Çevremde birçok insan var; kendisini çok iyi yetiştirmiş, son derece iyi eğitim almış, gerçekten işinde son derece başarılı ve liyakatli. Özellikle eğitim ve kültür camiasında birbirinden değerli ve liyakatli insanlar tanıyorum. Eğitime dair çok güzel fikirlerinin olduğunu görüyorum bu insanların. Bir kurumun başına getirildiğinde harika işler yapacağından eminim. Yine birçok akademisyen var son derece başarılı ve üretken. Ne yazık ki bu denli başarılı insanlar son derece dar bir çerçevede hizmet etmeye çalışıyorlar ve onların birikimlerinden ülkem adına kimse yararlanamıyor. Sizin de çevrenizde böylesine başarılı, becerikli, donanımlı ama kendisinden yararlanılmayan ya da önü açılmayan yüzlerce insan vardır.

Madalyonun bir tarafı böyle. Bir de diğer tarafı var: Politikada, kamuda, özel sektörde, akademi camiasında önemli mevkilere ve önemli görevlere getirilmiş bir hayli insan tanıyorum son derece liyakatsiz. Bir tarafta yüzlerce liyakatli insan var, kendilerinden yararlanılmayan, kendilerine  hakkettikleri görevler verilmeyen; bir tarafta ise yüzlerce önemli makam ve mevkide  son derece beceriksiz, vizyonsuz ve liyakatsiz insanlar var. Elbette istisnalar olacaktır. Görevini hakkıyla yerine getiren liyakatli az sayıdaki insandan söz etmiyorum.

“Çalışkan, dürüst ve işinin ehli insanlar adaletten şaşmadıkları için, eğilip bükülmedikleri için önemli görevlere getirilmek istenilmiyor” diye bir algı var bugün ülkemizde. Hasbelkader göreve bir şekilde gelmiş olsa bile özgürce çalışmasına imkan verilmiyor. “Ne kadar başarılı bir insan, ne kadar işinin ehli bir insan, keşke bu insanı şu kurumun başına getirseler, şu kurumu en iyi şu kişi yönetir” dediğimiz yüzlerce hadise oluyor çevremizde. Ne hikmetse bir türlü o insanları o makamlarda göremiyoruz ama. Birtakım siyasi, ideolojik yaklaşımlar sebebiyle ülkemizde binlerce yetişmiş insan sermayemiz heba olup gitmektedir. Bugün A sendikasına üye değilseniz, A siyasi parti ilçe başkanından ya da  A partisindeki bir milletvekilinden referansınız yoksa alt kademe bir yöneticilikten tutun da üst kademe bir yöneticiliğe kadar o makamlara getirilmeniz mümkün gözükmüyor. Hal böyle iken de gençlerimizi, çalışkanlığa, alın terine, iyi yetişmeye, okumaya, üretmeye motive edemiyoruz maalesef.

Son yaşanan Maraş merkezli depremden sonra bir kez daha gördük, bir kez daha yaşadık liyakat sahibi yönetici meselesini. İşini dört dörtlük yapan insanlarla birilerinin torpili ile bir yerlere getirilen insanların farkını gördük. İşini dürüstçe yapmanın binlerce canı kurtarırken işini savsaklamanın binlerce cana mal olduğunu da gördük değil mi?

Yasalar, mevzuat, adalet, doğruluk, vicdan değil de menfaatin, çok kazanma hırsının, siyasi ikbal kaygısının egemen olduğu bir kültürde liyakate itibar edilmiyor artık.

Öyleyse liyakat ne demek? Biraz da ona bakalım isterseniz:

Liyakat, Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü’nde “bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu” olarak tanımlanıyor.”

Liyakat, ayrıca, Latince kazanmak, hak etmek anlamına gelen “mereo” kökünün, Yunanca güç, iktidar anlamına gelen “kratia” sözcüğü ile birleşiminin “meritokrasi” olarak Türkçeleştirilmiş haliyle de karşımıza çıkıyor. Yeterlilik ilkesi olarak da adlandırabileceğimiz liyakat, verilen görevi başarı ile yapabilme yetisi olarak tanımlanabilir. Göreve kabul edilme ve yükselmelerde “bilgi, görgü ve diplomayı” esas alan bir anlayıştır.

Bu bağlamda liyakat: Toplumda değerlerin ve hak edenlerin üst kademelerde yer bulmasını öngörmekte ve hem kamu sektöründe hem özel sektörde idare erkinin, kayırma olmadan, bilgi, başarı ve yetenek kıstaslarına göre şekillenmesine olanak tanımaktadır.

Liyakatin olmadığı bir yerde adam kayırma, senin adamın, benim adamım, ideoloji, sendikal üyelikler, referans, torpil, esas kriter olur.  Adam kayırmanın, torpilin olduğu bir yerde işler kanuna, kitaba uygun yürütülmez. Yürütülen işler kitabına uydurulur. Siyasi adam kayırmacılığının olmadığı, adil bir atama şekli arzu edilse de ülkemizde uzun yıllardır liyakat temelli bir görevlendirme sistemi tesis edilememiştir. Her gelen siyasi iktidar kendi kadrolarını oluşturmak istediği için sadakat ön planda olmuş ve liyakat her zaman geri sıralarda kalmıştır.

Durum böyle olunca gerçekten liyakat sahibi insanlar da köşelerine çekilmiş, kendilerini geri çekmişlerdir. Liyakat sahibi insanlarımız meydanı boş bırakınca da liyakatsiz, muhteris, boş ve beceriksiz insanlara gün doğmuştur. Zamanla kendilerini nimetten saymaya, makamlarıyla caka satmaya bile başlamışlardır bu insanlar. Liyakatsiz yöneticiler işin ehli olmadıkları için ellerindeki imkanları israf etmekle, haksız kazançelde etmekle kalmayıp halka zülüm etmeye bile başlamışlardır. 

Bir ülkeye, bir topluma yapılabilecek en büyük kötülük, görevlendirmelerde ve atamalarda liyakatin yerine siyasi adam kayırmanın, torpilin kullanılmasıdır. İbni Sina’ya göre yöneticide öne çıkan temel prensip meşru yasaya uygun hareket etmektir. Bunun için de gerekli olan en önemli prensip liyakat olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hem kamu hem de özel sektörde her türlü görevlendirmede bilgi, başarı, uzmanlık, beceri ve yeteneğin aranması, en büyük kıstasın liyakat olması gerekir. O zaman bambaşka bir ülkeye sahip olabiliriz. Ülkemizde her alanda liyakat sahibi, vatan ve milletini önceleyen insanlar var, yeter ki onları uygun görevlere getirelim. 

Bizim tarihimizde liyakatin çok önemli olduğu devirler de yok değildir.

Kanuni dönemi Macar sefirlerinden Busbecq, Osmanlı yönetici sınıfının liyakatle başa geçtiğini belirtir. Sultan Süleyman’ın karargâhında bulunan herkesin geldiği makama kendi liyakati ve cesareti ile geldiğini; kimsenin ait olduğu soydan dolayı bir mevkii elde edemediğini; vazife ve memuriyetin itibar ile eşdeğer olduğunu; Sultan’ın görev ve makam tevcih ederken ne istirhama, ne boş ricalara, ne soyuna, ne de zenginliğine ve de şöhretine baktığını; bunların aksine liyakatle dirayete, seciyesine, fikrî kabiliyet ve istidadına baktığını; Osmanlı’daki herkesin kendi istikbal ve mevkiinin banisi olduğunu; namussuz, tembel, atıl ve bilgisizlerin hiçbir zaman yüksek mevkilere tırmanamayacaklarını; Osmanlı’nın dünyada hâkim bir topluluk haline gelmelerinin ve sürekli sınırlarını genişletmelerinin sebebinin de bu hususlar olduğunu ifade etmektedir (Busbecq, 2002: 60-61).

Ne zaman ki yönetim kademelerine görevlendirmelerde liyakatten taviz verildi, işte o zaman çöküş başlamıştır. Yeniden parlak günleri yaşamak istiyorsak bütün yönetim kademelerine atamalarda  liyakati ilk sıraya almamız gerekecektir.