylediğim gazetecilerden dolayı.

CAFER VAYNİ: Esat Adil`in vefatıyla ilgili neler söylersiniz?

ATTİLÂ İLHAN: Esat Adil`in ölümünde ben burada değildim. Sonradan duydum. Metin Erksan onu bilir. Hatta benim için yazdığı yazıda da bahsediyor Esat Adil çok iyi bir adamdı, arşivi şunun-bunun elinde kaldı diye. Metin biraz daha iyi biliyor. Galiba o zaman, aynı taraflarda (Cihangir) oturuyorlardı. O daha iyi biliyor.

CAFER VAYNİ: O sıralarda Nurullah Ataç`la polemiğiniz sun`i miydi?

ATTİLÂ İLHAN: Nurullah Ataç`la Gerçek`teki polemiğim çok ciddidir. Mesele şuydu. Ben CHP sanat armağanını kazanırken, biliyorsun kendi arzumla bu yarışmaya katılmış değilim. Aile beni katmış ve ben armağanı kazanmış oldum. 'CHP`nin şairi' diye bir adam çıktı ortaya. Hasan sayesinde anlaşıldı ki CHP`nin falan değil. Derhal CHP de bunu gördü. O zaman bana Ömer Faruk Toprak demişti ki, CHP`nin dergilerine gönder şiirlerini çünkü para da veriyorlar. Hepimiz parasızız çünkü. Ben Ü lkü dergisine ve İstanbul dergisine birer şiir gönderdim. Çıktı. Fakat sonradan Hasan`ın, Gün`de açıklaması çıkar çıkmaz ondan sonraki şiirlerimin hiçbirini koymadılar. Çok yıllar sonra, 1970`li yıllarda, ben İzmir` de gazetecilik yaparken -Demokrat İzmir gazetesinin genel yayın müdürüyken- Behçet Kemal Çağlar İzmir`e gazeteyi ziyarete gelmiş. Orada benim o işi yaptığımı bilmiyormuş. Beni tanıyınca, 'Yahu ben sizi kaçseneden beri tanımak istiyorum.' dedi. Ve bir olay anlattı. Anlattığı olay şu: Meğerse beni o zaman ikinci seçen jüride o da varmış. Jüride namzet şiirleri okuyan Behçet Bey`miş. Bana o işin nasıl yürüdüğünü ve benim o armağanı nasıl kazandığımı anlattı. Çünkü o armağanın bir özelliği vardı. İsmin etkisinde kalınmasın diye isimle değil de rumuzla katılınıyordu. Amcam da beni hangi rumuzla katmış haberim bile yok. Oradan şiirleri okuyorlar
Benim, 'Gâvur Dağlarından Rivayet' şiirlerimin 'Cabbaroğlu Mehmet' isimli olanıdır. 'Senin şiirin geldi önüme.' dedi. 'Vakit epey ilerlemiş. Okumaya başladığımda jürideki herkes yorgun ve bir kısmı yaşlı olduğundan uyukluyordu. Ben senin şiirini okurken Nurullah Ataçşöyle bir kaldırdı kafasını. Dedi ki, bir daha oku, baştan oku ve herkesi dürttü. Bu şiir enteresan bir şiir. Millet dinledi şiiri. Ataçbenim şiir üzerinde yapışıp kalmış. Ve 'Bu şiir birinci olmalı' diye tutturmuş.' Hâlbuki aynı armağana katılmış başka şairler var ve onlar tanınan kişiler. Ben, daha o sıralar lisede okuyorum. Komünistlikten kovulmuş zar zor okuyan bir çocuktum. Bunların içerisinde Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Sıtkı Tarancı var. Sonradan öğrendim ki, ortalıkta ne kadar şair varsa hepsi katılmış. Birincinin armağanı olan 2000 lirayı almak için. Şimdi ondan sonra büyük tartışma çıkmış. Şiir tarzından Fazıl`ı, Cahit`i tanıyorlar. Diyorlar ki, 'Cahit varken, bu tanımadığımız bir herif. Bunu biz birinci nasıl yaparız.' Tartışma kıyamet. Bu tartışma sürerken o kadar şiddetle ve şirretle (şirret bir adamdı Ataççok) tepinmiş ki mecbur olmuşlar beni ikinci ilan etmeye. Birinci yapamamışlar. Ü çüncü de Fazıl`ı yapmışlar ve böylece sonuçlanmış yarışma. Ve ilân edildikten çok kısa süre sonra da ben kitap yayınladım. Benim kitabım çıkar çıkmaz ilk övücü yazıyı da Ataçyazdı. Şimdi beni çok öven ve tutan bir adam bu. Ben çıkıyorum. Onun yazdığı yazılara tepeden aşağı giydiriyorum. Kafasının tası attı. Ondan sonra biz uzunca bir süre tartıştık birbirimizle. Müthiş hakaretler ederdik birbirimize. Çünkü duygusal bir adamdı Ataç. Mantıklı değildi. Onun için çok ciddi bir tartışmadır o. 

Yani, hayal kırıklığına uğramıştı bende. 'Ben bu adamda neler buldum. Komünist çıktı alçak.' Buna kızıyordu.

CAFER VAYNİ: Propagandist bir tarzınız var gibi geldi bana. Sizce de öyle misiniz?

ATTİLÂ İLHAN: Benim uzmanlık dalım söylediğim gibi propaganda ve ajitasyon.

CAFER VAYNİ: Gerçek` te yayınlanan 'Saadet Hepimize Mahsustur' romanında Atilla İlhan kendisini mi anlatıyor?

ATTİLÂ İLHAN: Kendimi anlatmıyorum. 'Saadet Hepimize Mahsustur' benim ilk romanım değildir. Dördüncü veya beşinci romanımdır. Benim ilk yayınlanan romanım 'Sokaktaki Adam' onuncu romanındır. Daha evvel on tane yazdım. Beğenmedim. 'Saadet Hepimize Mahsustur' u da nitekim beğenmedim. Yarıda bıraktım. O nedenle neşretmedim. Bu daha çok o zamanlar okuduğum Emile Zola ve Balzac`ın etkisindedir. Yani, 19. asrın roman tekniğiyle yazılmak istenmiş bir romandır. Tabi önemli yanı şu. O yaşlarda bir adamın -20`li yaşlardayım- bu kadar kapsamlı bir konuyu yazmaya kalkışması ilginç. Orada iki-üçaile ele alınmıştır. Her birinin kendi ilişkileri, birbiri arasındaki ilişkileri tartışılır. 

Ben hiçbir romanımda kendimi anlatmadım. O, ilk kitapları yayınlamamamın sebebi bu. İlk romanda insanlar kendilerini anlatırlar. Kendimi anlatan bir roman
yazmak istemiyordum. Onun için ilk romanları harcadım ben. Bunda acaba ben mi varım? diye. Ama buna, insanlar o kadar alışmışlar ki, 'Sokaktaki Adam' çıktığı zaman onun kahramanını ben sandılar. Ve bana gelirlerdi. 'Abi ya hadi gel, seninle sabaha kadar içelim' derlerdi. Hâlbuki ben içki içmiyorum. Yani o yüzden, o yanılgı oldu. 

Yalnız, ben yazdığım kahramanların havasına girerim. Ve çok somut yazarım. İnsanlar çok somut olarak ortaya çıkarlar. Mesela 'O Karanlıkta Biz' i okursan göreceksin. Orada Ahmet Ziya diye bir komünist lider tipi var. Birçoğu onu ben sanmışlar. O da ben değilim. Çok detaylı ve gözünün önüne gelebilecek bir biçimde anlatıyorum. O zaman sanıyorlar ve diyorlar ki bu olsa olsa kendisi. Hayır, değil. Kendim hiçbir romanımda yokum aslında. 

Sanıyorum soruların hepsini cevaplandırdık.

CAFER VAYNİ: Evet efendim.

ATTİLÂ İLHAN: Takıldığın yer olursa telefon et. Esat Adil`le ilgili Enver Aytekin de konuşabilir. Balıkesir`de bir arkadaş onun Belçika`ya gitmeden evvel, Balıkesir`de dergilerde çıkan yazılarını topluyor. Onun adı İbrahim Oluklu ve orada Milli Eğitim Müdürlüğü`nde bulabilirsin. Balıkesir`deki üniversitede de hocalık yapıyor. 

Tezde hayli ilerlemişsin. Çok iyi.

CAFER VAYNİ: Ufuk açıcı, samimi ve yüksek lisans tezime özel katkılar sağlayacak konuşmanızdan dolayı e çok teşekkür ediyorum.