Karne tatilinin, son gününün gecesiydi   ertesi sabah çocuklar, okullarına gidecekti; Hepimiz öyle sanıyor, son hazırlıklarımızı yapıyorduk. Lakin öyle olmadı; Hazırlıklar, son yolculuk içinmiş meğer davet büyük yerden, önüne geçilmezdi.

Karne tatilinin son gecesi hepimiz bir karne aldık, bu kez büyüklerdi karneyi alan;  

Bu karne hepimizin karnesiydi.

Bu dersin notu neden düşük gelmiş diye sorardı büyükler daima çocuklara. Onlar ise bütün masumiyetleri ile büyüklere, karneniz neden bu kadar kötü, hani sizler her şeyin doğrusunu biliyordunuz, azıcık orta halli bir karnede bile öfkeleniyordunuz moral vermek yerine, Rabbimiz`in  size gönderdiği bu karne size yakışıyor mu? Ü stelik hepimizin hayatına mal olmuşken`, diye zerre kadar hesap sordular mı ? 

Onlar hesap sormayacak kadar barışıklar kendileriyle, insanlarla, yaşamla; Masumlar; O kadar masumlar ki bırakın hesap sormayı, suskunlukları en büyük vicdan sızısı.

Ü lkece, milletçe, devletçe ve ümmetçe yaşadığımız deprem somut haliyle yaşanırken, ruhlarımızda da büyük bir sarsıntı oluşturdu. Hepimiz şaşkın ve çaresiz, öylece kalakaldık. Enkaz altında açsusuz kurtarılmayı bekleyen kardeşlerimize üzülürken ellerimiz, yüzlerimiz buruştu adeta susuz kalmışçasına, lokmalar bir taş gibi oturdu inmedi boğazımızdan; Yanlarında olamamanın çaresizliği ile dökülen gözyaşları dua dua yükseldi ,  Arşı A`laya; İfade edemediğimiz acı ve çaresizliğin ifadesiydi, gözyaşlarımız. Korunaklı sıcak evlerde ısınamaz olduk, ruhlarımız üşüdü, içimiz dondu, acı bir ayazla;

Hepimiz suçlu hissettik evet, ortak insanlık hali idi bu durum gayet olması gereken şekliydi; Lakin bana göre gerçekten suçluyduk. Çünkü bu yerkürede bize verilen toplu mesaj ve ortak bir not ortalamasıydı.

Yıkılan binalarla beraber yıkılan ocaklar, yüreğimizi dağladı; Depremin oluşturduğu çatlaklar yüreğimiz de de büyük çatlaklara neden oldu. 'Bizler dayanamadık, bizler aciziz Allah`ım, bu hüznümüzü çok görme bize, derdimiz şikayet değil, bütün benliğimiz ile teslim olduk Sana; Tek tesellimiz Senin bizden daha merhametli oluşun. Bunu biliyoruz, yangınımız yanlış varmasın sana, güzel Allahım ! '

Biliyoruz ki, Allah kuluna zulmetmez. Bizler kulların olarak kendi eksik gayretimizin, yanlış çalışma ve performansımızın, kendi ihmallerimizin, her geçen gün artan  dünya hırsımızın, bedeli ile karşı karşıyayız. Kaçders varsa karnede hepsinden aldığımız, kırık notlarla yüzleşiyoruz. 

Allah işini güzel yapanları sever evet biliyoruz, fakat yapmıyoruz.

Müslüman kullar olarak bu dünyadaki ayrıcalığımızı, misyonumuzu, halifeliğimizi unutarak, okçular tepesini her seferinde terk ediyoruz, gafiller güruhunda en baş sırada olabilmek için yarışıyoruz.

Bütün bunların bedelini hem ödüyor, hem ödetiyoruz. Kurunun yanında yaş da yanar mantığı bizi rahatlatmıyor. Biz insanlığımıza, dinimize gereği gibi sarılsaydık, neslimiz o minicik çocuklarımız bu acılara düçar olur muydu?

Gelecek nesil diyoruz sürekli, onlara maddi imkanlar sunarken, Rabbimizi razı ederek yaşamış olsak evlatlarımız bunun huzuru ve emniyeti içerisinde olsa; yer gök dua, samimiyet, iyi niyet ve güzel ahlak ile boyansa, bunu hak ediyor evlatlarımız, bütün çocuklar hak ediyor huzurlu ve emniyet içerisinde yaşamayı; Lakin, büyüklerin maddi ve manevi  ihmal ve hataları onların yaşamını, geleceğini bir enkaza dönüştürüyor;

Ruhlarındaki depremi, kim temizleyebilir? Hayatlarındaki kaybı kim geri getirebilir? Ömür boyu yaşayacakları sarsıntıyı artık hangi özür durdurabilir ?

Rabbimiz kul hakkı dışında bütün günahları affetmeyi ister, kuluna kıyamaz, merhametlidir (a.c). Lakin kul hakkıyla gelmeyin diyor; Neden diyor ? Hiçdüşündük mü ? 

Akıl ve gayretimizle, verdiği nimetleri kullanarak, Peygamber (a.s.v) yoluyla bize bildirdiği Kuran-ı Kerim`in öngördüğü ahlak ve kurallar çerçevesinde hayatımızı tanzim etmemiz için değil mi?

Bizler sağlam binalar yapıp maddi, manevi güvenli ortamlar sunamadık evlatlarımıza, insanımıza. Bunu çok gördük; Rabbim buna razı gelir mi ? Verdiği emanetleri, bizden alıp sonsuz cennetinde yaşatmayı bilir; Kurunun yanında, yaşın yanmadığını Rabbimiz gösterdi. Merhametiyle, ebedi cennetine davet etti binlerce masum kulunu. Rabbim şehadetlerini kabul eylesin.

  Binlerce masum insanımızın güven duyarak, mali bedelini ödeyerek,  yuvamız dedikleri evlerde en kıymetlileriyle yaşamaya çalışmaları, masumiyetlerine gölge düşürmez. Gözlerinin içine bakarak sağlam  deyip aldatanların da, vebalini azaltmaz.

Bu kadar rehavetin, rahatsız olmadan keyifle yapılan yolsuzlukların, yanlış hesap olduğunu gösterdi. Bunu bir çok millet yapsa da  biz yapmamalıydık; Bizim farkımız vardı, Rabbimize sözümüz vardı; Bizler kardeştik ve kimse kimseyi aldatmazdı. Biz Müslümandık çünkü; Bütün dünyaya örnek olmalıydık. 

Bizden içi boş bir teslimiyet değil gayret, akılcı çaba ve samimiyet istiyor Rabbimiz. Buraları beceremeyince bizler, karnelerimiz elimizde işte, hepimizin ortak karnesi. 

Bu millet belki de hiçbir dönemde bu zamanki kadar imani bir zafiyet yaşamadı desem bilemiyorum, haddimi aşmak istemem. Öyle ki her türlü olumsuzluğu ahir zaman deyip geçiştirdik mi aceba? Yoksa toplumumuzdaki imani,  itikadi taklidi bütün gevşeme ve zafiyetleri bir mümin olarak kendimize dert etmeyip, çözüm mü bulmaya çalışmadık?

İlahi tecelli diyoruz evet Rabbimiz hiçbir vaadinden dönmez, öncesinde ise her şeyi açık açık belirtip misallerle anlatmış. Sorumluluklarımız var. Buraya tatile gönderilmedik. Nasıl ki öğrencinin gayreti üzerine not verir öğretmen, İlahi tecelli de sebepler dahilinde olmaktadır. Eğer öyle olmasaydı, bunca nizam ve intizamla yaratılır mıydı evren ve canlılar? Hele ki insanoğlu. Sayısız nimetlerle beraber bir zaman biçilmiş, oku diye başlamış Yüce Kuran.

Bizler hem Müslüman, hem de Türk milleti olarak şanslı bir nesildik... Ayakları yere sağlam basan, maddi manevi sorumluluklarını aksatmayan, fedakar ecdatların torunlarıydık. Onlarla övünmeyi bildik lakin onlar gibi olmayı, onların ahlakını ve prensiplerini örnek almayı düstur edinemedik gereğince. Kılıcı kuşanmadan kınıyla caka sattık. Bizler de artık birer ecdat olduğumuzu unutup, evlatlarımıza gereği gibi örnek olamadık. Sadece suçladık, yeni nesli. Z kuşağı tabiri, bizi hep temize çıkarıyordu nasıl olsa. Bu suçlamalar aynı zamanda  yerine getiremediğimiz sorumlulukları üzerimizden atmaktı toplum olarak, bu algı vicdanen rahatlama sekliydi bir nevi, ama yanlıştı.

Karnelerimizi hep birlikte inceliyoruz şimdi; Hangisi yanlıştı, hangisi doğruydu ? Cevap bekleyen o kadar çok soru var ki? Bu soruları önce kendimize sorup yanıtını bulabilirsek toplum olarak, millet olarak çözüme bir adım daha yaklaşmış oluruz.

Şuan yüzleşme vakti, en çok da kendimizle; o yüzden çok konuşamıyoruz, bugünlerde. Boğazımız düğüm düğüm oluyor, gözlerimiz yaşarıyor.

Sözün bittiği zamanı yaşıyoruz...

Söz bitti evet bu tokadı hep birlikte yedik;

Bedelini ödeyenler şehadete erdi, ödemeye devam edenler için ise hala ümit var; Dualarla, maddi manevi dayanışma ve beraberlikle bu ümitleri çoğaltmaya, yaralarını sarmaya çalışıyoruz.

Yaraları sararken, yaralanacak kadar da vahim bir durumla karşı karşıyayız.

Acizliğimiz aşikar, kimse ahkam kesmesin; Bize Rabbimizden başka kim acıyabilir, yaralarımızı hakkıyla kim şifalandırabilir?

Ona olan acziyetimizi kabul ederek kulluğumuzu gözden geçirmek zorundayız. Birbirimizi suçlayarak düze çıkamayız. Bu bizi daha çok çıkmaza götürür. Bu demek değildir ki, hatalardan ders çıkarılmasın, cezai yaptırımlar olmasın; Ziyadesiyle olsun elbette, elden ne geliyorsa en akli, en adil olan neyse samimi bir gayretle ortaya konulsun; Fakat lafla peynir gemisi yürümüyor ,bunu anlayalım. Bu milletin, ümmetin sinesi bunu kaldırmıyor artık. Laf kalabalığına son verip bundan sonrasını samimiyetle, sevgiyle, güvenle yürütelim. 

En derin acıyı yaşayanlar suskun, sükut içerisinde. 

Acısının en büyük ifadesi teslimiyetle örtünmüş derin bir sessizlik; Bu acının derinliğini göstermiyor mu yeterince?

Anlayanlar, ancak bu acıya saygı gösterebilir.