Bu konuşma/röportaj benim de son demlerinde içerisinde yer aldığım Avaz dergisinin Mart- Mayıs 1993`teki 15. Sayısında ilk defa yayınlandı. 16. Sayı ise son defa okurla buluşması oldu.

Avaz dergisinde yer alan ve yazan arkadaşlar olarak hemen hemen hepimiz öğrenci idik. Bunlardan yayın kurulunda yer alan sevgili Cemal Aksu`da, Dilaver Cebeci gibi aramızdan ayrılanlardan..

Bu konuşmanın sorularını kendisi de bir yönüyle şair olan ve iyi şiirler yazan sevgili arkadaşım Ertuğrul Aydın hazırladı. Dilaver Cebeci ile daha yakın hukukum olduğu için, Ertuğrul`un hazırladığı soruları Ü sküdar`da, Türk Ocağı lokalinde ben sordum. Kayda aldım. Yazıya döktüm ve yayına hazır hale getirdim. Dergide yayınlanırken de Konuşanlar: Ertuğrul Aydın-Cafer Vayni şeklinde yer aldı.

Henüz üniversite 4. Sınıf öğrencisi olan Ertuğrul`un, Dilaver Cebeci ile yaptığımız bu röportaj için hazırladığı soruları her zaman çok başarılı buldum. Sorular, Dilaver Cebeci`nin şiir ve sanatını bütün boyutlarıyla bize anlatmasını sağlıyor.  

Sevgili Ertuğrul Aydın`a bu önemli röportajı tekrar yayınlayacağımı, hatta yayınlamayı düşündüğüm bir kitabıma da alacağımı söylediğimde çok memnun oldu. Ve isabetli bir iş yapacağımı söyledi..

Ben de kendisini böylesine başarılı bir röportaja ve tekrar yayınlanmasına vesile olduğu için teşekkür ediyorum.

AVAZ: Şiirimizde öncelikle 1980`den sonra bir hayli değişiklik görülmekte.  Bunun Şinasi`den bu yana gelen geleneğe bağlı olmakta kopuşun bir uzantısı olarak mı görmeliyiz? Yoksa meselenin altında başka sebepler mi var?

Dilaver CEBECİ: Şiirimizde 1980`den sonra değişme vardır. Fakat ben bu değişmeyi Şinasi`den bu yana gelen geleneğe bağlı olmaktan oluşan kopuşun bir uzantısı olarak görmüyorum. O bir süreçti. Gelip, geçti.1980`den sonra ülkemizde ve dünyada çok şeyler değişti. Ü lkemizde sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel değişiklikler oldu. Gayet tabiidir ki değişiklikler bizim sanatımıza da şiirimize de yansıyacaktır. Son zamanlarda şiirde dikkatimi çeken değişmeler ise taklit sonucu hiçbir kural tanımayan ve ideolojilerin emrinde şiirler yazma anlayışıdır.

Yeni neslin yazdığı şiirlerde, hiçbir kural tanımayan bir hava görüyorum. Bu hoş bir durum değil. Şiirde aruz, hece veya serbest ölçü vardır. Son dönemde yazılan şiirlerin ekseriyeti bütün bu ölçülerden, hatta serbest ölçü dediğimiz ölçüden de sıyrılmış, sonunda çok azade bir şiir anlayışı hâkim olmaya başlamıştır. Kanaatime göre bu taklidin sonucudur.

Türkiye`de 1980`den sonra devlete karşı öfkesi olanlar ister silah yoluyla, ister başka yolla istediklerini elde edemeyeceklerini anlamışlardır. Devletin de hangi yolla olursa olsun kendine başkaldıranları bertaraf ettiği görülmüştür. Bu anlayış içerisindeki çevreler öfkelerini şiire yansıtma temayülündedirler. Sonunda şiiri ideolojiler yönlendirmeye başlamış, bu azade şiir ideolojilerin emrine girmiştir. Şiir ideolojinin emrine girdiği zaman terennüm ettiği sürece teşvik görür. Dolayısıyla gerçek şairlerden ziyade, öfkesini mısralarla dile getirmeye çalışan, şiiri bile tam olarak öğrenememiş bir takım tipler şair, büyük şair olarak takdim edilirler. Şu anda böyle bir ortamın içerisindeyiz. 

Ben her an gençlikle içiçeyim. Ruh itibariyle de kendimi çok gençhissediyorum. Onları çok seviyorum ve iyi tanıyorum. Kusura bakmasınlar ama şuanda biraz haddini bilmeyen, fazla kendini beğenen narsis diyebileceğim bir gençlik ortaya çıkmaya başladı. Şiir kültürünü tam manasıyla almamış, Türk şiiri hakkında yeteri kadar malumatı olmayan, bunun çilesini bile doğru dürüst çekmemiş, söyleyen gençler, bir takım çevrelerce 'sen söyle şairsin, böyle şairsin' diye kandırılıyor. Bu hususta kendilerinin dikkatini çekiyorum. Türk şiirin 3000 yıllık macerasını, Batı şiirinin macerasını öğrensinler. Batı ile Türk şiiri arasındaki münasebeti gözden geçirsinler. Geçliğin güzel bir şiir kültürü edinip, kendilerine çeki düzen vermeleri gerekir.

Netice itibariyle 1980`den sonraki bu değişme mekanik, yani zorlayıcı ve taklide dayalı bir değişmedir.

`height=

AVAZ: Edebiyat tarihi yazanların veya edebiyat tarihi üzerinde akademik çalışma yapanların şiire yaklaşımlarını nasıl buluyorsunuz?

Dilaver CEBECİ: Bence edebiyat tarihi yazanlar ve edebiyat tarihi üzerine akademik çalışma yapanlar, şiire layık olduğu derecede yaklaşmıyorlar. Birkaçistisna dışında durum budur. Genel olarak ele alındığında, günümüzdeki şairlerin mikroskop altına alınıp ciddi bir tarzda incelenmediklerini görüyoruz. Bunun sebebini Türkiye`de şiir etrafında oluşmuş tenkit müessesesinin mevcut olmayışına bağlayabiliriz. Gerçi genel olarak edebiyat tenkidi de gelişmemişidir. Şiire gereken değerin verilmemesi tenkitçi yetişmemesinden kaynaklanıyor.  Yani Türkiye`de tenkitçi yoktur. Münekkit yoktur. Hâlbuki tenkit müessesesi edebiyata hız veren, sanatı mükemmel hale getiren sanatkârlar arasında rekabet oluşturan bir müessesedir.

A isimli bir şair bir şiir kitabı çıkartıyor. B isimli şairde onun şiir kitabını tanıtıyor. Bir başka seferde A, B`nin şiir kitabını tanıtıyor. Böylece sanatkârlar arasında dost hatırına birbirlerini reklam eden birtakım yazılar yazılıyor. Bu tenkit değildir. Tenkitçi: sanatkârları dikkatlice takip eden, onların sanatı hakkında ciddi gözlemler yapan ve ciddi şeyler yazan insandır. Mesele, tenkitçilere, edebiyat tarihi yazanlara, edebiyat tarihi üzerine akademik çalışma yapanlara düşer. Fakat ben günümüz şairlerinin bu işlerle ilgilenen arkadaşlar tarafından ciddi şekilde incelediklerini görmüyorum. O yüzden ülkemizde şiir sanatı da gelişmiyor. Çünkü tenkit yok. Rekabet olmuyor, yol gösteren olmuyor.

Tenkitçinin işi şaire yol göstermektedir. Şaire yol gösteren yok. Bugüne kadar ben şahsen bana yol gösterici bir tenkide tesadüf etmedim. Başkalarının hakkında da öyle ciddi tenkitlere tesadüf etmedim. Türkiye` de bu işin çok zayıf olduğunu ancak ideolojik yaklaşımlarla övmeler ve yermeler dışında ciddi tenkit bulunmadığını görüyorum.

Bizde şiir tenkidi yapılmıyor. Bir kitap yayınlandığında o kitap tenkit edilebiliyor. Hâlbuki şiirin tenkidi lazım. Bir münekkit yazılan bir şiiri baştan aşağı tahlil ve tenkit etmelidir. Bizde buda eksiktir. Bu yüzden yazdığım birçok şiirimi şanssız hissediyorum. Hatalarımı gösteren olsaydı memnun olurdum. Tenkide tahammülkâr bir insanım. Ama yapılmadı. Bize yol gösterilmedi. Keşke gösterilseydi.

AVAZ: Şiirin geleceğinden ne devrece umutlusunuz? Yani, şiirin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Dilaver CEBECİ: Şiirin geleceğine dair bir soruyu daha evvelde bir arkadaşımız sormuştu. O zaman da şiirin geleceğine ümitle baktığımı ifade etmiştim. Önceki suallerinizde ümit kırıcı bazı şeyler söyledim. Geleceği açışından ele aldığımda şiire hep ümitle baktım. Şiirin mekânı insan denilen bu müthiş varlığın gönlü, içdünyası. Ben insanoğlunun içdünyasının bizim dış dünyamızdan çok daha geniş olduğuna inanıyorum. Bize sonsuz büyüklükte gelen uzay boşluğundan daha büyük boşlukların içdünyamızda mevcut olduğuna inanıyorum. İçdünyamızda çok güzel renkler, sözler, çok büyüleyici haller mevcuttur. İnsanlık, içinde bulunduğumuz kargaşayı aşar da biraz durulmaya başlarsa işte bu meçhuller evreni hüviyetinde olan içevrenini keşfe yönelecektir. O zaman çok güzel örnekler ortaya çıkacaktır. Bunun sonucu şu anda eşya despotizmi altındaki insanlığın, eşyanın veya maddenin üstüne çıkacağını, başka bir tabirle makineyi ve maddeyi yeneceğini ümit ediyorum. İnsanlık var olduğu sürece de böyle bir ümidi taşımak zorundayız.

Günümüzde insanlık aslında bir kavga içinde. Ben bu kavgayı 'kristalize olma' şeklinde ifade ediyorum. Belki de sosyolojik manada bu kavramı ilk olarak ben kullanıyorum. Şu anda 'kristalize olmak' üzere olan bir insanlık var. Bundan kastım etnik grupların, ırkların ve milletlerin başkalarından kopup kendi kendilerine hâkim olma arzularını en küçük grupların bile kendi kaderlerine hâkim olmak istediklerini görüyoruz. Zaten kavga da bu amaçetrafında oluyor. Bu, kristalize olma hadisesidir. Kendilerini başkalarından ayrı gören her grup, kendi kaderlerine hâkim oldukları zaman acaba daha mutlu bir dünya mı olur? Belki öyle olacaktır. Bunu düşünmek lazım. Bilemiyoruz. Ama insanlık var olduğu sürece insanın çok zengin içdünyası da var olacak. Bu zengin içdünya tarihin belli dönemlerinde olduğu gibi eşyanın despotizmi altındaki insanı kurtaracak ve belki de eşyaya hâkim olacaktır. Aslında eşyaya hâkim olan insan büyük insandır. Şiir o zaman kendini gösteriyor. Bu bakımdan ben şiirin geleceğinin her zaman açık olduğuna inanıyorum. Zaman zaman çıkmazlara girilebilir. Fakat bunlar geçicidir. Türk şiirinin önü açıktır. Çünkü şiirimizin çok derin kökleri, 3000 yıllık tarihi vardır. Ü stelik Türk cemiyeti şiire çok yakın, şiiri çok seven bir cemiyettir.

(Haftaya Devam Edeceğiz)