İnsanlık tarihi boyunca, gösterişli ibadethanelerden gözlerimizi alamadık. Devasa kubbeler, mermerden oyulmuş sütunlar, altın varaklarla kaplı duvarlar, göz alıcı mozaikler... Her köşesi değerli taşlarla işlenmiş bu yapılar, insanların ilgisini çekmek ve inanışlarının görkemini vurgulamak için adeta yarış içindeler. Ancak arka planda, asıl amaçlarına doğru sessizce yol alıyorlar: Mabudu bırakıp mabede yönelmek...

Dünyanın dört bir yanındaki mabedlere baktığımızda, birçoğunun kralların saraylarından farksız olduğu görülüyor. Hindistan'daki Akshardham Tapınağı, beyaz mermerden oyulmuş bir görkem abidesi. Tapınağı inşa etmek için 20.000'den fazla zanaatkar çalışmış ve tamamlanması 20 yıl sürmüş. Aynı şekilde Sihlerin hac merkezi Altın Tapınak, görenleri kendi yarattıkları bir cennetin yansıması gibi büyülüyor. Her türlü lüks ve ihtişamla donatılmış bu tapınak, ibadet etmek yerine altınların parıltısına hayran kalmak için ziyaret ediliyor. Vatikan'daki Aziz Petrus Bazilikası, Köln Katedrali, Sagrada Familia... Herbiri sanat eseri olan bu yapılar, insanın aklını başından alacak güzellikte.

İnançların dünyevi ihtişam üzerinden sergiledikleri üstünlük yarışından camiler de nasibini almış elbette. İslam ülkeleri en büyük kubbe, en uzun minare, en ağır kristal avize ve en geniş yekpare halıya sahip camiler inşa etmek için çalışıyorlar. Abu Dabi’de bulunan ve Şeyh Zayed bin Sultan El Nayan’ın adını taşıyan cami, özellikleriyle rekorlar kitabına aday. Aynı şekilde 2022 yılında ibadete açılan 900 bin kişilik kapasiteye sahip Jamia Ulu Cami, büyüklüğüyle Pakistan’ın gurur kaynağı oldu. Ülkemizde de camilerin güzelliği, büyüklüğü ve görkemiyle doğru orantılı kabul ediliyor.

Peki görkemli ibadethaneleri inşa etmek için harcanan emek ve para, Yaratan’ın hoşnutluğu için mi, yoksa insanoğlunun egosunu tatmin etmek için mi? Bu kutsal mekanlar, insana kulluğunu hatırlatması gerekirken tam tersine kibri ve gösterişi simgeler hale gelmiş gibi. Mabedleri kaplayan altınlar ve kristaller bu yapıları adeta bir şov alanına dönüştürüyor. Pahalı süslemeleriyle insanoğlunun uhrevi yönünü değil dünyaya bağlılığını besliyorlar. Bu sebeple birçoğu ibadetten ziyade turistik geziler için veya selfie çekimlerine arka plan manzarası olarak kullanılıyor. İstanbul Büyükçekmece’de inşa edilen Sancaklar Cami ise tüm gösterişli cami algılarının aksine, bulunduğu araziyle uyum içinde oldukça mütevazi bir yapı. Mimarı Emre Arolat, tevazu kavramından yola çıkarak böyle bir plan çizdiklerini ifade ediyor. Bir ibadethanenin olması gereken sadelikte tasarlanmış. Tam da bu sebeple dünya çapında sayısız ödül almış fakat yine de olumsuz eleştirilerin hedefinde. Bölgenin topografik yapısından dolayı camiye merdivenle iniliyor olması bile bazı eleştirmenler tarafından “saygısızlık” olarak görülüyor. “Allah’ın evi” kabul edilen camilerin, görkemli yapılar olması gerektiğini savunanlar böyle bir cami tasarımını doğru bulmuyor. Emre Arolat ise tasarımı için kaleme aldığı “Öz” yazısında şöyle diyor;

“Herhangi bir yer burası, secde edilen.

Temizdir.

Tevazu şiarıyla imar edildi.

Ne övünür şekliyle ne kabarır eşkâliyle.

Yaratanla insan arasına girmez görkemiyle.”

Medine'de inşa edilen ilk mescid, sade kerpiç duvarlardan ve hurma dallarından oluşan basit bir yapıydı. Bu mütevazı mescid, yüzyıllar boyunca müslümanlara ilham kaynağı oldu. Çok kısa sürede geniş bir coğrafyaya hükmeden ve gönülleri fetheden İslam medeniyetinin temel noktasını oluşturdu. Bugün dünyanın dört bir yanında yükselen gösterişli camiler, asıl amaçlarından saparak insanların egolarını tatmin etmek ve "acz" kavramını unutturmak için var güçleriyle çalışıyorlar. İnsanların ibadet etmek yerine yapıların ışıltısına hayran kaldığı bu mekanlar, ilk mescidin sahip olduğu tevazu ve samimiyet ruhundan uzaklaşarak, kibrin tapınakları haline gelmiş gibi görünüyor.