Askıda ekmek uygulaması artık fırınlarda görmeye alıştığımız bir yardımlaşma şekli. Alan elin veren eli görmemesi ve hayırseverin anomin kalması esasına dayanır. Fırından ekmek alan kişi, istediği kadar ekmeğin parasını ödeyerek ihtiyaç sahipleri için askıya bırakır. Türkiye'de son yıllarda hızla yayılan askıda ekmek uygulaması, toplumda dayanışma ve yardımlaşma kültürünü canlandıran bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, bu hayırseverlik hareketinin yükselmesiyle beliren soru işaretleri, sosyal eşitsizliklerin derinleştiğine dair de bir gösterge.
Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalma bir gelenek olan askıda ekmek uygulamasının modern versiyonu, özellikle 2010'lu yılların başında Türkiye'de popülerlik kazandı. İlk başlarda sadece ekmek üzerinden yürütülen bu gelenek, daha sonra diğer temel gıda ürünlerini de kapsayacak şekilde gelişti. Böylece “askıda ürün” hareketine katılan manavlar, marketler hatta kasaplar ortaya çıktı. Ardından “askıda kaban” veya “askıda çanta” gibi kırtasiye ve giyim mağazalarında da geçerli olan insani yardımdan öte bir sosyal yardımlaşma modeli doğdu. Bazı belediyeler tarafından başlatılan “askıda fatura” sistemi ise durumun farklı bir boyutunu gözler önüne serdi; aynı mahallede yaşayan insanlardan bazıları iki-üç fatura ödeyebilecek durumdayken bazıları kendi faturasını ödeyemiyordu.
Farklı alanlarda modelleşen askıda iyilik hareketleri, bir yandan vatandaşların dayanışma içinde olmalarını teşvik ederken, diğer yandan da toplumdaki ekonomik sıkıntıları gün yüzüne çıkarıyor. Bir dilim ekmeğe muhtaç olanlar ile ekmeğini paylaşanlar arasında oluşan çizgi, toplumun içindeki gelir farklılıklarını somut bir şekilde ortaya koyuyor ve sosyal sınıflar arasındaki uçurumu daha da belirginleştiriyor. 
Hayır işlerinin toplumumuzda son derece önemli bir rol oynadığı tartışılmaz. Devlet kurumları tarafından yürütülen sosyal yardım faaliyetleri dışında neredeyse her köşebaşında bir dernek veya vakıf, ihtiyaç sahipleri için çalışıyor.  İçişleri Bakanlığının verilerine göre Türkiye’de 2020 yılı itibariyle yaklaşık 185.000 sivil toplum kuruluşu faaliyet gösteriyor. Bunların çoğunluğu aynı zamanda gıda ve barınma gibi insani yardım faaliyetleri yürütüyor. Sosyal yardım kuruluşlarının bu kadar yaygınlaşması ve çeşitlenmesi ne kadar hayırsever bir toplum olduğumuzun göstergesi olabilir. Aynı zamanda ne kadar çok yardıma muhtaç kişi bulunduğunun da…
Sadece ülkemizde değil, İngiltere’de ve Amerika’da bulunan gıda bankalarına da son yıllarda rekor seviyede talep geldiği ifade ediliyor. Bir yandan hayırseverlik “altın çağı”nı yaşarken bir yandan gelir dağılımındaki eşitsizlikler gittikçe derinleşiyor. Martin Luther King hayırseverlik elbette takdire şayandır, diyordu. Ancak bu, yapılan yardımları gerekli kılan ekonomik adaletsizliğin gözardı edilmesine sebep olmamalı. 
Askıda ekmek ve benzeri yardımlaşma uygulamaları, toplumda var olan hayırseverlik duygusunu canlandırmak adına önemli adımlar olabilir. Fakat yapılan yardımlar, meselenin sadece görünen semptomlarına yönelik geçici bir iyiliştirme sağlar. Bu tür inisiyatiflerin yaygınlaşması ise sosyal eşitsizliklere karşı bir uyarı niteliği taşımaktadır. Eğitim, istihdam ve gelir dağılımındaki adaletsizliklere odaklanmadan, hayırseverlik faaliyetlerine yaslanarak sosyal eşitsizlikleri ortadan kaldırmak mümkün değil.  Gerçek çözüm için bireysel yardımlardan başka toplumsal yapıyı daha adil bir şekilde düzenlemek gerekir. Bu bağlamda, askıda ekmek uygulamasının ötesinde, bir değişim yaratma potansiyeline sahip olan şey, toplumsal eşitsizliklere karşı sistemsel çözümler üzerinde düşünmektir. Aksi takdirde hayırseverlik, artık ilham verici bir cömertlikten ziyade sosyal adaletsizliğin simgesi olarak görülecektir.