Sanat, ızdırabın öz evladıdır. Bu sebeple tarih boyunca hep dertlilerin uğraşı olmuş.  Ancak hayatın her alanında son sürat devam eden değişim, sanata ve estetik algımıza da yansıdı. Sanat eserleri artık geleneksel tekniklerle sınırlı kalmayıp, duygulardan bağımsız makine öğrenmesi ve karmaşık algoritmalar yardımıyla da üretiliyor. Sıradan bir vatandaşın nasıl ortaya çıktığını bile anlamadığı dijital ürünler birer sanat eseri olarak sergileniyor. Bu eserler bir yandan geniş kitlelerin beğenisini kazanırken bir yandan eleştirmenler tarafından estetik değeri tartışılıyor.  

Sanat dünyası yapay zekanın ürettiği eserlerle 20. yüzyılın ortalarından itibaren tanışmaya başladı. Harold Cohen tarafından Kalifornia Üniversitesinde geliştirilen ve siyah-beyaz resimler çizebilen AARON adlı program sanat eseri üretebilen ilk yapay zekâ asistanı olarak kabul ediliyor. 2014 yılında Ian Goodfellow’un geliştirdiği GAN ve 2015’te Google’ın piyasaya sürdüğü DeepDream programları hafızasındaki sanat eserlerini taklit ederek yeni görseller oluşturabiliyordu. Son yıllarda ise DALL-E ve Midjourjey gibi yapay zekâ programları dil komutlarını kullanarak görsel sanat eserleri ortaya koyabilme yetenekleriyle öne çıktı. Böylece sesli veya görsel bir sanat eseri üretmek için artık “sanatçının” zihninden geçenleri kelimelere dökmesi yetiyor. 

Bu süreçte, yapay zekâ sanatçısı olarak Türkiye’den bir isim de dünya çapında üne kavuştu; Refik Anadol. Yaptığı çalışmaları “veri heykelleri” olarak tanımlayan sanatçı, bu alanda öncü olduğunu iddia ediyor. Eğitim yıllarından itibaren dijital sanat alanında çalışmalar yapıyor olsa da hayatındaki asıl kırılmanın Bill Gates’le tanışmasından sonrası gerçekleştiğini ifade ediyor. Böylece Microsft Research’ten aldığı desteğin yüksek maliyetli sanat eserleri üretmesine imkân sağladığı görünüyor.  

Çalışmalarında milyonlarca veriyi kullanan Anadol, bu konuda Google’ın da kendisine büyük katkı sağladığını ifade ediyor. Devasa veri heykelleri için sadece Google veritabanını değil, NASA’nın 60 yıllık görsel arşivini de kullanan sanatçı, “Makine Hatıraları: Uzay” sergisinde kullandığı bu bilgiler için “Mars’a giden ve geri dönen teleskopların verilerine ulaşabilmek inanılmaz bir ayrıcalıktı.” diyor.  Aynı şekilde Güney Kore’de yaptığı bir proje için Seul’a dair 100 milyona yakın verinin ve binlerce yıllık arşivlerin sanatçının erişimine açılması oldukça şaşırtıcı. Kendisi bu alicenaplığı “çok cesur bir tavır” olarak niteliyor.  

Refik Anadol’a sağlanan ve her sanatçıya nasip olmayacak “inanılmaz ayrıcalıklar” ayrı bir konu. Ancak üretilen işlerin sanat algımızda bir devrime sebep olduğu muhakkak. Yapay zekâ sanatının estetik açıdan geniş kitleleri etkileyebilmesinin pek çok nedeni var. Öncelikle sınırsız imkanlarıyla sanatçıya daha geniş bir ifade alanı tanıyor. Böylece sanatçılar, sanal dünyada yaratıcılıklarını materyale bağlı kalmadan serbestçe ifade edebiliyorlar. Ayrıca yapay zekâ sanatı, izleyici ile etkileşime girebilen interaktif eserlerin ortaya konmasına da imkân tanımaktadır. Bu durum, estetik deneyimi derinleştirirken izleyiciyi sanatın bir parçası haline getirmektedir. Örneğin, bir dijital enstalasyonun parçası olarak izleyiciler, dokunarak veya hareket ederek sanat eserini şekillendirebiliyorlar. 
Klasik dönemde bir sanat eserinin estetik değeri muhatabında duygusal dönüşümler oluşturabilme gücüyle ölçülürken, moderniteyle birlikte “özgünlük” sanatın ayırıcı çizgisi olmuştu. Yapay zekâ ise, modernite sonrası estetik algısında yeni bir dönüşüme yol açmıştır. Sonsuz olanakları, interaktif özellikleri, görsel efektlerin gücü ve deneysel doğası, bu sanat formunu etkileyici kılan unsurlar oldu. Ancak yapay zekâ uygulamalarıyla üretilen dijital eserler sanat dünyasında bazı tartışmalara da neden olmaktadır. Kimi eleştirmenler bu eserlerin gerçek sanat eseri olarak kabul edilmemesi gerektiğini, zira bu tarz uygulamaların sanatın temel öğesi olan insani duyguları ortadan kaldıracağını savunmaktadır. 

Sonuç olarak, yapay zekâ ile üretilen eserler, sanatın sadece bir insanın değil, bir algoritmanın da ürünü olabileceğini gösteriyor. Artık sanat, kişinin özgün gerçeklik algısını somut materyellere dökmesinden ibaret değil. Muhatapları için tüm duyulara hitap eden bir yaşam deneyimine dönüşmüştür. Sanatçılar, büyük veriyi işleyen algoritmaları kullanarak, görsel ve duygusal deneyimi bir araya getiren etkileyici eserler üretmektedirler. Ancak bu eserlerin fikrî sahibi bir insan olsa da verileri sanata dönüştüren aslında yapay zekâdır. Bu durumda, bir makine uygulamasına estetik ürünler ortaya koymasını sağlayan doğru komutları vermek “sanatçı” olmaya yetecek mi?